Yesinler Sizin Dünyaya Meydan Okumanızı…
”Siyaset, insana doğduğu andan itibaren kendini empoze eden, kuşatan bir oluştur… İnsan hayatını kuşatan, verimlendiren, belirli tavır, hâl ve hareketleri tahkiye eden, insanın iç aleminin en dibinde bulunan varolma müşkül ve arzusunun dolaylı olarak dış dünyaya olan tezahürlerinden biridir… İnsan varsa siyaset vardır, reddedilemez, kuşattığı alanın dışında insan da yoktur. Siyaset sadece devlete veya siyasi partilere mahsus bir vakıa değildir. İnsan hayatı boyunca ne yaparsa, bunun siyasî bir keyfiyeti ve mânâsı vardır. Şöyle ki;Her siyasi hadise aynı zamanda bir sosyal hadisedir fakat her sosyal hadise aynı zamanda bir siyasi hadise değildir.” Yalnız, siyasi olmayan, sosyal hadiselerin de siyasete mevzuu bir yönü vardır.. Batı normları ve devlet teorilerinde bu durum; ”Sosyal devlet” kavramıyla açıklanır.. Anlaşıldığı üzere bir mevzuu, mesele,olay doğrudan siyasi vasıf taşımayabilir ama dolaylı olarak siyasi bir yönü mutlaka vardır. Siyaset o mevzuu farklı noktalardan kuşatır.. Biz siyaset yapmıyoruz, siyasetle işimiz yok sözünün bile siyasetin dışında bir anlamı yoktur, bu tarz ifadelerin de hakiki mânası şudur: ‘’Aktif siyaset yapmıyorum, aktif siyasetle ilgilenmiyorum’’. Bir nevi, siyaset yapmama siyaseti. Siyasete karşı pasif pozisyon alma siyaseti de denebilir.
Şimdi bu izahımız kapsamında, gelelim SOMA üzerinden dönen polemiklere, iddialara ve beliren zihniyete…
Efendim insanlar acılarını yaşıyor, bunu siyasete karıştırmayalım.. Karıştıranlar vicdansızdır, insan canını, ölümleri siyasete alet edecek kadar, insafını ve insanlığını kaybetmiştir… Öncelikle, böylesi bir facianın hesabı devlete ve siyasî iktidara sorulur… Bu mevzuu aktif siyaset alanına taşımayalım, insanların acıları var demek, esas itibariyle o insanlara saygısızlık budur. Siyasîlere ve devlete, yani sorumlulara bu felâketin hesabının sorulmasının hiçbir tarafı gayr-ı insani değildir.. Üstüne üstlük, hem orada şehit olan insanlar için dua etmek, hem yardım toplamak, hem gözyaşı dökmek, hem de sorumlulardan hesap sormak mümkündür.. Olması gereken de budur.. İnsanların çok kötü oluyorum o insanları görünce, deyip, siyasi polemiklere girmemesi kadar, saçma sapan bir mantık yoktur… Bilâkis o hüzün ve acı sizi bunun hesabını sormaya sevk etmiyorsa , sorumlularına karşı öfke duymaya yöneltmiyorsa, yaşadığını iddia ettiğiniz acı sahtedir..
Şu da gösterilmesi gereken mühim bir hassasiyettir: Facianın ilk üç günü, siyasîlere ve devlete bunun hesabının sorulması ertelenmesi doğru bir şeydir..Millî yas ilan edilmesi, o süre zarfında iktidar, muhalefet ve halkın bütün kesimlerinin bu felâketin matemini tutması.. Bir millete yakışan da budur, buydu..
Yalnız, siyasî iktidarın, daha ilk saatlerden bugüne kadar, sürekli olarak SOMA’daki felâketten kendini aklama girişimleri, bizzat hesap verme mercilerinin, insanların acılarındaki sorumluluklarını örtbas etme siyaseti gütmeleri, meseleyi gündeme almanın zorunluluğunu işaret etmiştir.
Başbakan’ın yüzündeki ifadesi tabii ve sıradan bir olay olmuşçasına, SOMA’da yaptığı konuşmada; 1963’ten önceki dünya üzerindeki maden kazalarından örnekler vererek, 2014’ün Türkiyesi’nde ‘’Bu mesleğin, kaderinde bu var, olağan bir kaza’’ sözleri, siyasilerin milletin yasına gösterdiği saygısızlığın bariz göstergesiyken, iktidar destekçileri ve orta yolcu, hümanizm çayırında ikamet edenler, mevzuu siyasete alet edilmesin diyebiliyorlar.. Siyasî ikbali uğruna, SOMA’dakilere, kaderinize razı olun demeye kadar varan bir iktidar varken, bunu söyleyebilmek, iktidarın, insan ölümlerini istismar etmesine seyirci kalmak, bununla da yetinmeyip destek olmaktır…
Kurtarma çalışmalarını ne güzel yönetti diyerek, yine AKP medyası tarafından vitrine çıkarılan, Enerji Bakanı’nın daha ilk saatlerde ihmal yok sosyal medya yanlış yapıyor sözleri ölümleri siyasete alet etmek değildir de nedir?
Ya bir twitter ve sosyal medya trolünün, henüz bu toplu cinayetin üzerinden 12 saat geçmeden, nasıl bir bilgi(!) ve istihbarat(!) ağına sahipse artık; ‘’Faciada paralel yapı parmağı’’ olduğunu iddia etmesi ve üç gün sürmeden bu iddiasından vazgeçmesine ne demeli? Şimdi burada insan canı, üzerinden, ölümler üzerinden, katliamlar üzerinden, siyaset yapmak, kanı, gözyaşını, acıyı, küçük kıyameti siyasete alet etmek yok da ne var?
Bir başbakan müşavirinin, iki kişi tarafından yerde tartaklanan bir vatandaşa, düşene bir de sen vur hesabı, tekme atmasına ne demeli peki? Ayağına sağlık Yusuf’um mu demeli?
Peki sadece ayağına sağlık Yusuf’um mu denmeli?’’Halkın acısını çok iyi paylaşıyorsun, o kadar naif, kibar, mülayim, kavga etmeye yabancı bir tipsin ki, iki kişi tarafından yere yatırılmış adama, mertçe(!) tekme atarken, ayağında ödem oluşmuş, bir de saldırıya uğradığın için darp raporu almışsın, o saldırıyı oradaki asfalt mı yaptı sana, yoksa o vatandaşın kaburgaları mı, eğer vatandaş yaptıysa, ya paralelcidir, ya Amerikan ajanıdır, ya masondur, bu yüzden sen bizim SOMA gazimiz sayılırsın, eğer ayağındaki darbın sebebi asfaltsa, o asfaltın ihalesini de Başbakan bu paralelcilerin neidüğünü anlayamadığı(!) dönemlerde, Pensilvanya’daki zatın şakirtlerinden birine vermiştir.. O yüzden o melun asfaltı da sökelim,paramparça edelim, tekrar ihaleye çıkaralım, ‘’Faciada paralel parmağı diye’’ haber yapan en heyecanlı dalkavuğumuza ihale edelim, parasızlıktan kıvranıyor garibim’’ ardından bunlar da dense iyi(!) olurdu…
Bir başbakan düşünün, SOMA’da acılı halka hitap edip, bunlar 1963’ten evvel, gelişmiş dünya ülkelerinde de olan şeylerdi, bu mesleğin kaderi, olağan bir şey, demek için gelir ve orada PROTESTO edilir, o sırada bir vatandaşa yumruk atar, ardından markete sığınır, markette alışveriş yapan bir vatandaşı da ensesinden tutarak ‘’nereye kaçıyorsun Ulan İsrail Dölü’’ diye tartaklar, korumalar, yellenen imamın cemaati misali, hemen akabinde adamcağızı yine mertçe(!) bire karşı beş kişi, döverler…
Kaç türlü ahlâksızlık bir arada, insan ölümlerini normal göstermek mi dersin, ölen insan yakınlarını tehdit etmek mi dersin, tutuklatmak, biber gazı mı sıktırmak dersin, insanların acılarını haykırmalarına hükümet düşürme çalışmaları demek mi dersin, kalabalık tarafından protesto edilirken, siyasi menfaatler ve can korkusu yüzünden içinden geçirdiğin düşünceleri sıradan vatandaşa, sanki alnında yazıyormuş gibi İsrail dölü diyerek belli mi etmesi dersin, etrafında asker ve polis kordonundan çift ilmekli etten duvar örülüyken, bir garibana, bu memleketin başbakanı’nı yuhalarsan tokadı yersin diyecek kadar barbarlaşılması, sonra da ileri demokrasiden bahsedilmesi mi dersin…
O’nu geçtik…
AKP tabanında sorumlu bakanlar istifa etsin diyenlerin sayısının bu kadar az, seslerinin bu kadar kısık çıkmasına ne demeli?
Vatandaşı tekmeleyen müşavirin işine son verilmesini isteyecekleri yerde, ayağına sağlık Yusuf’um diyen yazar müsvettelerine ne demeli? Başbakan’a darp ve hakaret ettiği vatandaşlardan özür dilemesi gerektiğini ihtar edecekleri yerde, beyefendiyi daha bir gazlayan utanmazlara ne demeli?
Başbakan’larından, danışmanlarına, vekillerine partililerine, yazarlarına kadar, öyle bir psikolojiye bürünmüşler ki, felâketteki ihmallerinin sorumluluğunu başkalarına atarlar, tutmayınca, sıkı fıkı dost olup, İstanbul’da plâza diktirdikleri, nükleer santral ihaleleri v.s onlarca ihale verdikleri, işletme çalışanlarının teşkilatlarında aktif görevli olduğu, işçilerini kendi seçim mitinglerine getiren holdingi günah keçisi ilan edip aradan sıyrılmaya çalışırlar.. O holding’i denetlemeye gelip, madenin içine bile girmeksizin, mangal yapıp gitmelerine, o holdingin maden ocaklarına ruhsat vermelerine, o holdingden vatandaşa dağıtmak üzere kömür almalarına rağmen.. Bir de, partilerinde kaç tane mason milletvekili kaç tane mason belediye başkanı varken, holdingin sahiplerinin MASONLUĞU’na vurgu yapmaktan utanmamaları..
O da tutmayınca,Yurtdışında başta Barzani ve diğer müttefikleriyle yaptıkları enerji ticaretinden, yurtiçinde de SOMA HOLDİNG ve UYAR MADENCİLİK gibi onlarca işletmeye verdikleri enerji ihalelerinde yaptıkları usûlsüzlükler, yolsuzluklar, vurgunlarda merkezde yer alan Taner Yıldız’ı vitrine, madenler O’na bağlı olduğu hâlde, Bakan’ın hası, iyisi, temizi yüreklisi diye sunarlar..
Sanki Enerji Bakanı’nın hiç mesuliyeti yokmuş gibi, zamanında Bülent Arınç’ın inisiyatifiyle cemaate yakınlığına rağmen, azledilmeyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’i tek sorumlu gösterip istifaya zorlarlar..
Kurtarma çalışmaları esnasında, 787 işçi’nin olduğunu söyleyen AKP, Mazlum-Der’i kaza alanına sokmadı, halbuki Mazlum-Der diğer ne hükümet düşürmeye çalıştıkları söylenen Geziciler gibi hükümete düşmanlık eden bir kuruluş ne de, AKP’yi rahatsız edici bir politika izleyen bir kuruluş.. Kendilerine yakın olsa da, satın alamadıkları onurlu insanlara bile, bu süreçte itibar etmediler..
Kurtarma çalışmaları bittiğinde, ölü sayısını gizliyorlar diyen, soğuk hava depolarına naaşlar götürülüyor diyenleri susturdular.. Türkiye’nin her yerinde, Suriye’li mülteciler sigortasız ve yok pahasına asgari ücretin 3’te 1’ine çalıştırılırken, SOMA’da Suriye’li mültecilerden çalışanların olmadığını söylediler.. Sosyal güvenlik Uzmanı Ali Tezel twitter üzerinden öyle bir açıklama yaptı ki Türkiye’yi korkuttu. Kısa sürede sosyal medyada paylaşım rekoru kıran twitler’de Tezel, çıkarılmayı bekleyen 450 işçi daha olduğunu iddia etti. Bu işçilerin içeriye küllü su basılarak, betonlaştırıldığını iddia eden Tezel bu isimler için de bakanlığın gaiplik kararı vereceğini iddia etti.
Tezel’in “Soma’dan gerçekler” başlığıyla paylaştığı bir diğer iddia ise maden ocağıyla ilgili. Tezel, facianın trafodan kaynaklanmadığını, maden ocağında üç ay önce yangın çıktığını ve bulunan galerinin ağzının beton ile kapatıldığını iddia etti. Buradaki basınç nedeniyle patlama meydana geldiğini, yangının da söndürülmemesinin asıl nedeninin bu olduğunu yazan Tezel, maden şirketinin olayı trafo üzerine yıkarak, tazminattan kurtulmayı amaçladığını ileri sürdü.
Bu iddialara karşı ciddi bir cevap gelmedi.. Ve alelacele, mevzu kapatıldı..
Ardından 13 yaşındaki bir çocuğun İzmir’de sol grupların, SOMA katliamından dolayı yaptıkları eylemde, polis tarafından tutuklandığını gösteren bir fotoğraf paylaşıldı. Canileşmiş, gözlerini iktidar hırsı bürümüş, insanlığını kaybetmişler yine boş durmadılar: 13 Yaşındaki çocuk bilmem hangi örgütün mensubuymuş ve suçsuz kabahatsiz değilmiş.. 13 yaşındaki o çocuğa dinen namaz bile düşmediğini, akil baliğ sayılmayacağını, yaptıklarının mazur görülmesi gerektiğini, üstelik, cinayet, hırsızlık, uyuşturucu satıcılığı gibi bir suç da işlemediğini, sadece bir eyleme katıldığını bile göremeyecek kadar, kalplerindeki karanlık gözlerini kör etmiş ve aynı tipler, SOMA için ne kadar da üzüldüklerini belli etmeye gayreti içindeler.. Yine aynı terane baş göstermiş; Çocuklar üzerinden siyaset yapmayın.. O çocuğa sahip çıkmayı bile AKP’ düşmanlığı özelinde bir tavır zannediyorlar.. Dedik ya, gözleri dönmüş, akılları tutulmuş, kalpleri kararmış diye..
Bugün 14 Yaşındaki Berkin Elvan için ve 13 Yaşındaki o çocuk için, iyi oldu, hak ettiler, ne işleri vardı mitingte, eylemde diyenler; 14 Yaşında Çeçenistan Mitingine katıldığı için İdamla yargılanan, çocuk mahkemelerine değil,yetişkin mahkemelerine çıkarılan, müebbet hapis cezası yiyen, işkence gören, darağacıyla korkutulan, içlerinde hırsızın,arsızın, tecavüzcünün, sübyancının olduğu adli mahkumlarla aynı koğuşa konulan, öldürülemese bile, cezaevi operasyonlarında öldürülmeye çalışılan, sağ kalsa bile, müebbet verilip içerde çürütülmeye çalışılan, çürümeden dimdik ayakta dursa bile, psikolojisi bozdurulmaya çalışılan, Yakup Köse’yi ve cezaevlerindeki diğer gönüldaşları savunamazlar. O’nun için söylediklerinin riyakarlık olduğu, 28 Şubat’ta kendileri pısırık olduğu için, mücadele edemeyip, başkalarının mücadelesini bugünkü rahat ortamda malzeme olarak, kullanan, 14 yaşında başlayan çile dolu bir hayatı, kendi siyasetlerine alet eden, utanmazlar sınıfından olurlar.. Ve öyleler de.. Mazlum’a bile kendi çıkarlarıyla uyuştuğu için destek oluyorlar..
Mısırdaki Esma için ağlayıp, O’nu sembôl haline getiren ve Mısır için meydanlara inenlerin, SOMA’da hayatını kaybedenleri ve ailelerini sembôl haline getirip, bir daha maden ölümlerine, tersane ölümlerine, kısacası işçilerin güvenlik zafiyeti ve ihmalden kaynaklanan herhangi bir sebeple meydana gelebilecek ölümlere tahammülümüz yok diye meydanlara inemeyenler, samimiyetten, ahlâktan, büyüyen, değişen ve gelişen Türkiye’den bahsetmesinler…
AKP Basınında Dünya’ya meydan okuyan edebiyatı yapanlara da küçük bir hatırlatma, Soma’da sade bir vatandaşa‘’İsrail Dölü’’ diyerek, kendine muhalif olan, protesto eden herkesin İsrail ajanı olduğunu zannedecek kadar, psikolojik sorunları olduğunu ele veren Başbakan’ın İsrail’den gelen: ‘’Bütün diktatörler bıyıklı olmak zorunda mı?’’ açıklamasının ardından, bugün; İsrail’e SOMA için gösterdiği hassasiyetten ötürü teşekkür etmiştir..
Yesinler sizin dünyaya meydan okumanızı…
Beyefendi, ilk gün, bu tür kazalar, her yerde oluyor deyip, dalga geçer gibi, tarihin tozlu sayfalarından çıkarttığı maden kazaları listesiyle, gayet rahat tavırlar içinde üzerinde hiçbir sorumluluk hissetmezken, bugün;’’Bu ülkenin başbakanı olarak açıkça ifade ediyorum ki, Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır. ‘’ şeklinde bir açıklama yaparak ne kadar tevazu (!) ve devlet adamı aklına (!) sahibi olduğunu gösterebilmiştir.. Söz ve fillerindeki bu tutarsızlıkların yegane sebeplerinden bir tanesi de; Son dönemde psikolojisinin iyiden iyiye bozuk olmasıdır.. Artık o raddeye varmıştır ki, kendisine muhalif olan olan, her basın açıklaması, eylem, protesto’yu kendisini düşürmeye yönelik İsrail oyunu ve yapanları da İsrail ve diğer dış güçlerin ajanı zannediyor..
Aslında öyle bir şey olmadığını görünce de, normal şartlarda göstermesi gereken tavrı, yapması gereken açıklamayı, vermesi gereken talimatı, iş işten geçtikten sonra icra ediyor.. Kendisine diktatör diyen İsrail devleti’ne de teşekkür ederek, her taşın altında aradığı İsrail’le, Malatya’daki patriot sistemi örneğinde olduğu gibi iş yapmaktan da geri durmuyor… İsrail böyle düşmanla bin yıl dost geçinir, arada içerde başı sıkıştı mı da, Hitler’e benzetir, iki düşman müttefik olarak Uluslararası İlişkiler Teorilerine yeni bir boyut kazandırırlar..
Gariban halk da, her gün, 2 saat karşısında oturduğu lanetli kutunun tesiriyle, Erdoğan’ı emperyalistlerle, Siyonistlerle mücadele ediyor sanır..
Öyle ki, bağımsız bir araştırma şirketi, raporunda 2030 yılında Türkiye’de köylerin tamamen boşalacağını söyler, Tarımın ve bilhassa hayvancılığın en önemli unsurlarından birisi olan Mera arazileri imara açılıp, inşaat arsalarına dönüştürülür, TV’ler saat başı inşaat şirketi reklamlarıyla dolu.. Ama Beyefendinin Jöle’li danışmanları, utanmadan arlanmadan, hâla televizyonlarda vahşi kapitalizmden bahsedebiliyor…
Bir de AKP’li Müslüman kardeşlerimize şunu hatırlatalım: O bazılarınızın inanmadığı, bazılarınızın inanıp da çeşitli saiklerle görmezden gelme ihtiyacı hissettiği yolsuzluk dosyaları ve hepinizin söz plânında lanetlediği vahşi kapitalizme bir örnek: SOMA Holding’in CEO’su ifadesinin alınması ve tutuklama kararının ardından, zamanı gelince konuşacağım diyerek, birilerine mesaj yolladı..Bu mesaj, Taner Yıldız’a ve Tayyip Erdoğan’a idi.. Akabinde, HOLDİNG CEO’su sürpriz(!) bir şekilde, tutuksuz yargılanmak üzere serbest kaldı.. Mesaj derhâl alınmış, Adalet Bakanı’na gerekli talimat verilmiş, CEO serbest bırakılmıştı..
SOMA HOLDİNG’ten birkaç kişi, tutuksuz yargılanacak, göstermelik bir para cezasıyla durum kotarılacak.. Ve Sayın Başbakan’ın:’’ ’’Bu ülkenin başbakanı olarak açıkça ifade ediyorum ki, Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır. ‘’ sözleri hayaldi gerçek olacak…
‘’Son olarak, Mavi Marmara Şehitlerimiz için, İsrail’den istenen vefat eden her insanımız için, 1.5 milyon dolar’ın emsal kabûl edilip, SOMA’daki şehit olan her işçimize 1.5 milyon lira tazminat ödenmelidir..
Tabii ki, gerçek ölü sayısını kamuoyundan gizlediğiniz için, korkutarak, sindirerek susturduğunuz ve isimlerini açıklamadığınız, şehit işçilerimizin ailelerinin konuşması meselesine, yine kendi usûlsüzlüğünüz ve yolsuzluğunuzla bir kılıf bulmayı becermeniz gerekecek…
Ahmet Kemer
ADIMLAR DERGİSİ