DOĞUDA ve BATIDA KADİM TARIM KÜLTÜRÜ ÜZERİNE -II-
BİR PORTRE: RUDOLF STEİNER
19. yüzyılın ikinci yarısında dünyaya gelen Avusturya asıllı filozof, bilim adamı, eğitimci, sanatçı, bâtınî ilimlerle uğraşan, antropozofi ekolünün kurucusu. Viyana Yüksek Teknik Okulu’nda sosyal bilimler ve matematik okudu. 1891’de “Hakikat ve Bilgi” teziyle Rostock Üniversitesi’nde doktorasını tamamlayıp, 1889 ile 1896 yılları arasında Goethe’nin tüm eserlerini yayına hazırladı ve 1902’de H.P. Blavatsky’nin kurmuş olduğu Teozofi Cemiyeti’ne katıldı. Ancak sonradan “hakikat yolu”nun sadece Doğu mistisizmine dayandırılamayacağı gerekçesiyle bu cemiyetten ayrılıp, 1913’te reenkarnasyonu (bir nevi tenasüh) ilke edinen Antropozofi Cemiyeti’ni kuruyor.
Steiner, antropozofi’yi bir “manevi gelişim yolu” olarak tanımlamıştır. 1920’de Goethe’nin yazılarından esinlenerek kurduğu okula Goetheanum adını verdi. Hayatının son yirmi beş yılını ruhîlik, sosyal bilimler, eğitim, sanat, tarım ve sağlık üzerine ders ve konferanslar vererek geçirdi. Steiner’in çalışmaları birçok ülkede, engelli çocuklar için okulların, bilim araştırma merkezlerinin ve sanat okullarının kurulmasına yönelik girişimlere temel oluşturmuştur.
Rudolf Steiner, Avrupalı aristokrat çevrelerde pozitivizmin, rasyonel aklın, materyalizmin, ilahlaştırılan bilimin ve bu temellere dayanarak ortaya koyulan maddeci-mekanik dünya görüşünün ciddi şekilde ilmî ve fikrî tenkidlere maruz kalmaya başladığı yıllarda, ruhçu ilim vasatında önemli yere sahip bir aydındır. O dönemde, felsefe ve psikolojiden fiziğe, tarihten sanata, eğitimden teknolojiye kadar bir çok alanda, haysiyetli ilim adamları ve fikirciler, insana ve topluma dair hemen her temel meselede maddeci-mekanik dünya görüşüne karşı sarsıcı tenkidler yöneltmeye başlar. Steiner tüm bu çalışmalarından gayet yerinde ve isabetli bir üslupla yararlanarak, maddeciliğe ve determinizme karşı ruhçuluğu, maneviyatçılığı savunarak, kendi dünya görüşünü oluşturmanın yollarına gider. Bu dünya görüşünün belli başlı alanları şunlardır: Biyodinamik Çiftçilik ve Bahçecilik, engellilerin iletişimi ve eğitimi, psikoloji, eğitim felsefesi, tıp, eczacılık, matematik, fizik, resim, heykel, müzikle terapi, drama, astronomi, ekonomi… Steiner’in bütün bu alanlarda yaptığı sistemli çalışmanın adı, dünya görüşünün de en kısa ifadecisi: Antropozofi. Türkçesi insanın bilgeliği, insanın hikmetleri gibi anlamlara gelir. Biyodinamik tarım da bu dünya görüşünün kendine mahsus bir alanıdır.
Steiner’in 1924 yılında sekiz ayrı ders halinde verdiği seminerlerinden temellendirilerek, takipçilerinin geliştirmesiyle son hâlini alan biyodinamik tarım anlayışı, endüstriyel tarım ve küresel gıda düzenine karşı yükselişe geçen alternatif tarım paradigmaları arasında yerini korumaktadır.
Bugün dünyada batının tarımda kapitalizmi hakim kılışı, gıda, su ve toprak emperyalizminin etkilerinin ciddi şekilde tüm insanlık tarafından hissedilmesiyle birlikte, alternatif tarım paradigmaları geliştirilmeye başlamıştır. Biyodinamik tarım bunların en eskisi olmakla birlikte, en zahmetlisi olması hasebiyle 200 yılda toplumların bu anlayışı kabul hızı çok yavaştır.
KİTAB’ÜL FİLAHA ve BİYODİNAMİK TARIM’IN KARŞILAŞTIRILMASI
Rudolf Steiner, İslâm ülkelerinde araştırmalar yaptı mı bilmiyoruz ama geliştirdiği ve temellerini attığı biyodinamik tarım’ın İslâm tarihindeki kadim tarım kültüründen çok şey aldığını görmekteyiz. Bunlardan bazılarını karşılaştırmalı olarak analiz edelim:
Kitab-ül Filaha’da Ay-altı evrene ait olan ve dört unsurla dört keyfiyetin birleşmesinden oluşan üç varlık âlemi de burçlarla ilgilidir. Nitekim geçen sayıda altını çizdiğimiz gibi 12 burçlar kuşağının asıl sayısıdır ve üç ile dördün çarpımından meydana gelir. Geleneksel olarak algılandığında bu sayılar, Külli Tabiat’ın elementleri meydana getiren fail (sıcak ve soğuk) ve münfail (kuruluk ve nemlilik) niteliklere ayrılmasını ve Külli Nefs’in üç önemli eğilimini sembolize eder. Külli Nefs’in eğilimleri şunlardır: 1. İlkeden uzaklaşma hareketi 2. Yatay genişleme 3. Tekrar ilkeye dönme. O halde 12 burç, sayısal sembolizmlerinde evreni yöneten ilkenin tümünü içerir. [1]
Biyodinamik Tarım ekolünün takipçisi Maria Thun:”Yeryüzünden bakış açımıza göre, bir yıl zarfında güneş on iki burcun her birinin bölgesinden geçer. Ay ve bütün gezegenler yalnızca bu belli takım yıldızların önünden geçerler ve bunu yaparken dünyaya etki ederler. Ay dünyanın çevresindeki turunu 27.3 günde tamamlar. Yörüngesi boyunca on iki burcun bölgelerinden geçer. Her iki ila dört günde bir yeni bir burcun bölgesine girer ve klasik elementler (sıcaklık, ışık/hava, su, toprak) yoluyla, içinde bulunduğu burcun etkilerini dünyaya iletir. Her burç, benzer özelliklere sahip üç burcun oluşturduğu trigonun bir parçasıdır. Toplam 12 burç bulunduğu için böyle 4 tane trigon vardır. Bunların her biri klasik elementlerden biriyle ilişkilendirilir.” [2] şeklinde biyodinamik tarım felsefesinin referans edindiği astronomi ve astroloji anlayışının, İslâm alimlerinin astronomi ve astrolojiye bakışlarıyla benzerliği gözükmektedir. İslâm kozmolojisinde, 4 felek denen bahis, burada 4 trigon şeklinde ifade edilmiştir. Element kavramının müşterekliği, sıcaklık, nem, su, toprak, ışık, hava ifâdeleriyle görülen benzer muhtevayı dikkatinize sunarız.
Kitab-ül Filaha’da bazı bitkilerde istenen özelliklerin elde edilebilmesi için gezegenlerle uyumlu bir ekim takvimi önerilir. Mesela soğan, eğer tatlı ve sulu olması isteniyorsa, ay ışığının çok olduğu ve Ay’ın Zühre (Venüs) yıldızına bitişik veya yakın olduğu zamanlarda ekilmelidir.
Hurma ağacı dikildiğinde Ay, Güneş’e veya Müşteri’ye (Jüpiter) yahut Müşteri evlerine karşıysa meyvesi bol olur. Zeneb yıldızının (Alpha Cygnus) ve Merih’in (Mars) doğuşunda ekilmesinden sakınmak lazımdır.
Biyodinamik tarıma göre, birer saat aralıkla çok sayıda bitki ekerek, bir burçtan diğerine geçiş noktalarını, yani ‘zirveleri’ belirledik. Bunun için çok çalışmamız gerekti ama bitkiler maruz kaldıkları etkilerin, yolun her adımında nasıl değiştiğini bize açıkça gösterdi. Ayın dünyaya daha yakın yahut daha uzak olmasıyla ilgili zaman kaymalarını da dikkate aldık. Bunları Ekim ve Dikim Takvimi’mizi hazırlarken her yıl yeniden hesaplarız.
Dünyanın güneşle ilişkisi sonucunda ortaya çıkan mevsimlerin yanı sıra, gezegenlerin ve ayın ritimleri de yeryüzündeki yaşamsal süreçleri etkiler. Bu gezegenler Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Pluton’dur. Bitkiler gezegenlerden, güneşten ve aydan yayılan etkileri şekillerinde ve yapılarında (örneğin bir marulun ‘göbeğinde’) görünür kılabilirler. Protein, yağ, karbonhidrat ve tuz içeriği de bundan etkilenir.
Araştırmalarımız ilerledikçe, temel bir yasa giderek daha bariz hale geldi. Burçlar bitkilerin büyümesinde büyük önem taşır. Güneş, ay ve gezegenler yoluyla çalışırlar ve bunlar da kendi özelliklerini bitkiye aktarmak için klasik elementleri, yani sıcaklık, ışık, hava, su ve toprağı kullanırlar. Bitkinin şekli, bu unsurlardan yayılan tesiri görünür kılar. Protein, yağ, karbonhidrat ve tuz gibi besin maddelerini oluştururken de, kozmik ritimlerin uyarılarına ve büyüme etkilerine cevap verirler.
Kitab-ül Filaha’da olduğu gibi biyodinamik tarımda da, gezegenlerin ve uyduların, bitkilerin azlık veya çokluğuna tesir ettiği görüşünün aynılığı açıkça görülmektedir.
Kitab’ül Filaha’dan devam ediyoruz: Ekim işine Güneş toprağı ısıttığında başlanmalıdır. Eğer geciktirilirse toprak soğur, ekilen tohumu tam kabul etmez; dolayısıyla mahsul az olur. Eserde bilhassa bazı bitkilerin ekim zamanı yıldızlarla ilişkilendirilerek anlatılır. Mesela, buğdayı Süreyya yıldızı battığı zamanda ekmek uygun bir tarihtir. Süreyya yıldızının battığı zaman olarak teşrin-i saninin on ikinci günü verilir.Kendir, simak-ı ramih (Arcturus) denilen yıldızın şubatın yirmi altısındaki doğuşundan baharın ortasına yani martın yirmi dördüne kadar ekilebilir.
Kunnebitin ekilmesi için uygun olan vakitse kelbü’l-cimar (Canis Majoris) denilen yıldız doğmadan öncedir.
Biyodinamik tarıma göre, tohumun toprağa bırakıldığı ekim zamanı en güçlü etkiyi verir. Bitkinin taşınarak yeniden dikildiği şaşırtma zamanı da büyük önem taşır. Bitkinin ekim zamanında aldığı etkiyi geliştirebilir ya da zayıflatabilir. Toprağı hazırlamak için de iyi bir zaman seçmek önemlidir, zira bu toprağı gezegenlerin ve burçların etkilerine açar ve benzer şekilde, eğer doğru zaman seçilirse, büyümeyi destekler.
Görüldüğü üzere, Kitab-ül Filaha ile biyodinamik tarım anlayışı, arada yüzyıllar boyu fark olmasına rağmen tohum ve toprak bahsinde de hemen aynı şeyi söylemektedir.
Bu tür benzerlikleri, müşterek bilgi ve hikmetleri, çoğaltmak elbette mümkündür; lâkin hem maksadın hasıl olmasından ötürü, hem de yayın imkânlarımızın sınırlarından dolayı, ilgililerine, Kitab-ül Filaha‘nın Türkçe tercümesini ve Maria Thun’un Yaşam Bahçeciliği-Biyodinamik Yol eserini birlikte incelediklerinde benzerliklerin ve aynılıkların ne kadar fazla olduğunu göreceklerini belirtmekle yetiniyoruz.
SONUÇ
İnsanlık tarihi, kaybolan, yıkılan, bilinen bilinmeyen, sırrı çözülemeyen birçok medeniyetle dolu… Binlerce yıl öncesindeki muhtelif bir medeniyetin, sûret ve mâna plânı için şu gayet geçerli bir tespit olacaktır: Yaşadığı zaman-mekân düzeninde bugüne ait teknik ve teknolojinin çok ilerisinde eserler bıraktığına dair bulgulara rastlanmaktadır. Nasıl rastlanmasın ki? Bugün Mimar Sinan’ın birkaç yüzyıl önce ortaya koyduğu bir eseri bile, modern mimari bilgisiyle izah edilemiyor.
Bugün modern tarımın çöküş sürecine başlaması, Büyük Doğu-İBDA’nın; “İlk dil, ilk insanlar vardı, İlk insan ilk Peygamberdi” aynı şekilde; “Peygamberler olmasaydı medeniyet olmazdı.” ve ”İnsan bildiren olmasa bilemez” tezlerinin doğrulayıcısıdır. İnsanlığın yol göstericisi ve Mutlak Fikir Bildiricisi Peygamberlerin tayin ettiği istikametten çıkan insanlığın büyük bir bölümü bugün moderniteye tapmaktadır. Fakat, iktisat ve finanstan, zaafı siber saldırılarda ortaya çıkan bilgisayar teknolojilerinden savaşlara kadar, her alanda başlayan çöküşün bir kolunu da, “tarımda modern yöntemlerin terk edilmesinin bir zorunluluk olarak kabul edilmeye başlanması ve kadim olanın yeniden keşfiyle görmekteyiz.”
Burada meseleyi daha anlaşılabilir kılma adına İbda Mimarı Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun Yağmurcu isimli eserine bakmakta fayda var:
”.. Muhiddin-i Arabî Hazretlerinin Endülüs’te Sevillâ dolaylarında bulunduğunu söylediği bir ”acaip hayvan”… Bu hayvanın özellikleri şu:
-‘Bu hayvanın üst kısmı yenildiğinde, bunu yiyene bilhassa ”ilm-i nücum-astronomi” verilir… Ortası yenilince ”ilm-i nebât-botanik” verilir… Arkası ile kuyruk kısmı yenilince, arz’da kayıp suların bilgisi verilir ki, o, bir araziye gittiğinde kaç kulaç derinlikte su bulunduğunu bilir…
Bir gün Emîr’ül-mümînîn’ın kâtibi olan Arkadaşımız Abdullah İbn Abdûn Sevilla(İşbiliyye)de bulunmuş ve sözkonusu hayvanın başını ve kuyruğunu bıçakla ikiye kesmiş. Üç parçayı taksim etmiş. Kendileri de üç kardeş idi. Böylece Abdullah ibn Abdûn, onun üst kısmını yemiş ve yıldızlara hükm etmek ilminde, kitap okumaksızın veya bir önder ona öğretmeksizin büyük alim olmuştu.Kardeşi Abdülmecid ise, onun gövdesini yemiş ve nebatat ilmi ile onun hususiyetleri ve terkiplerinde kitap okumaksızın yahut çalışmaksızın büyük âlim olmuştu. Bunu bana, onun dindar oğlu Konya’da haber verdi. Üçüncü kardeş ise, kuyruk bölümü olan son parçayı yemiş ve toprağın içinden suları çıkarmakta mahir olmuştu.’ ”[3]
Eseri Kitab’ül Filaha’ya sıkça atıfta bulunduğumuz, Botanik Alimi İbn Avvam da 12.Yy’da Endülüs’ün Sevilla şehrinde yaşamış, Muhiddin-i Arabi Hazretleri de 12.yy’ın ikinci yarısında doğmuştur. Bunun ne demek olduğuna gelince, dünya çapında meşhur “Tanrıların Arabaları” kitabının yazarı Erich Won Daniken‘in “uzaylılar dünyaya gelip, geçmiş medeniyetlere inceliği, işçiliği, bilgiyi, zerafeti, ilmi veriyorlardı” şeklinde açıklamaya çalıştığı davanın hakikatinin, bir hakikat âşığı Muhiddin-i Arabi Hazretleri tarafından telif edilmesidir. Daniken mihraksız tümevarım zafiyeti dediğimiz bir cendereden, ancak mücadele ettiği modernitenin referanslarını ve köklerini zayıflatmaktadır. İddiaları ise, makûl değildir. Davanın hakikatini, hakikat pınarından içen büyük bir velinin kelâmından gösterdik. Fikir ve tez plânında tahkimine gelince, o da İBDA Külliyatı’nın İstikbal İslâmındır kitabından:
”Doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olamayacağı gibi, ”doğru düşünce” olmasaydı, ”doğru düşünce olmadan, doğru düşünce faaliyeti olmaz!” düşüncesi d olmayacak, varılanın ”doğru” olduğunun bilinememesi bir yana, ne”düşünce” ve ne de doğru bulunamayacaktı… Son tecritte ”Mutlak Fikir”in gerekliliği… Ve, ”ilk insan, ilk Peygamberdi; ilk dil, ilk insanlar vardı” hakikati.
Dil ve doğru düşüncenin pratiğin sayısız tekrarlarıyla oluşturduğunu söyleyenlere, yukarıdaki işaretlediğimiz hakikatler yeter… ”[4]
Tarım, tarihin ve dünyanın tüm iman ve fikir serüvenlerinde dişi bir ilim alanı olarak kalmıştır. 18.yy’dan bugüne kadar yaşanan çok hızlı gelişmelerle, genetik, kimya, inşaat, makine, elektrifikasyon, bilişim gibi bir çok ilmi sahanın tasarrufuna göre değişim ve gelişim göstermiştir.
Eski tarihlerde ise İslâm kültüründen bugüne gelen izlerden takip ettiğimiz kaynaklara bakıldığında, tarımın o dönemde, nebat(botanik), astronomi-astroloji ve su ilimlerinin tasarrufuna bağlı olarak devam ettiği kabul edilebilir. Biyodinamik tarım örneğinde de gösterdiğimiz gibi…
Bugün, biz dünya çapında şehircilikten, mimariye, tarımdan ekonomiye, sanattan tıpa, hemen her iş, verim ve oluş şubesinde kadim olana dönüşün başladığını, bu kadim yürüyüşün ise, İBDA’ya her geçen gün daha fazla ihtiyaç duyduğunu görüyoruz.
Kaynakça:
1:Yazımızda Kitab’ül Filaha’ya yaptığımız atıflar ve bazı iktibasların kaynağı: Mükerrem Bedizel Zülfikar Aydın “Kitabü’l-Filaha’da Gök Cisimleri – Tarım İlişkisi”, ACTA TURCİCA, Cilt. 9, pp.1 – 16 ,ISSN:1308-8351 ,DOI: ,Ocak ,2013
2: http://www.imeceevi.org/index.php?option=com_content&task=view&id=288&Itemid=35
3: Salih Mirzabeyoğlu, Yağmurcu-Gerçekliğin Peşinde, İbda Yay. İstanbul 1996
4: Salih Mirzabeyoğlu, İstikbal İslâmındır-Denenmemiş Tek Nizam,İbda Yay.İstanbul 1995