Güney Sudan ve Antisemitizm Çevresinde
Esselâmü Aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, iyiyim.
Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl?
(Av. Yılmaz, “kendisi iyi. Dün kendisini ziyaret ettik. Biliyorsunuz, dün aynı zamanda O’nun doğum günüydü” diyor.)
Biliyorum, biliyorum. Dün de aklımdaydı zaten ama sizi arayamadım. Tebrik mesajımı iletmek istiyordum. Bu vesileyle, tebriklerimi lütfen kendisine iletin, çok da selâm söyleyin. Aslında eskisi gibi mektub göndermek istiyordum ama, biliyorsunuz, -postada el konulduğu için- mektublarımın Türkiye’ye ulaşması çok zor oluyor.
(Av. Yılmaz, bazı gönüldaşların Bolu F Tipi Cezaevi önünde bir gösteri yaptıklarını ve polisle çatıştıklarını söylüyor.)
Aa, bu iyi olmamış, iyi olmamış.
(Av. Yılmaz, “şu ân büroda Av. Ahmed Arslan’la beraberim” diyor ve telefonu Carlos’un avukatlarından Av. Arslan’a veriyor, selâmlaşıp birbirlerine hal hatır sorduktan sonra, Av. Arslan telefonu tekrar Av. Yılmaz’a veriyor.)
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, belli bir sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Tamamdır. O hâlde belli bazı konuları dile getireceğim bugün.
İlki, Sudan…
Bugünlerde, Güney Sudan Cumhuriyeti’nde, Dinkalarla Nuerler arasında yapılacak bir barış anlaşmasından bahsediliyor.
15 yıl, hattâ daha fazla bir zaman önce de bu konu hakkında yazmış ve Sudan’ın güneyinde herhangi bir bağımsız cumhuriyetin işlemeyeceğini, çünkü burada yaşayan kabilelerin neredeyse bin yıldır birbirine düşman olduğunu vurgulamıştım. Türkler gelip Afrika’nın o kısmını fethetmeden önce de vardı bu düşmanlık. Türkler gelince barış da geldi oraya, çünkü “Türk beyi” alıyordu artık kararları. Sonra Mısırlılar ve İngilizler hükmetti o bölgeye. Derken, 1 Ocak 1956’da Sudan Cumhuriyeti kuruldu.
Sudan’ın bağımsızlığına kadar geçen sözkonusu uzun süreç boyunca, bölgede barış az çok tesis edilebildi bu şekilde. Ne var ki, ABD ve İngiltere’den gelip güneye okullar kuran hıristiyan misyoner ve sömürgecilerin de körüklemesiyle, çatışma ve savaşlar patlak verdi. Nihâyet, Sudan’ın şimdiki hain hükümeti, o bölgeye bağımsızlık vermeyi kabul etti.
Fakat bu bağımsızlığın işlemesi mümkün değil, çünkü barış içinde birlikte yaşayamaz oradaki kabileler. Eğer kendilerinin üstünde hâkim bir güç varsa başta, bu olabilir. Ancak bu yoksa, savaşıyor olacaklardır.
Bizzat şâhid olduğum hâdise; o sıralar ben de Sudan’daydım çünkü: Güneyde çoğunluğu teşkil eden ve ayrı bir kavim olan Dinkalara karşı, diğer kabileler, Hartum hükümetine direnişlerini durdurup, Sudan ordusuyla ittifak kurabiliyorlardı!
Geçmişten bugüne gelen böylesine köklü bir kabile nefreti vardır aralarında. Dinkalar arasında bile vardır böylesi düşmanlıklar.
Diyeceğim o ki, Dinkalarla Nuerler arasındaki bu savaş hiçbir zaman bitmeyecektir ve bugün barış bile yapsalar yarın yine çatışacaklardır. Herşey bir yana, mevcut zenginliklerin, gelen büyük paraların bölüşümü –ki kabile liderlerinin cebine gider- vesilesiyle olacaktır bu.
Afrikalı siyahlarla karışmış olan Sudanlı Arablar, güneydeki –başta Dinkalar olmak üzere- ilkel kabiler üzerinde hâkim oldukları sürece, bölgede bir düzen tesis edilebilmiştir. Bu kabileler, istedikleri kadar lâfta hıristiyan veya müslüman olsunlar, aslında esas olarak animisttir ve maalesef geçmişten bu yana böyledirler. Bizimki gibi bir “tek ilâh” inancı yoktur onlarda. Âdetleri, aile ve cinsiyet anlayışları falan hep animisttir. Yaşayışlarının, hıristiyanlık veya müslümanlıkla herhangi bir alâkası yoktur.
Tamam, sırf böyleler diye elbette onların varolma hakkını ve inançlarına saygı gösterilmesi gereğini inkâr edecek değiliz. Fakat mesele bir “devlet” kurmaya gelince, işte bu yürümez. Çünkü tüm bu düşman kabilelerin arasındaki problemleri çözebilecek üst bir otorite tesisi gerekir ki, bu da yok. Böyle olunca, şayet bu kabilelere bağımsızlık verirseniz, kendi kendilerini yönetme hakkı verirseniz, bundan sadece çatışma ve savaş çıkar. Bu da çok üzücü.
Evet, çok üzücü, çünkü kabile şefleri değil, alt tabakadaki –sivil veya asker- o zavallı, o fakir insanlar ödüyor bunun bedelini.
Tüm bu yaşananlar, emperyalizmin, sömürgeciliğin, neokolonyalizmin politikalarının ve Hartum’daki rejimin, bölgede barışı tesis etme mükellefiyeti olan o güya İslâmî rejimin ihanetinin bir sonucu. Çok ama çok üzücü bir durum.
Hartum’daki hükümetin nasıl bir ihanet içerisinde olduğunun bir örneği de bizzat benim başıma gelenler, malûm. Yine de, Hartum’daki İslâmcı parti, İslâmcı Cebhe bünyesinde gerçekten iyi insanlar, devrimci gerçek müslümanlar mevcut. Ne var ki, rejimin vasfını onun yaptıkları belirler ve iktidarda “olması gereken”den fazla kalmış bazı insanlar vardır hâlâ. İşte bu insanların ihanetlerinin bedelini, fakir insanlar, fakir köylüler ödüyor.
İnşallah, Çinlilerin oradaki mevcudiyet ve nüfûzu güçlenir de tüm taraflarla iyi ilişkiler kurarlar, böylece orası Amerikalılar, İngilizler, İsrailliler başta olmak üzere öbürlerinin diledikleri gibi at oynattıkları bir yer olmaktan çıkar.
(Carlos, Güney Sudan meselesinden sonra “antisemitizm” tartışmalarına geçiyor ve yahudilerle ilgili birşey konuşulduğunda hemen “antisemitizm” suçlamasıyla karşılaşıldığını, ancak “Sami kavmi karşıtı” anlamına gelen bu suçlamanın anlamsız ve yanlış bir ifâde olduğunu, çünkü bugün çoğu yahudinin kesinlikle Sami kavminden olmadığını, çok çok azının Sami kavminden olduğunu söylüyor… Bugünkülerin çoğunlukla Arab yahudisi, Kuzey Afrika’dan berberî yahudisi, İspanya’dan “yahudileşmiş İberyalılar” olarak Sefarad yahudisi vesaire olduklarını, bunların “yahudileşmiş” olmakla beraber köken olarak Sami kavminden olmadıklarını vurguluyor… Bu arada, Carlos bir haber veriyor ve çok özel İsrail kuvvetlerinin, Ukrayna’nın başkenti Kiev’deki “meydan”da yapılan gösteriler sırasında Ukrayna polisine karşı saldırılar düzenlediğini, gerekçe olarak da Ukrayna’nın “antisemitik hıristiyan” olmasının öne sürüldüğünü belirtiyor… Ancak aşırı sağ ile siyonistlerin gerçekte müttefik olduklarını söylüyor, BARAN’da daha önce teferruatıyla anlattığı üzere Ukrayna’da dünya savaşları döneminde yahudilere karşı gerçekten büyük saldırılar ve kıyımlar gerçekleştirildiğini, fakat bunun da ardında oradaki yahudileri Filistin’e gönderme siyonist amacının yattığını ifâde ediyor… Aynı şekilde, Aşkenazi olarak bilinen Ukrayna havalisindeki bu yahudilerin de Sami kavminden değil, yahudileşmiş Hazar Türklerinden olduğunu vurguluyor… İsrail’in “her yerde” olduğunu söylüyor Carlos ve orada geçmişten bugüne ekonomik bakımdan güçlü olan siyonistlerin bugün de Karadeniz havzasına hâkim olma mücadelesi verdiklerini, ancak Türkiye’nin dostu olan Rusya’nın orada güçlü olduğunu ve bunun öyle kolay olmayacağını belirtiyor, Ukraynalılarla Kırım Tatarlarının da bu siyonist mücadelenin hedefinde olduklarını, doğru tarafı seçmezlerse bundan büyük zarar göreceklerini vurguluyor… Türkiye’de de siyonistlerin çok etkili olduklarını ama bu iktidar döneminde sözkonusu etkinin günden güne azaldığını söylüyor… Siyonist yahudilerin kontrol ettiği dünya medyasında hakikatlerin gizlendiğini ifâde ediyor, Gülenciler de dahil olmak üzere herkesin gerçekleri görmesini umduğunu, Türkiye’de de laiklikten dersini almış ve herkes kendi dinî ve azınlık haklarına sahib olarak barış içinde bir arada yaşanabilecek İslâmî bir cumhuriyetin kurulması gerektiğini, yoksa Türkiye’yi de büyük bir karmaşanın beklediğini söylüyor…)
Kumandan Mirzabeyoğlu’nun doğum gününü tekrar tebrik ediyorum. Benden bir yaş daha genç. İnşallah gelecek doğum gününü hür olarak birlikte kutlarız.
Allahü Ekber.
10 Mayıs 2014
İllich Ramirez Sanchez CARLOS
ADIMLAR DERGİSİ