EMPERYALİZMİN ŞEKİLLENDİRDİĞİ HAYATLAR
Temel yapısı tüketime endekslenerek şekillenen emperyalizm, hazza ve dolayısıyla nefsaniyete hizmet ederek varlığını idâme ettiriyor. İnsanlık nefsin hilelerine karşı mağlûbiyetini, emperyalizmin boyunduruğu altında olmaktan hayıflanmayıp ne verilirse, alan, yiyen, giyen, bir tutum sergileyip ve ona karşı savaşan insanları, gurupları yine onun diliyle tanımlayıp aşağılayan reaksiyonlarla göstermektedir.
“Yeni Dünya Düzeni” adı altında Hıristiyan- Yahudi işbirliği ile kurulan bu sistemin gayesi; İslâm’ı yok etme faaliyetleri üretmektir. Bu faaliyetleri yapmak, yaymak ve yaşatmak için, kurum, insan, sanat, politika vs. gibi unsurları kullanır. Emperyalizm, kadını güçlü ve etkili bir silah olarak kabul etmiştir. Kadınların güzel görünmek merakı ile lüks ve konfora olan düşkünlükleri, onları cazibe merkezi hâline sokmuştur. Feminizm bu amaç doğrultusunda ortaya çıkan bir akımdır. Önce “kadının ezilmişliği” ve ardından “kadın erkek eşitliği” gibi düşünceler dikte edilerek aslında kadınlık keyfiyetine darbe indirilmiştir. Emperyalizmin uzantısı olan “devletçikler”, “kadın çalışmalı, üretmeli, erkekle aynı yaşam hakkını elde etmeli” gibi söylemlerle kadınlık hakikatini alaşağı etmişlerdir. Uyguladıkları çalışma programlarında kadına göre şekillendirme yapmak bir yana, daha çok iş, daha az ücret mantığı ile kadınları sömürmektedirler. Güya ezildiği söylenip, çalışma hayatına yönlendirilerek özgürleşen kadın tipi günümüz kadınlarının çoğunluğunu oluşturur. Kadının çalışıyor ve para kazanıyor olması elbette emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmektedir. Çalışan kadın hergün aynı kıyafeti giymek istemeyeceği için, kozmetik ürünlere ihtiyacı olacağı için, çocuğuna bakıcı, kreş, tahsisedeceği için, evine temizlikçi bulacağı için, dışardan, hazır yemeklere yöneleceği için tam bir tüketicidir. Ürettiğinden çok tüketmeye yönlendirilir. Çalışan kadın imajı budur. Sonrasında borç içinde iki yakasını bir araya getirmeye çalışırken bulur kendini. Memleketin haline, dünya meselelerine karşı yabancı gözlerle bakar. Çoğunluğun, medyanın oluşturduğu kanaatler onun da fikri oluverir. İşbirlikçilerin kulağıyla duyup, onların ağzıyla konuşur. Zulme rıza göstermek istemeyip mücadele edenler zalim, zulmedenler ise haklıdır onun nazarında. Vakti yoktur, çünkü çalışmalı borç ödemeli, ona lâyık olan evi, arabayı, yazlığı almalı, moda olan kıyafeti alıp giyinmeli, son moda eşyalarla evini döşemeli, çocuğunuözel okula, hocaya, dershaneye vermelidir. v.s. Müptelâsı olduğu dizilerin bir karesini bile kaçırmamak için yapıştığı ekrandan farklı bir kanala geçebilirse, ne olup ne bittiğine dair malûmat sahibi olacaktır belki. Tabi, yorgunluktan uyuyup kalmamışsa eğer.
Peki, öncelikli vazifesi çocuk yetiştirmek olan kadının, bu hayat biçimiyle anneliğini nereye oturta biliriz? Annelik ve eşlik gibi kutsî vazifeler emperyalizmin çarkı içinde yok olmuştur. “Cennet annelerin ayakları altındadır.” Emperyalizmin şekillendirdiği kadın tipi bundan nasiplenebilir mi dersiniz? Annenin ve babanın yoğun iş temposu ile gerek borç batağından, gerek hırs ve gösteriş merakından kaynaklı isteklerinden dolayı ikinci plana attıkları çocukların durumu hiçte iç açıcı değil.
Tüketime dönük bir toplum bünyesindeki eğitim hayatı, bu hazcı anlayışa göre şekilleniyor. Ahlaki ve dini eğitimden mahrum olarak yetişen,son yirmi yılın nesli bu dönemin anne, baba adayları iken, onların ebeveynleri Dallas ve o minval üzere yayınlanan pembe dizilerin izleyici kitlesinin oluşturduğu Özal neslidir. Amerikan hayat tarzının bu gibi yayınlarla, beyinleri uyuşturma yoluyla pençesine aldığı insan kitlesi, dini ve ahlaki değerleri görmezden gelerekemperyalizmin boyunduruğu altına girmiştir. Geçmişinden koparılarak, milli kültür yapısına yabancılaşan gençler okullarındaki Batı tarzı eğitim işleyişi ile köklerine daha da uzaklaşmışlardır. Gereken bilgi, birikim ailede de olmayınca çocuklar hazcı, “gâyesigâyesizlik” olan bir haleti ruhîye içine girmiştir.Ayıp, günah, haram, israf gibi kavramlardan bihaber yetişen çocuklar, bunların manâsını sözlüklerden bularak, bir-iki senedir derslerinde işlemeye başladılar. Hayatın her alanında temel taş olan ve hususiyet arz eden bu mefhumları genel geçer kaidelermiş gibi ele alıyor olmak işin özüne nüfûz edilmesini engelliyor. Anne ve babasının, çevresindekilerin en son olarak yirmi- yirmi beş yıl önce hayatından soyutladığı bu kavramları çocuğun bir yerlere oturtması oldukça güç. Güç olan başka bir şey ise; Peygamber efendimizin “ başka ümmetlere benzememek” yönündeki hadislerini izah’ a yeltenmek. Batı tipi hayat tarzının, Brezilya dizileriyle beyni uyuşmuş annenin, işi ile evi arasında kafasını kaldırmaktan aciz babanın yanında ve eğitim öğretim için gittiği kurumda ilkinin sadece söylemden ibaret kalmasının yanında öğretmenlerin; “işimi yapar giderim” mantığı ile öğretim yaptığı, ders notlarına odaklanıldığı, sigara içiminin, madde bağımlılığının arttığı ve görmezden gelindiği okul hayatında şahsiyeti şekillenen çocuğa giyiminin, konuşmasının, hâl ve hareketlerinin, tutum ve davranışlarının öz kimliğine yabancı oluşu nasıl anlatılır?
Köküne düşmanlaştırılan, güneş ışığından, sudan mahrum bırakılan talihsiz bir nesil vardı. İşte bu nesil ağacın gövdesini, yabancılaşan nesil kurumaya yüz tutmuş dalları, yabancı olamayacak kadar kendisinden habersiz nesil, yani günümüz gençliği dallardaki çürük meyveleri oluşturuyor. Evet gerçekten böyle. Gençler hiçbir fikre bağlı olmamayı erdemlilik, istediği gibi giyinmeyi, konuşmayı, özgürlük olarak benimsemişler. Boşluğa düştükleri bir an ise çözümü; uyuşturucu kullanıp, intihar’ a yeltenerek buluyorlar. Madde bağımlısı gençlerin derdine derman olacak kurumlar yetersiz kalıyor, çünkü ilkokul öğrencileri bile bu illete yakalanıyor. Varın sayısını siz hesap edin. Hayıflanmamak gerek gerçi. Emperyalist devletlerin hemen hepsinde durum aynı, işbirlikçi kesimi memnun etmeli bu durum!.. İdeâl olarak öne sürülen, boyunduruğu altına girilen toplum bünyesinin semeresi, olmazsa olmazları bunlar.
Bu yabancılaşmışlığın içinde bazı tipler var. “Kendini mi arıyor?” desek, daha da yabancılaşıyor mu? “Ne ve nasıl olması gerektiğini bulmaya çalışan” desek, daha ümit verici olur herhâlde. Son dönemlerde başörtüsü takan çok sayıda genç kız görüyoruz. Başlarını örtüp, dar ve kısa bir blûz altına giydikleri (Blucin) kot pantolon ile yapısı gereği vücut hatlarını belli ettiği için tesettüre aykırı bir tarz oluşturuyorlar. Dinine, ahlâkî ilkelerine yabancı yetişen gençlerin kılığımızla mensubu olduğumuz fikri, kültürü, dünya görüşünü de yansıtırız bilgisinden haberdar olmaları yersiz bir beklenti olur. Aynı zamanda türbanın “hür olma” mâhiyetini kapsadığını, tam bağımsızlık ve üstünlüğün kendi tarzını yansıtabildiğin müddetçe sağlanacağını düşündüğümüzde kızların bu giyim şekliyle emperyalizmin işleyişine katkıda bulunduklarını söyleyebiliriz. Emperyalizmin güdümünde işleyişini sürdürüp, misyonunu ifâ eden moda, İslâmî kılığa elini atmış ve onu bu yolla da alaşağı etmenin formüllerini uygulamaktadır. Kızlar ise hem örtünüp hem de bakışları üzerine çekmenin yolunu “altı kaval üstü şişhâne” görüntüleriyle gerçekleştiriyorlar. Ümit Meriç’in geçmişte İranlı üniversite kızlarının bu tarzlarına atfen yaptığı yorumu paylaşalım.
“Batının bize yolladığı faydacı, maddeci, ahiretsiz, sorumsuz, manevi neşesiz dünya görüşü ile İslâm’ın sunduğu maneviyatın, güzelliğin sentezi herhalde bu olmamalıdır. Meseleyi açıkça ortaya koymamız ve hangi dünya görüşünün insanı olduğumuzu devletçe ve milletçe tespit gerekir.” (1)
Müslüman bir kadın ve erkek, Allah’a iman etmiş olmanın mesuliyeti ile zaten üstün olma sıfatına nail oluyor. Müslüman kadın başörtüsü takma zarureti ile diğer toplumların ve kültürlerin kadınlarından ayrılarak imtiyâza ermiştir. Kimliğini, şahsiyetini haya vasıtası olan giyim şekliylecümle âleme bizzat hayatın içinden gösterir. Karşı cinsten, aynı zamanda da hemcinsinden ayırdediclici hususiyetlere haizdir Müslüman kadının giyimi. Erkeği ise sakal bu imtiyaza erdirir. Müslüman bir erkeği diğer toplumlardaki erkeklerden sakal hususiyeti ile ayırırız. Emperyalizmin dikte ettiği hayat tarzında sakal kirliliğin, kendine özenmemenin, pasaklılığın resmi gibi gösterilirken, jilet kaydı diye ifâde edilen ve bakımlı erkeğin imajı olarak lanse edilen tıraşlanmış yüz şekli ve dönem dönem modalaşan “top sakal”, Müslüman erkeğin kimliğine saldırı amacıyla ortaya atılan tasarılardır. Alâmet-i farikâdır, Müslüman erkeğin sakalı. Geçmişte gayri müslim kadınlara başörtü takma izni verilmemiştir. Aynı durum sakal bahsinde de geçerlidir.
“Allah kuluna verdiği nimetin eserini görmeyi sever.” Allah’ın bizlere bahşettiği idrak ve akıl gibi nimetlerle ve temel ölçüler ile Peygamber Efendimizin ışığında yeni nesli yoğurmak, şekillendirmek ve bunu hayata geçirmekle mükellefiz. B.D.- İBDA Dünya Görüşü çağımıza bu eseri teklif edici mahiyetiyle meydanlardadır.
Hâkimiyet makamı Allah.Allah’a ve Resûlü’ne bağlılık ile oluşan kulluğun ilk vazifeleri arasında başka ümmetlere benzememek ölçüsü varken, tam bağımsız bir çizgide biçimlenen toplum bünyesinin temelinde ise “Ruhçuluk, Keyfiyetçilik, Şahsiyetçilik, Ahlâkçılık, Milliyetçilik, Sermaye ve Mülkiyette Tedbircilik, Cemiyetcilik, Nizamcılık, Müdâhalecilik” (2) gibi dokuz temel prensibi zihinlere ve hayata geçirmek vazifesi var.
1) İslâm’da Kılık Kıyafet Ve Örtünme. Ümit Meriç. İsav Yay. s.f: 40
2) İdeolocya Örgüsü. Necip Fazıl Kısakürek. B.D. yay. shf: 393-403