İhtilalci Büyük Doğu Akademyası *
I
Salih Mirzabeyoğlu’nun geçtiğimiz hafta İstanbul Haliç Kongre ve Kültür Merkezi’ndeki ‘Adalet Mutlak’a’ Konferansı çeşitli cephelerden değerlendirilmeye devam ediyor..
Geçen bir haftadan sonra salonun kalabalığı görülmeye değerdi demeye gerek kalmadı..
Asıl görülmeye değer olan Mirzabeyoğlu’nun fikri bütünlük içinde, konuşması boyunca Bütün Fikre araladığı kapıydı..
Neden görülmeye değerdi, “suretler olmadan manalar ortaya çıkmaz” ölçüsü bir yana, çizmiş ve çerçevelemiş olduğu tabloda, bakılacak olana, resme, ressama ve resim sanatına da bir ikazı vardı;
“Özellikle ressam arkadaşlar olabilir aramızda onlar için söylüyorum; şu resme nasıl bakmam gerektiğine, senin sanatına dair bir düşünce içinde bir şeyler vermen lazım. Bu resim sadece resim değil. Bu resim bende buna bakabilmek için bir mevzu oluşturması lazım”
Konferansın ikinci bölümünde yerimi değiştirdim.. İlk bölümü uyuyarak geçiren ve ikinci bölümde ortadan kaybolan ortaokul öğrencisinden boşalan ‘sıraya’ oturdum..
Çocuk herhalde matematik dersindeymiş gibi, “Bütün bunlar gerçek hayatta ne işimize yarayacak” sıkıntısı içinde uyuklamıştı..
Biz de sormuştuk ortaokulda, matematik hocamıza, “bütün bu formüller gerçek hayatta ne işimize yarayacak”
Sert bir şekilde, “ Ne demek ne işimize yarayacak! tanksavar nasıl kullanılır, füze nasıl fırlatılır, yer tespiti nasıl yapılır, vs, vs ….”
Bu yavrumuzu hangi heyecan atmışsa bu salona, tam da merak ettiği mevzuların konuşulduğunu idrak edecek yaş ve olgunlukta olmadığı için ikinci bölümü beklemeden çekip gitmişti..
Mirzabeyoğlu’nun bu salonda ve bütün eserler boyunca anlattıklarının gerçek hayattaki karşılığı ile matematik hocamızın cevabı birbirine tersinden yapışıktı..
Eserlerinde ‘yaşanmaya değer hayatın’ nasılını ve niçinini izah eden Kumandan, salona “Birbirimizin gözünü oymaya gelmedik dünyaya” diye hitap ederken tam da “tanksavar nasıl kullanılmazın” ip uçlarını veriyordu hem bu konferansında ve hem de eserler boyunca..
“Çatışanlar çatışıyor, çatışmayanlar ne yapıyor” diye sorarak, silahlar sustuğu zaman konuşacak bir şeyi kalmayanları, bir ideolocyan, yani konuşacak bir fikrin yoksa, “kainatı bir bütün olarak izah edemezsin” diye uyarıyordu..
Bu uyarının Akademisyen Davutoğlu’nun Bahçeli’yi Tunceli’de mitinge davet etmesiyle aynı zamana tekabül etmesi de manidar..
Tunceli’de miting yapamazsa sorumlusunun Devlet Bahçeli değil devletin ta kendisi olduğunu hatırlatır gibi ve “Bağırıp çağırmalarının dışında akademik olarak söyleyebileceğin, ortaya koyabileceğin bir şey yok mu” der gibi;
“Hangi davadan olursan ol. Kendini derin derin ileriye doğru izah etmek zorundasın.. İnsandan çıkan her şeyin insanı ilgilendiren bir tarafı vardır.. Kainatı derinliğine bir bütün olarak izah edeceksin ya da neden izah edilemeyeceğini izah edeceksin.. Ondan sonra toplumu, ondan sonra tek tek insanı izah edeceksin.. Yani insan ve toplum meselelerinin halli davasında bir külli fikrin olacak.. Buna dair ölçülerinin olduğu yerde herkes için kendisine dair tekamül edilecek taraf belirtilmiş demektir. Ondan sonra şu fikirlerden hangisi doğru, bunların bir karşılaştırması olacak” diye sesleniyordu..
Yaşanmaya değer hayat böylece belirlenecek.. Tanklar, toplar savaşmak için değil belki savunma için hazır bekletilecek..
Meselelere merakı ve samimiyeti ‘kavga seyretmek’ olmayanlar görüyor ve göreceklerdir ki, bu konferans ve onun sahibi yeni bir fikir çağının müjdecisi makamındadır..
“Yeni Dünya Düzeni kurulacaksa, Buradan Başlamalıdır” diyerek, merkeze Başyücelik Devleti’ni almış, Amerika’nın Irak’a bombalar eşliğinde demokrasi ithal eden ‘Yeni Dünya Düzeni’ni elinin tersiyle iterek; Fikir Çağının başlangıcını yani gerçek Yeni Dünya Düzeni’nin kendisiyle; İstanbul’da ve Türkiye’den başladığını ilan ve ihtar etmiştir..
Yeni Dünya Düzeni’nin empoze ettiği fikir Büyük Doğu – İBDA’nın örgüleştirdiği İdeolocya Örgüsü’dür ve bu konferans vesilesiyle gözleri çıkartacak bir şekilde göz planına çıkan İhtilalci Büyük Doğu Akademyası’dır..
II
Fikir Çağının kapısının açıldığına dair ölçülendirmelerinde ise;
Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının teknolojiye bir ruh aramak için yapılan savaşlar olduğunu hatırlattı ve bunun başarılı olmadığını söyledi..
Bu başarısızlık sebebiyle ki, Batıda bir Uzakdoğu dinleri akımı başladı..
Mirzabeyoğlu, Batının Uzakdoğu dinlerinde aradığı şeyin teknoloji sayesinde şekle ve kalıba büründüğünü vurguladı.. Belki de teknolojiyi bu akımlar ileri fırlattı..
Kendi sözleriyle, “Teknoloji, Şamanlıktaki hareketlerin, İslam’daki küçük keramet denilen hadiselerin yerini almış durumdadır. Burada İslam için bir şans doğuyor.. Teknolojinin zaferi gibi empoze edilmeye çalışılan şey ruhun intikamı, zaferidir.. Böylece gerçek ruhçuluğa yer açılmış oluyor.. Sahteyi teknoloji kaldırdı, buyurun ne yapacaksanız gösterin”
Gerçek ruhçuluğun adresinin İslam olduğunu hatırlatmaya gerek yok.. Peki gerçek ruhçular nerede?
Batının İslam’ı atlayarak Uzak Doğu’dan devşirdiğinin İslam’da ‘küçük harika haller – istidraç olarak çerçevelendiğini, teknolojinin bu halleri muhasara altına alarak ortadan kaldırdığını ve meydana çıkan boşluğun ise ‘gerçek ruhçular’ için fırsat olduğunu idrak edecek olanlar nerede; İşte bu salonda..
Fikir Çağının işaret fişeğini Alev Alatlı’dan da benzer şekilde okumuştuk,
“Malazgirt’ten bu yana top ilk kez ayağımıza geldi. Akıl almaz sandığımız kuantum fizikçileri ile bizim sufi tayfası el ele…”
III
99 yılının ilk aylarında kendisini ilk kez Metris Cezaevi’nde gördüğüm Salih Mirzabeyoğlu, o gün kalabalık ziyaretçi kafilesine, “ Kendinizi yetiştirin.. Formasyonunuzu tamamlayın” uyarısı yapmıştı..
57 ciltlik külliyatıyla Mirzabeyoğlu, gençliği fırtınalı denizlerden ‘Kurtuluş Yolu’ limanına yanaştıracak reçetesini tamamlamış tek mütefekkirdir..
O’nun suretinde İslam’a Muhatap Anlayış’ın sırrını idrak etmek isteyenler; lugat denizine dalarken ciğerlerine çektikleri havanın yeterliği nispetince, mizacına ve kumaşına uygun bir ‘Berzah’tan kıvrılarak, mutlak fikre yol bulmak için ‘Bütün Fikrin Gerekliliği’ne has ve hususi bir ‘Dil ve Anlayış’la, ‘Yaşamayı Deneme’yi hedefleyecek, ‘Kültür Davamız’ı, ‘Şiir ve Sanat Hikemiyatı’yla örgüleştirerek, ‘İktisat ve Ahlak’ı ‘Hukuk Edebiyatı’ kalıplarıyla perçinleyerek, ‘İBDA Dilayektiği’ni ‘İdeolocya ve İhtilal’ stratejisiyle tahkimleyecek, her biri birer ‘Aydınlık Savaşçıları’ ve her biri birer ‘Hikemiyat’ peşinde koşan alperenler olmak için yanacak, kavrulacak ve nihayetinde beklenilen ve özlenilen topyekün ‘İslam’a Muhatap Anlayış’ın ‘Kökler’ine doğru akın başlatacaktır..
Bu zorların zoru yolun en başında, ‘İstikbal İslam’ındır’ inanç ve şuuruyla, aşk, vecd ve diyalektik bütünlük içinde fikir kaoslarından çile ‘Anafor’una ve elbet ‘Necip Fazıl’la Baş başa’ ve elbette ‘Müjdelerin Müjdesi’yle, belki ‘Damlaya Damlaya’, belki de ‘Tarihten Bir Yaprak’a tutunarak, ‘Büyük Muzdaripler’in çektiklerini yol boyu azık yaparak, ‘İman ve Tefekkür’den bir miskal uzaklaşmadan, ‘İnsan’ın bütün meselelerini ve hatta en başın başında ‘Madde Nedir’i ve rüyayı ve şiiri ve ‘Kayan Yıldız Sırrı’nı da ıskalamadan, aslına yakın ‘Gölgeler’i, ‘Yağmurcu’nun nizam ve intizam insiyakiyle, davanın ip uçlarını ‘Sahabilerin Rolü ve Manası’ndan alarak ‘Hakikat-i Ferdiye’ye bağlayacak; bu ağır sorumluluk ve zorunluluk altında, ‘Hırka-i Tecrit’ içinde hicap ve edeple terleyecek, ateşten denizleri mumdan ‘Sefine’yle geçerken, ‘Adımlar’ında gören, görünen ve gördüren olarak ‘Üç Işık’ hikmet kıvılcımlarıyla, ‘Marifetname’yi bir ‘Münşeat’e devşirerek, ‘Kavgam’ın nasılını ve niçinini, ‘Elif’ suretinde resmederek, kaçak ve kurnazın ‘Tilki Günlüğü’nden ‘İşkence’li ve sayılı günlere döne döne, nabzında inkılabın manasını duyacak ve ‘Başyücelik Devleti’yle zamana mührünü vuracaklardır…
IV
Konferansın tertip komitesini kutlayarak, üç nokta üzerinde, bundan sonraki çalışmalarında faydalı olur ümidiyle;
Salon büyüktü ama kalabalık daha büyüktü..
Salonun dışındaki alanlar bile insan seliyle doldu taştı.. Bu kalabalık ve salonun durumu öngörülemediği için haremlik – selamlık meselesi tam ve istenilen şekliyle gerçekleştirilemedi.. Bu hususu geleceğin belediyecilerine de not düşerek, salondaki ses düzeninin, Mirzabeyoğlu’nun mikrofonlarının, oturduğu sandalye ile masanın nispetsizliğini de hatırlatmak istiyorum..
——————————
* Ruşen Çakır’a dip not: “İBDA, kuşa niyet çektirircesine bulunmuş bir isim değil, İslâma muhatap anlayışı temsil makamındaki BÜYÜK DOĞU’ya nisbet vasfını gösteren bir sıfattır. Demek ki İBDA, hem sıfat, hem isim, hem iç mânâ, hem dış temsil, hem öz ve hem de nakıştır.” İBDA Diyalektiği – Sayfa; 13
Recep YAZGAN