AYDINLAR ARİSTOKRASİSİNE BAKIŞ – 2 –
MOSCA’nın TEORİSİ:
Klasik elit teorilerinin öncülerinden Mosca’nın teorisinde göre tüm toplumlarda seçkin bir sınıf, geriye kalan çoğunluğu yönetir. Mosca’ya göre yönetici kesim evrim ya da devrim ile değişse bile yeni gelecek olan yönetim yine bir elit kesim olacağından oligarşik yapı daima korunmuş olacaktır. Mosca, Karl MARX’ın hakim sınıf teorisine ters olacak mahiyette sınıfsız toplumu reddetmiş, toplumu yönetecek seçkin bir kitle olması gerektiği görüşünü savunmuştur.
Mosca bu noktalarda haklıdır. Toplumları form ve usûl ne olursa olsun, idarenin muhteviyatında elit bir sınıf yönetir. Bu aristokrasi sınıfı sınıfsızlık iddiasındaki sistemlerde bile ortadan kaldırılamaz.
Yani, ister sosyalist ve sınıfsız toplum ideali içerisinde olsun ister çoğulcu demokrasi usûlü benimsenmiş olsun; esas ve özde, idare eden ve edilen ayrımı geçerlidir. Elit ve aristokrat sınıf ile halk sınıfı, mücerret şekil ve form plânında her toplumun içinde barındırdığı bir ruhi iskelet keyfiyeti belirtir.
Önemli olan bu aristokrasiye yol açan ruhi iskeletin sosyolojik ve psikolojik anlamda muhtevasının neye göre temin edileceğidir. Mosca bu noktada yanılır. Ona göre bu elit sınıfı diğer insanlardan ve içtimaî katmanlardan ayıran aile, soy, ırk, bilgi, asalet, eğitim vb. unsurlardır. Belki Mosca’nın yaşadığı dönem içerisinde manzara böyleydi; yalnız biz geçmişte bu vakanın pratiklerinin nasıl olduğunu değil, bugün nasıl olması gerektiğini konuşmalıyız. O sebepten, bize göre, toplumları idare edecek elit ve aristokrat sınıfın, kriterleri, soy, sop, ırk çevre asalet değil; Hakka bağlılık ve bu bağlılığın eser ve icra ile belirttiği çapın keyfiyetidir. Bu çap keyfiyetine, bilgi, eğitim, irfan, aksiyon, fikri derinlik, eser, ihtisaslaşılmış alan, anlayış, basiret, feraset, kültür gibi unsurlar alt değerler olarak bağlıdır.
PARETO’nun TEORİSİ
Diğer klasik elit teorileri öncülerinden Vilfredo PARETO yönetici olmanın ana kriterini zeka olarak belirlemiştir. Bu da tek başına sakat bir yaklaşımdır. Mesela Hitler de zekiydi. Veya insanlığa kan kusturan bir çok zeki devlet başkanı sayabiliriz.
Pareto’nun herhangi bir alanda elit ve aristokrat olmanın ölçüsünü ahlâk olarak koyması, önce fikirde satıhçılığını gösterir. Sonrasında ise Üstad Necip Fazıl’dan öğrendiğimiz, ‘’Batıda ahlâk felsefesi ortaya koymayana filozof denmez’’ tespitine dayalı olarak, zekânın ihtiyaç duyduğu ahlâk ölçülerinden bahsetmediği için eksik buluruz.. Ahlâk deyince de, sadece klâsik umumi ahlâktan bahsetmediğimiz anlaşılmalı. Fikir ahlâk için vardır. İBDA Mimarı’nın deyimiyle; ‘’fikrin olmadığı yerde ahlâk oluşmaz.’’ Kaldı ki, irfan, kültür, aydın iradesi ve disiplini? Zekâ bunları tek başına karşılayıcı değildir. Nice cins kafalar vardır ki, irade, ahlâk, disiplin gibi ölçülere sıkı sıkıya bağlı olmadığı için silinip gitmiştir.
Hâl böyleyken bütün bunları gözden kaçıran PARETO’ya göre her mesleki grubun zeka ve beceri sonucunda belirli bir elit kadrosu oluşur. Bu elit kadro doğrudan siyasi iktidarı eline almasa bile bir baskı ve çıkar grubu mahiyetinde olarak dolaylı yoldan iktidarı etkiler ve yönetimde kısmen kendine yer bulmuş olur. Pareto’da Mosca gibi bu elit gruplar arasında zamanla değişim olabileceği görüşünü benimsemiştir. Değişim de, ister evrim ister devrimle olsun, zekâyla değil, zekâların idealler uğruna olan savaşlarıyla gerçekleşir.
LASWELL’e GÖRE
Geldik demokratik elit teorilerinin muhakemesine… Demokratik elit teorilerinin öncülerinden, Harold LASWELL’e göre bir toplum küçük ve seçkin bir azınlık tarafından yönetilmesine rağmen demokratik alabilir. LASWELL burada bir tilki kurnazlığı gösterircesine, demokratik kriterlerin müphemliğinden istifade esas ve metod, ideal ile usûl arasındaki alt üst ilişkisini istismar ediyor.
Demokrasi gerçek mânasıyla bir usûl ve metod keyfiyeti belirtir. Demokrasi bir ideal değildir. Demokrasi ancak nasıl bir usûl ve metod sorusuna cevap verildiğinde alt bir bahse göre, üst yani ideal keyfiyetine bürünebilir.
Yalnız LASWELL’in ifade ettiği durumun gerçekliğine baktığımızda, küçük ve seçkin bir azınlığın sürekli iktidarda kalmasına demokrasi kılıfı giydirilmektedir. LASWELL sadece demokrasinin mahiyetini ve konumunu istismar etmekle kalmamış, küçük ve seçkin azınlığın neye göre belirleneceğinin ölçülendirmelerine de değinmemiştir. Ona göre kimlerin seçkin, küçük ve aristokrat yönetici sınıf olacağı değil, yönetecek olan kişi ve grupların demokratik ilkeler ve usuller çerçevesinde göreve gelip gelmemeleri önemlidir. Yönetilen çoğunluk, yöneten azınlığı halk oylaması ,referandum,seçim gibi siyasi mekanizmalar sayesinde daima denetleyebilir. Burada LASWELL’in derdi demokrasiymiş gibi gözüküyor; yalnız, ona şu soruyu sormak gereklidir: Demokrasi bir usûldür, usûl ise, ideale varış yolu; sizin demokrasiyle vadettiğiniz ideal ve dünya görüşü nedir? Vereceği bir cevap yoktur çünkü demokrasinin metod plânındaki derinliğine bile inilmeksizin, şekilde müdafaasını sağlamaya çalışır, bu aynı zamanda demokrasinin paradokslarını ve usûl açısından noksan taraflarını da tersinden kabul ve ispat etmektir.
RAYMOND ARON’IN BAKIŞI
Diğer demokratik elit teorisyeni Raymond ARON’ a göre ise hiçbir zaman çoğunluğun azınlığı yönettiği görülmemiştir. ARON’a göre ister batı tip liberal demokrasilerde olsun, ister komünist sistemlerde olsun çoğunluk azınlığı yönetemez. Sosyalist sistemlerde halk için yönetim olsa bile halk tarafından yönetim söz konusu değildir. Aron’un derdi, yöneticilerin kimler olması gerektiği falan değildir. O’nun derdi bütün idare ve yönetim şekillerinin özündeki gerçekliği tespit etmektir. O da, idarenin ve idarecinin vasfına dair bir şeyler teklif etmemektedir.
Kısacası Demokratik elit teorileri demokrasiyi mücerred mânâda iptal etmenin yine demokrasi adı altında ilânından başka bir şey de değildir.