YAŞAR KEMAL ÖLDÜ

YAŞAR KEMAL ÖLDÜ

Şubat ayının son günü romancı Yaşar Kemal’in ölümünün ardından gazete ve televizyonları görünce ister istemez aklımıza, Andre Gide ölüm döşeğindeyken, bir başka Nobel ödüllü Fransız yazar Mauriac’ın “Gide bugün ölürse gazetelere bir haber kazandıracak ve nihayet bir işe yaramış olacak” sözü geldi. Yaşar Kemal nihayet bir işe yaradı ve sayesinde medyaya bol soslu haberler için fırsat çıktı. Artık unutulmaya yüz tutan edebiyat, roman, dil, Türkçe gibi kavramlar gömüldükleri lahitin taşı birkaç günlüğüne açılarak yeniden soluk alma şansı buldu. Böylece Yaşar Kemal’de sağlığında olmadığı kadar Türkçe ve Türk edebiyatına ölümüyle bir katkıda bulunmuş oldu.

 

Dinsizliği dillere destan Volter’in meşhur bir sözü vardır: “Dirilere nezaket borcumuz vardır. Ölülere ise bir tek vazifemiz kalmıştır: Dürüstlük.” Dürüst olmaya çalışıyoruz ve Yaşar Kemal’in Türk edebiyatına getirisinden çok götürüsü olduğunu iddia ediyoruz. Ne keline sırma saç diyeceğiz, ne de badem gözleri için serenat döşeyeceğiz.

Üstad Necip Fazıl’ın ilk olarak 1940’lı senelerin hemen başında “Tanrı Kulundan Dinlediklerim” adıyla tefrika edilen eserinde bahsettiği bir kıssa vardır: “İyi insanlar iyi atlara binip gittiler.” Bu yazılar yayınlanırken amiyane tabirle Yaşar Kemal yalınayak çelik çomak oynayan bir çocuktu. Fakat Üstad’dan onlarca sene sonra bu kıssayı “Demirciler Çarşısı Cinayeti”nin girişinde kullanan “büyük(!) romancımız” Yaşar Kemal’in bugün geriye bıraktıkları arasında en akılda kalan cümle de bu olmuştur. Nitekim birçok gazete de ölüm haberini verirken spot olarak “iyi insanlar iyi atlara binip gittiler” sözünü kullandı ki, yazı dünyamızda patenti Necip Fazıl’a ait olan bu kıssayı senelerce pazarlayıp da, bir defa olsun, “benden evvel bunu Necip Fazıl yazmıştı” diyemeyecek kadar intihale yatkın ve fikir ahlâkından da yoksundu.

 

Romanın merkezi insandır. Oysa Yaşar Kemal’in insanları mukavvadan yapılmış gibidir. İnce Memet dahil “tıpkı ben” yahut “tıpkı filanca” diyeceğin, sokaktaki insandan daha “gerçek” olan bir tane Yaşar Kemal tiplemesi hatırlayanınız var mı? İnsan “yaratmaktaki” acziyetini, kukla konuşturarak örtmeye çalışan ve kahramanların cansız oluşu da belli olmasın diye efsane ve masallardan oluşan bir sis perdesi altında türlü gevezeliklerle onları saklayan ve bunu da “çağdaş Homeros’luk” diye pazarlamayı ustalıkla başaran Yaşar Kemal’in Türk romanında ciddiye alınacak bir merhale olmadığı kanaatindeyiz.

 

Roman “icatçı hayat taklididir” ve “ölmeden önce nefsini hesaba çekmeye” muhatap olan insan, zamanın her an yeni tecellilerle kesintisiz akışı karşısında hayatı roman kalıpları içinde seyredip otopsiye yatırabilir. Yaşar Kemal’in romanlarında insan yok ki? Onu çağdaşlarından –mesela- bir Orhan Kemal’le kıyaslayınca bile neyin derdinde olduğumuz anlaşılır? Birisinde kanlı canlı evimize giren, yanımıza oturan, hayatımızın bir parçası olan roman kahramanları, diğerinde nasıl da tenekeleşiyor. Teneke demişken, bu da Yaşar Kemal romanlarından birisidir. İdealist bir kaymakamın sıtmayla mücadele amacıyla almak istediği tedbirlere karşı çıkan büyük pamuk üreticisi ağaların entrikasıyla nasıl ardından teneke çalınarak sürüldüğünü anlatır. Eski Türk filmlerinin artık çocuklar tarafından bile ciddiye alınmaz “iyiler – kötüler” sığ ayrımının en ilkel versiyonudur. Ne iyinin niçin “iyi” olduğu, ne kötüyü “kötülüğe” sürükleyen ferdi çalkantılardan tek bir esinti bulamazsınız. Birisi haindir, diğeri kalleştir, öbürü iyidir; beriki şöyledir; ama kötü kendi içinde kötüyü nasıl ve hangi hislerle yaşıyor; iyinin iyilikle aynada yüzleşmesi nasıl; tek işaret bulamazsınız ama onun yerine bolca kuş adı, çiçek ve böcek isimleri akar durur sayfalarda.

 

Romanda insan olmalı dedik ve Yaşar Kemal’de yok. Daha sonra ne olmalı? O insanın meselesi olmalı. Yaşar Kemal romanları denildiğinde akla ilk olarak ağalık düzenine karşı dağa çıkan ve toprak reformu için savaş veren İnce Memet gelir. Türk romanına sadece içtimâi planda olsa bile bir mesele kazandırma savaşı veren usta romancı Kemal Tahir, zamanında bu eşkıya romantizminin maskaralığını da ustaca sergilemişti. Onun Rahmet Yolları Kesti romanı bir nevi Yaşar Kemal’in “İnce Memet”le kutsadığı dağ eşkiyasının maskesini indiren şahane bir tokattır. Bu romanda eşkıya halka karşı zalim, ağa ile işbirliği içinde ve çıkar düşkünü bir portredir. Okuması yazması olmayan İnce Memet’e “bilimsel sosyalizm” savaşı verdiren ve toprak reformu yaptırmaya çalışan Yaşar Kemal’den –onların sevdiği tabirle- çok daha gerçekçi olduğu da muhakkak. Audré Maurois’in “Ahlak düzeni sağlam olmayan ve soyguncularıyla başa çıkamayan bir toplum soyguncularına karşı hayranlık duyar” sözü, İnce Memet’i görünce hiç de sebepsiz değilmiş.

 

Yaşar Kemal’in romanlarında en başarılı bulunan yön ise tabiat tasviridir. Hakikaten bir romanında geçen böcek, börtü, ot ve çiçek isimlerini alt alta sıralasan sayfaların hatırı sayılır bir bölümünü doldurur. Elbette tasvir gücü bir romancının önemli bir kabiliyetidir. Ancak bu tasvirler insanı saklamak için değil, canlandırmak için yapılırsa makbuldür.  Büyük yazarlar gördükleriyle yetinmez; onlar “görülenin”, “bilinenin” ardındaki “görülmezi”, “duyulmazı”, “bilinmezi” aramışlardır. Müşahhası mücerrede giydirilmiş bir peçe gibi görürler ve sanatçı onu aralayabildiğince kıymet arz eder. Mevzu ile ilgili olan, okuyucunun önünde yeni bir ufuk açan tabiat tasvirleri çok güzeldir. Ama Yaşar Kemal’in romanlarında olduğu gibi muhtevayla hiç ilgisi olmayan, sayfa doldurmak için yapılmış tasvirleri komik buluyoruz. Edebiyatın merkezinde insan olmalı, tabiat ise onun baktığı yerden, onun baktığı kadar işin içine girmeli..

 

Tasvir, meseleyi anlamamıza yardımcı olacak; yazar, istidadınca tasvir ettiğinin ilerisinde bir sırrı, bir meseleyi kurcalayacak… Böyle durumlarda “tabiat”, eserin ayrı bir kahramanı olur, okuyucuyu da içine çeker. Yani gereksiz tasvirler kadar, ihtiyaç duyulan yerde tasvirden kaçmak da sanat eserini zedeler ve zayıflatır. Alıcı gözle ve bir şeyler bulmak için kendimizi zorlayarak okuduğumuz birçok Yaşar Kemal romanı oldu ve hiçbirisinde bu aradığımız inceliklerden pay bulamadık. Eğer genç yaşta karşısına bir Yahudi kadın çıkıp onunla evlenmeseydi, Yaşar Kemal değil Edirne’nin dışına çıkmak, bugün bizim bu yazıya zaman ayırmamıza bile değmeyecek kadar problem teşkil etmezdi.

 

Evet, Yaşar Kemal öldü. Sen ol da Mauriac’ın üstelik de Andre Gide kalitesinde birisi için söylediğini hatırlama!.. O sözün altını çizmeye değer.

 

Hakan YAMAN

ADIMLAR 6. Sayı

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: