İHTİLÂLCİ MÜCADELE VE ÖRGÜT
“Zamane hain ve münafıkları, İslâm’ı eşya ve hadiselere tatbik, bunun için de düzen değişikliği mecburiyeti ortada iken, kanatsız kuş misâli İslâm’ı cihat bahsinden tecrit etmeye kalkarlar ve bu şuurlu hainliklerine bir takım kel keleş mümin geçinen ahmakları da âlet ederek gerçek müminlerin tesirlerini törpülemek isterler, istemektedirler… Buyrun bu soydan anlayışların ne menem bir iş üzerinde olduklarının izâhı:
-“Dinî işlerde bid’atlerin türemesi öyle bir fitnedir ki, zararı bütün mahlûkları sarar. BUNLARDAN BİRİ DE CİHAD VE GAZADA GEVŞEKLİK VE TEMBELLİKTİR. Burada bir nükte vardır ki, münafıklığın alâmeti olmaya kadar gider. O da şehitlik nimetinden kaçınmak… Şehitlik; İslâm’ın kuvvet bulması yolunda can vermektir. Her mü’min fert bu yüksek makamı kalb ve zevk yoluyla benimsemeye, istemeye memurdur. Bu sır icabı olarak Resûl ve Nebîlerin birçoğu, sahabîlerin ekserisi ve Peygamber evlâdının hepsi şehadeti arzulamış ve o yolda ruhlarını teslim etmişlerdir.
Bir kişinin bile sebep olduğu fitne dolayısıyla bütün mahlûkların zarar görmesi karşısında kalblere bir vehim düşebilir. Bu hususta Allah, İlâhî ukubetinin (cezasının) pek şiddetli olduğunu bildiriyor. Çünkü İlâhî rızasına aykırı bir şeyin zuhurunda cezanın nasıl geleceğini takdir, ancak kendi zâtına aittir. İlâhî âdet gereğindendir ki, ceza umumî gelir. Sebep olanlara, başlangıcı dünyada olarak ceza, sebep olmayarak mazur görülecek olanlara da, fitnenin doğuş ve yayılışına mâni olamayarak yalnız kalble karşı durdukları için şehitlik nasip eder.” (Salih Mirzabeyoğlu, Hakikat-i Ferdiyye, İbda Yayınları, sh:133-134)
Münafıklığın alameti olarak tesmiye olunan şehitlik nimetinden kaçınmak… O nasıl olur? Lafta hiç kimse, “şehit olmayı istemiyorum!” demiyor ki?
Hain ve münafık da, “Ben hain oldum, münafık oldum” demez, belki olduğunu da bilmez, o kendini doğru yolda zanneder.
Doğru yoldan çıkıldığının göstergeleri nelerdir?
Doğru yoldan çıkmış olmak, doğru mücadele çizgisinden sapmış olmaktır. Doğru mücadele çizgisi, “İslâmı eşya ve hadiselere tatbik, bunun için de düzen değişikliği mecburiyeti ortada iken”, düzen değiştirmeye matuf bir örgütlenme, örgütlü mücadele çizgisi yerine, bu çizgide kendi öz gücünü tahkim etmek için çalışmak yerine… Bunun da karşı sistemin muvazenesini bozmakla mümkün olacağına nazaran, muvazeneyi bozucu olacağı yerde, mevcut falan ve filanlara destek olursak diye işe başlayıp… Mevcut falan ve filan senin sistemine değil, karşı sisteme taze kan olarak sahaya sürülmüşken, ve adamlar apaçık “bizim misyonumuz gaz almaktı” derlerken, ve hâlâ o çizgilerinden ayrıldıklarına dair “objektif” bir durum söz konusu değilken… Dikkat edilsin, “objektif” diyoruz, bu mevzuda, “falan tarihten sonra değişti” şeklinde ileri sürülen karine ve deliller kadar karşı karine ve deliller de hâlâ mevcut ve bu çerçevede ihanet hanelerine yeni deliller eklemeye devam da ediyorlarken…
Dikkat, asıl hain ve münafık tavrı üzerindeyiz. Hain ve münafık mücadeleden vazgeçen, mücadele ediyormuş gibi gözüken. Hani, mücadele edebileceği bir rejimi mücadele edemeyeceği bir rejime tercih bahsi var “İdeolocya ve İhtilâl”de ki işte:
“Mücadele edebileceğimiz bir rejimi mücadele edemeyeceğimiz bir rejime tercih etmemek, tek kelimeyle aptallık olur. ‘Mutlak Fikir’ bağlılarının kafalarının bulanıklığı ve bulandırıldığı nokta da burada başlıyor. Mücadele edebileceğimiz bir rejimi, particilik ve dernekçilik oynayacağımız, yan gelip yatacağımız, korumakla mükellef olduğumuz bir rejim gibi anlayanlar var. Mesele, onu tepeleme şartlarını hazırlamada. Kanun yolunun bütün imkânlarından faydalanılması hesabı bu noktada.” (Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilâl, İbda Yayınları, 3. Basım, sh: 102-103)
Mücadele edebileceği bir rejimi, mücadele edemeyeceği bir rejime tercih… Nedir o? İşte, Üstad Necip Fazıl’ın mücadele ettiği veya ondan da önceki devirdeki rejim şartlarını bir düşünün. O şartlarda mücadele söz konusu mu? O rejimle mi mücadele etmesi kolay, bu günkü rejimle mi? Elbette ki bu günkü rejimle. Ama işte, “Mücadele edebileceğimiz bir rejimi, particilik ve dernekçilik oynayacağımız, yan gelip yatacağımız, korumakla mükellef olduğumuz bir rejim gibi anlayanlar var.” diyor peşi sıra. Yani mücadelesi kolay oldu diye, mücadeleden vazgeç demiyor. Mücadele deyince de parti ve dernekçilik oynamanın adına mücadele demiyor, parti ve dernekçilik oynamana müsaade edilmeye başlandı diye, rejimi sahiplen, korumaya çalış demiyor; ihtilalci mücadeleden bahsediyor ve mücadele deyince örgütlü ve disiplinli bir ihtilalci mücadeleden bahsediyor ki işte:
“Durumun, ‘ihtilâlci öz’ün zarflanması şeklinde ‘kanun yoluyla zuhur-ihtilâlin hareket kıvamına erme ve ihtilâl durumunu bekleme’ şartlarını aşması, eylemi de gündeme getirmekte ve ‘şiddet yolu” ihmal edilemez yol olarak belirmektedir.” (Salih Mirzabeyoğlu, İdeolocya ve İhtilâl, İbda Yayınları, 3. Basım, sh: 103)
Mücadele adına kendilerine sahte dengeler kuran, gerçek mücadeleden kaçmak için örgütlenmeye gelmeyen, örgütlenmeye gelmediği yerde de örgütsüz gevşek ilişkileri -ahbap çavuş ilişkileri- içerisinde parti ve dernekçilik oynamaya kalkan… Haliyle ihtilâlci olmanın riskini alamadığından, bu defa da mevcut olanı meşrulaştırmak için, mevcudu yıkmanın değil, mevcuda destek olup onu ayakta tutmanın gayretine giren, bunun için kendince fikrî, siyasî temellendirmeler yapmaya başlayan… Hain ve münafıklığa bu yoldan bir geçit açanları enselemenin biricik yolu, aşağıda bizzat Kumandan Mirzabeyoğlu’ndan yapacağımız iktibasta görüleceği üzere, “örgüt” olmaktan, daha doğrusu “ihtilâlci örgüt” olmaktan kaçmalarıdır. (Tabi bir de bunlara karşı gerekli şekilde kesin tavır almayarak fitnenin doğmasına sebep olanlar, fitnenin doğuşunu sessiz kalarak izleyenler, bir yerde “haksızlık karşısında susan dilsizler, şeytanlaşmaya başlamışlar da bu bahsin beraberinde ele alınması gerekenler.)
“İslâm’ı eşya ve hadiselere tatbik, bunun için de düzen değişikliği mecburiyeti” hükmü ortadayken, düzen değişikliği “ihtilâl” dışında başka yoldan olabilirmiş gibi… Neticesi şehitliği istememeye, cihat ve gazadan kaçmaya çıkan pörsüme ve kokuşma halleri… Bunların söz söylemeye hakkı olmadığı gibi müsbet bakımdan ciddiye alınmaya değer tarafları da yoktur.
Kısaca özetlersek, şiddet yolunu göz ardı ederek parti ve dernekçilik oynamayı mücadele diye sunan şehadet kaçkınları ki onların söyledikleri sözün hiçbir kıymeti harbiyesi yok, olamaz. Çünkü:
“Herkes atmasyoncu onbaşı tavrıyla strateji, taktik, tavizsiz çizgi vs. bahsedemez, bu örgüt işidir. Örgütün kendi içindeki tartışmaları bir yana bırakırsak, buna karşı olanların bir örgütleri yoksa, bunlar doğru siyasi çizgi, mücadele biçimi vs. gibi meselelerden bahsedemez.” (Salih Mirzabeyoğlu, Tarihten Bir Yaprak, Gönüldaş Yayınları, 1. Basım, sh: 67)
A. Bâki Aytemiz
ADIMLAR DERGİSİ