İŞKENCE VE AKP
Yıllar önce, AKP iktidarının ilk yılları, hani şu “işkenceye sıfır tolerans” edebiyatının ayyuka çıktığı ilk günler.
Dergi bürosuna gittiğimde -Beklenen Yeni Nizam- misafirlerimizin olduğunu fark ediyorum. Misafirler dergide arama yapıyor, Fazıl Duygun da onlara derginin sahibi olarak nezaret etmekte; benden de kimlik istiyorlar… Soruyorlar, “Adın ne?”, “Baki Aytemiz!”… “Baki sen misin?”… Bunlar bizim masanın, yani İslâmla Mücadele masasının yeni elemanları olduğundan şahsen tanışıklığımız yok. Eskilerden kimse kalmamış. “Bak şimdi buraya gelmemiş olsaydın seni almazdık!” diyerek gözaltına alındığımı tebliğ etmiş oluyorlar.
Dergi bürosunda gözaltına alınan Fazıl ve ben, büronun bulunduğu hanın üçüncü katından polislerle beraber aşağıya iniyoruz. Etrafa bir bakıyorum… “Niye baktın?” diye soruyor biri. “Bayağı da kalabalık gelmişsiniz!” diyorum. O sırda yanımızda olan komiserleri, kendi aracına doğru gidiyor ve hemen telsizden yanımdaki polise talimat veriyor: “Baki’yi kelepçeleyin!” Ters kelepçelenen Baki… Allah tarafından kalplerine düşürülen korku… Hamdederim.
Şubedeyiz…
İlk defa Vatan’a gelmiş oluyorum. Ben, Gayrettepe işkencehanesinin son misafirlerinden biriydim, bizden sonra işkencehane Vatan’a taşındı.
Polisler yol boyunca ve şubede şirinlik yapıyor adeta. Artık işkence yapılmadığından, polislerin de değiştiğinden, “Piç Mahir”in gittiğinden filân bahsediyorlar. Hatta emniyet o kadar değişmiş ki, şuracıkta sıcak su akan bir yer varmış ve orada duş almak mümkünmüş. (“Piç Mahir” meşhur, 90’lar boyunca İbdacılar ve diğer İslâmî mücadele veren grup üyelerine işkence yapmakla vazifeli bir lanetli. Bizzat Kumandan’a da işkence yapmış ve gönüldaşlar tarafından “Piç” lakabıyla onurlandırılmış ve kendisi de bu lakabı gayet tabiî bir şekilde benimsemiş ve şubeye işkenceye aldığı her gönüldaşa, “bana Piç Mahir!” derler diyerek bunu iftiharla dile getirmiş bir mahlûk…)
Şöyle bir baktığımda, Gayrettepe’ye göre burası fizikî imkâlar bakımından gayet rahat. Gayrettepe’de tek bir hücreyi, o zaman MLKP’den alınan Cemil Kuyu ile paylaşmıştım. Bir kişinin ancak sığabileceği tahta bir sedir ve leş gibi bir battaniye… (Cemil Kuyu yardım ve yataklıktan alınmıştı ve onu pek ellemiyorlardı. MLKP yeni kurulmuş ve ilk eylemini Pendik-Kartal taraflarında üst geçitlerden birine bombalı pankart asarak yapmış ve böylece örgütün kuruluşunu da ilân etmişlerdi. İşte bu eylem üzerine MLKP’ye yönelik operasyon neticesi yakalananlardan biri de Cemil Kuyu idi. Cemil ağabey, beni işkenceden getirdiklerinde ısınmam için battaniyeye sarar, moralimi bozmamam için kendi tecrübelerinden anlatırdı. Biz de o zaman işkenceye Yaşar Ayaşlı’nın Adressiz Sorgular kitabını okuyarak hazırlanmıştık. Daha önce Maraş’ta da görmüş olduğum işkenceden dolayı gayet hazırlıklıydım ama insanın dost bir sesle beraber olması ayrı bir rahatlık vermiyor değil.)
O günlerden Vatan’a, duş alma imkânı da olan işkencesiz bir emniyete…
Derken, kulağıma insan bağırtıları gelmeye başladı…
Hani işkence yoktu?
Bunu, emniyette artık işkence olmadığını ikna etmeye çalışan polise söylüyorum: “İşkence yok diyorsunuz ama ya bu bağırtılar ne?”… “Ama o başka, onlar bizim canımızı yaktı!” diye cevap alıyorum. O zaman yine Bağcılar tarafında bir Hizbullah operasyonu olmuş ve operasyonda Hizbullah militanlarından olduğu gibi polislerden de ölen olmuştu. Şimdi en tepedekilerin işkenceye sıfır tolerans diye bağırdığı bir dönemde, kahraman Türk polisi, esir ettiği kişilere aslanlar gibi işkence etmekteydi.
Bursa’da polis ekiplerinin bir genci yol ortasında ters kelepçeleyip yere yatırdıktan sonra işkence ettiklerini belgeleyen video kayıt haberini okuyup ilgili videoyu da seyrederken bu kadar hatıra kafamda canlanıverdi.
“İşkenceye sıfır tolerans var ve polis artık işkence yapmıyor!” edebiyatı yapılıyorken, pratikte bir işkenceye şahit olduğunuzda hemen cevap hazır: “Ama…”
İşte, sol haber portalının ilgili haberi aşağıda:
“Bursa’da polis, 27 Mayıs 2014’te, Bursa Osmangazi Çeşmesi’nin önünde, Metro İstasyonu yanında ve Kıbrıs Şehitleri Caddesi yakınında, bir gence dakikalarca sokak ortasında işkence yaptı.
İşkenceyi görüntüleyen vatandaşlar polislerin yüzlerini yakınlaştırarak çekerken, polis araçlarının plakaları da görüntülere yansıdı.
Odatv’den Fethi Yılmaz’ın haberine göre; ters kelepçe takılarak yere yatırılan gence…”
Ya TELEGRAM?
Kumandan Mirzabeyoğlu’na yapılmaya devam edilen işkence?
“İşkence ve işkenceciyle mücadele, anti-emperyalist mücadelede bir birlik noktasıdır!” demekteydi Kumandan Mirzabeyoğlu, “İşkence” adlı eserinde ve işkenceciye karşı yapılacak en güzel muameleni “kısas” olduğunu ekleyerek.
İşkence ve işkencecilerle mücadelemiz devam edecek.
Bu gün AKP iktidarında işkence son hızıyla devam etmekte… Zira devletin savcısı, “Telegram”a karşı tedbir alınması için yapılan başvuruya, Telegram’ın “ispatlanamaz” oluşunu ileri sürerek Mirzabeyoğlu’na yapılan Telegram işkencesi için tedbir alınamayacağını bildiren bir cevap vermişti. O halde biz de bizzat RTE’nin dahi “telegram” altında olduğunu söylemekte bir beis görmeyiz ki, vatanın ve milletin bağımsızlığı için, Telegram’a karşı çözüm getirebilecek bir siyasi iradenin iktidarı ele alması, çözülmesi gerekli en acil problem olarak kendisini dayatır. Telegram’a karşı çare bulamadığını itiraf eden bir devletin, mevcut siyasi iradenin iradesinin kendisine ait olduğu düşünülemez. Telegram’a çözüm bulamadığını itiraf eden, dolayısıyla kendisinin kontrol altında tutulduğunu, iplerinin başkalarının elinde olduğunu itiraf etmiş olan böyle bir siyasî iradeden, millî bir hamle yapmasını beklemek mümkün olabilir mi?
Kumandan Mirzabeyoğlu’nun bir cümlesiyle bitirelim:
“Gasbedilmiş bütün haklarımız için hedef iktidardır!”
A. Baki AYTEMİZ