İSLÂM MEDENİYETİ ve HÜSN-İ HAT

İSLÂM MEDENİYETİ ve HÜSN-İ HAT

 

İslâm medeniyetlerinde dinî ve içtimaî ihtiyaçların biçimlendirdiği sanat dalları arasında hat sanatının İslâm’ın sembolü ve en güçlü ifade vasıtası olması bakımından ayrı bir yeri vardır. Yazı tarihten bu yana hep önemli bir unsur olarak var olagelmiştir. İslâm medeniyetleri Hz. peygambere Cebrail isimli yüce meleğin “oku” ayeti ile başlamıştır. Daha sonra Kuran’ı Kerim peyderpey indirilen ayetler ile tamamlanmış ve yazılı bir kutsal kitap halini almıştır. Kuran-ı Kerîm’de ve hadislerde dinî ve insanî değerlere ancak ilim yoluyla ulaşılabileceğinin vurgulanması yazıyı öne çıkarmış, hicri I. ve II. (miladi VII. ve VIII.) yüzyıllarda imlâ ve alfabe sisteminde yapılan düzenlemelerin ardından Kuran-ı Kerîm’i Allah sözüne yaraşır güzellikte yazma heyecanı, gayret ve titizliği hattı sanat yazısı seviyesine yükseltmiştir. İlâhî ve hikemî sözlerin soluk zemin üzerinde siyah, yer yer incelen, kıvrılan ve kalınlaşan, dik ve yatay çizgilerle oluşturduğu ahenk, ritim yazıya okuma ve yazma aracı olmasının yanında dinî, soyut bir sanat niteliği kazandırmıştır. Hat sanatının tarihî ve tecrübî estetik safhalarından geçerek dünya sanatları düzeyine erişmesinde hattatların sanat gücü, sabır ve gayretinin yanında onları koruyup destekleyen sultan ve devlet adamlarının da önemli rolü olmuştur.

Kurulan bir cümlenin manası kadar, o cümlenin ne şekilde yazıldığı veya ne biçimde ifade edildiği de mühimdir. Bu cümle yeri gelir bir ayet olur, yeri gelir bir şiir olur veya hayata dair kıymetli bir kelam olur. İnsan olarak yaşadığımız her yerde yazıya ihtiyacımız vardır. En başta yazı bir iletişim aracıdır. Hayatımızın her alanında kullanırız onu. Peki, insan neden yazıyı yazma biçimini bir sanat haline getirir, yani buna neden ihtiyaç duyar. Önemli olan burasıdır. Evet, söylenen söz ne kadar önemliyse onun ne şekilde yazıldığı da önemlidir. Örneğin medreselerde, camilerde, tekkelerde ve zaviyelerde gördüğümüz hat yazıları daima bize farklı bir manevi çağrışım yapar. Belki de sürdürdüğümüz hayat içerisinde çok mühim bir yere sahiplerdir. Nasıl ki bedenin fiziki ihtiyaçları mevcuttur. Aynı şekilde ruhunda, zihninde çeşitli ihtiyaçları mevcuttur. İslâm medeniyeti içerisinde yer alan hüsn-i hat sanatı da farkında olmasak da hayatımızı sürdürdüğümüz her alanda köşeden kıyıdan belki kubbelerin üzerinde yukarılardan daima zihnimizi ve ruhumuzu besler. O yazılara rastladığımız her yerde -tabi eğer kalbimizde bir uyanış var ise, o manevi ses içimizde bir yerlerde yankı buluyor ise- medeniyetimize dair güzellikleri ve doğrulukları hatırlarız. Bir nevi iman tazelemek gibi bir şeydir bu. Nasıl ki inanan kullar olarak hayatta gördüğümüz her güzel şey karşısında Allah’a bir kez daha tekrar tekrar şükrediyorsak, bu güzel yazıları gördüğümüz her anda da, hem yazının anlamını bir kez daha düşünürüz, hem de o anlamın ne kadar zarif bir çizgi ile yazıldığı yere yine ne kadar benzersiz bir şekilde nakşedildiğini tasavvur ederiz. Bu elbette mutluluk verir insana ve besler ruhunu. Hat yazıları ile nerede karşılaşsak hemen geçmiş tütüverir düşüncelerimizin içinde, belki derinden bir ah çekeriz. Sadece geçmişi anımsatmaz bize elbette bu zarif yazılar. Geleceğe dair de umut aşılar kalbimize. Hayata dair başka yolculuklara davet eder bizi.

Tarihimiz boyunca bu topraklarda çok önemli hattatlar yetişmiştir. Bu hattatların zarif eserlerini ilerleyen sayfalarda göreceğiz. Her biri ayrı bir latiflik içerisinde bize arz-ı endam eden bu hatlar, aslında ne kadar kadim bir kültüre sahip olduğumuzun da bir göstergesi aynı zamanda. Hayatımızda var olan her güzel şey gibi hüsn-i hat sanatıda yaşadığımız dünya içerisinde bize başka ufuklardan ışık olur, aydınlatır. Yukarıda yazısını gördüğümüz Sami Efendi’nin hatları aslında bir yerlerdebazı boşluklarımızı dolduruyor olabilir:biz bunun farkında olsak da olmasak da. Kim bilir Yusuf Suresi’nin 64. ve Rad Suresi’nin 28. ayetini hangi duygularla meşketti Sami Efendi. Belki bugün ona soramayız bunu ama onun hazırladığı ve uğraştığı eserine derin bir bakış ile şöyle bir nazar edince, illaki bazı cevaplar alabiliriz kendimiz adına.  Hakeza onun öğrencisi Nazif Bey’in zarifhatları bizim iç dünyamızda bambaşka hislerle renklendirebilir kalbimizi. Nisa Suresi’nin 58. ayeti Nazif Bey’e farklı şeyler anlatmış olacak ki, Nazif Bey titiz bir çalışma ile onu farklı bir tonda eserine yazmıştır. Bu kıymete haiz eserin yıllar sonra mutlaka kalbimize dokunan bazı tarafları olacaktır.   Nerede bir hüsn-i hat ile karşılaşsakyabancılık çekmeyiz. Evimizde asılı duran tablolarda eğer hüsn-i hat var ise; sessizce umudu ve zarafeti anlatabilirler bize. Hatta iş yerlerimizde bile manevi destek verebilirler bize. Elbette süs olsunlar boşluk doldursunlar diye duvarlarımızınen güzel köşesine asmıyoruz onları. Bilakis manevi âlemimizden hürmetkâr bir eda ile huşu içerisindenazar ediyoruz onlara. Uzun uzun bakıyor ve yine de kendimizi alamıyoruz. Sultan II. Mahmut bir Osmanlı padişahı vehatla uğraşıyor. Onun kaleminden günümüze ulaşan hatlar da bir şeyler söyler bize. Belki her çizgisinde ayrı bir neşe, belki de derin bir efkâr saklıdır. Kelime-i tevhidi hat olarak hazırlayan sultan, yaşadığı toprakların ona yüklediği manevi sorumluluk duygusundan mı, yoksa kendi özel yaşantısında yaşadığı hüzünlerden mi bilinmez ayrı bir eda ile ilahi bir sevgiyi yansıtmıştır belki de eserine. Bu çalışmada göreceğimiz diğer bir hattat ise Şefik Bey. Her hattat gibi o da bu sırlı sanatın derin sularına bırakmıştır kendini. Kehf Suresi’nin 39. Ayetini eserine taşırken belki de yaratılış gayesinin Allah’a karşı bir borcu olarak ifa ediyordu görevini. Evet belki de bunu bir görev sayıyordu. Ne de olsa insanlar bu dünyaya bir gaye için gönderiliyorlar. Bu gaye uğrunda muvaffak olabilenler de mevcut, muvaffak olamayanlar da mevcut. Muvaffak olabilenlere ne mutlu. Ezelden ebede kadar manevi âlemimize ışık veren sanatlardan biri olan ve medeniyetimizi geçmişten bugüne kadar taşıyan hüsn-i hat, bu topraklarda yaşayan –geleneğine ve kültürüne bağlı- insanlar oldukça yaşamaya devam edecektir. Şimdi bu çalışmada yer alan hatları ve hattatları tanımaya devam edebiliriz.

 

Levha 1

islam-medeniyeti-husnu-hat-hat-sanati-3

“Allah en hayırlı koruyucudur. O, acıyanları en merhametlisidir.” (Yusuf: 64)

Hattat Sami Efendi. Yazının tarihi h. 1319 / m. 1901-1902,cinsi Celi Ta’lik-Zerendud Levha.

 

Sami Efendi

16 Zilhicce 1253 (13 Mart 1838) tarihinde İstanbul’da Fatih’in Haydarhane mahallesinde doğdu. Babası Yorgancılar kethüdası Hacı Mahmut Efendi, annesi Nefise Hanım’dır. Kurban bayramı sonrasında doğduğundan kendisine İsmail Hakkı ismi verildi. Aksaray’da Pertevniyal Valide Sultan Camii’nin yerinde bulunan Kâtip Mustafa Efendi Camii Mektebi’nin hat hocası Boşnak Osman Efendi’den sülüs-nesih yazılarını meşke başladı, icazet aldı. Bu iki nevi yazıda başka bir hocası olmamıştır. Kısa bir süre Arapça ve Farsça dersleri aldıktan sonra 14 Temmuz 1853’te 10 kuruş maaşla Maliye Kalemi’ne girdi.  Burada kendisine Mehmet ismi ve Sami mahlası verildi.

Eserlerinde asıl adını hiç kullanmamış, gençlik yazılarında bazen Yorganizade lakabına yer vermiştir. Sami Efendi bir yazıyı yazdıktan sonra şeklinin hafızadan silinip kusurlarının gözükmesi için uzun bir müddet ona bakmaz ve aradan zaman geçince yazısını çıkartıp tekrar elden geçirirdi. Sanatında onun kadar titiz hattat azdır.  Önceden zerendud olarak hazırlanmış yazılarını da bir daha sipariş edildiğinde kalıbı üzerinde tekrar tashih ederdi.  Zaman içindeki tekâmülü ve mutlak güzeli arayış gayreti böylece eserlerinde de görünür. Bir yazı ile aylarca hatta yıllarca uğraştığı olurdu. Bir yazısını altı ayda bitirdiğinin söylenmesi üzerine , “altı ayda yazdı demezler, Sami yazdı derler, zaman mühim değil” demiştir.

 

Levha 2

islam-medeniyeti-husnu-hat-hat-sanati-4

“Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad: 28)

Hattat Sami Efendi. Yazının tarihi h. 1299 / m. 1881-1882,cinsi Celi Ta’lik-Zerendud.

Sami Efendi sülüs celisi ve tuğrada Mustafa Rakım, talik celisinde Yesarizade Mustafa İzzet vadisinde yazmayı tercih etmiş, adeta onlarda kalan noksanlıkları tamamlamıştır. Osmanlı Devleti’nde önemli görevlerde bulunan Sami Efendi Meşrutiyet’in ilanından sonra emekliye ayrıldı. Sami Efendi sanat hayatı boyunca birçok talebe yetiştirmiştir. Kızı Saadet Hanım’ın 20 Ocak 1903’te bir yetim bırakarak vefat etmesi üzerine üzüntüsünden yazı meşketmeye son vermiştir.  Üsküdar Özbekler Tekkesi şeyhi Ethem Efendi’nin tavassutu ile ömrünün son yıllarında yeniden birkaç talebe yetiştirmiştir. Osmanlı celi talik ve celi sülüs hattının son büyük üstadı olan ve hayatının son bir yılını felçli geçirdikten sonra 1 Temmuz 1912’de Horhor’daki evinde vefat eden Sami Efendi ertesi gün Fatih Camii haziresine defnedildi. Kabrinin kitabesini talebelerinden Hacı Kamil Efendi celi sülüsle yazdı; taşın tezyinatı Tuğrakeş İsmail Hakkı Bey’indir[1].

 

Levha 3

islam-medeniyeti-husnu-hat-hat-sanati-5

“Başarıyı veren Allah’tır. O ne güzel dosttur.”

Hattat Sami Efendi. Yazınıntarihi h. 1318 / m. 1900-1901, cinsi Celi Sülüs-Zerendud, kenar süslemesi klasik tezhip ile yapılmıştır.

 

Levha 4

islam-medeniyeti-husnu-hat-hat-sanati-6

“Maşaallah, kuvvet ancak Allah iledir.” (Kehf: 39)

Hattat Şefik Bey. Yazının tarihi h. 1292 / m. 1875-1876, cinsi Celi Sülüs-Zerendud, kenar süslemesi klasik tezhip ile yapılmıştır.

 

Şefik Bey

Beşiktaş’ta Kılıçali semtinde dünyaya geldi. Babası Babıali Tahvil Kalemi hulefasından Süleyman Mahir Bey’dir. Doğum tarihi kayıtlı değilse de altmış yaşında iken vefat ettiği yakınlarınca belirtildiğinden bu tarih 1820 olarak kabul edilmektedir.  İlk tahsilini bitirdikten sonra Divan-i Hümayun Tahvil Kalemi’ne girdi. Burada mahlas almak usulden olduğu için vaktiyle aynı yerde çalışmış olan büyükbabasının Sebzi mahlası kendisine de verildi. Ancak Tahvil Kalemi’ndeki yeknesak iş düzeninden sıkılan Şefik Bey kalemden ayrılıp hüsn-i hat öğrenmeyi tercih etti. Galata Sarayı’nın hat hocası Ali Vasfi Efendi’den sülüs–nesih yazılarını meşkederek icazet aldı. İcazetnamesinin akıbeti bilinmemekle beraber teyzesinin zevci olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin kendisine verdiği icazet tasdikinden bunu 1835 yılında aldığı anlaşılmaktadır.

Şefik Bey, herhalde Ali Vasfi Efendi’nin 1837’deki ölümünden sonra Mustafa İzzet Efendi’nin öğrencisi oldu ve otuz yıl boyunca evin bir ferdi gibi yeni üstadının konağında ikamet etti.  Sultan Abdülmecit’in şahsi takdirleri dolayısıyla kendisine 11 Eylül 1849’da “rütbe-i hacegani”  tevcih edildi. Fakat Nişan-ı Hümayun Kalemi mensubu olmadığı halde, Osmanlı tahtına çıktığı vakit tuğrasını çekecek kadar Sultan V. Murat’a bağlılık duymasından ötürü 1879’da 750 kuruş maaşla emekliye ayrıldı.  Vefat ettikten sonra da Yahya Efendi Dergahı haziresine defnedildi.

Mehmet Şefik Bey’in en meşhur celi sülüsleri: Harbiye Nezareti kapısındaki 1282/1865 tarihli “Daire-i Umur-ı Askeriye”  yazısı, ön ve arka yüzlerinin iki tarafındaki ayetlerdir.  Sultan Abdülmecit Türbesi’nin her bir kenarı için ayrı olarak yazdığı tarihsiz sekiz parça ayet ve hadis levhaları, Kudüs’teki Kubbetü’s-sahre’yi dıştan çeviren, celi sülüs hatla çiniye işlenmiş Yasin süresi kuşağı (1293/1876). Soğukçeşme’de Mekteb-i Rüşdiyye-i Askeriyye  (1293/1876). Karaköy sahilindeki Daire-i Umur-ı Sıhhiyye (1289/1872) kitabeleri zamanımıza gelen yeri sabit eserleridir[2].

Levha 5

islam-medeniyeti-husnu-hat-hat-sanati-7

“Allah’tan başka İlah yoktur. Hazreti Muhammed (s.a.v.) Allah’ın Resulüdür.” (Kelime-i Tevhid)

Hattat Sultan II. Mahmut. Yazının tarihi 19. Yüzyıl, cinsi Celi sülüs-Zerendud, kenar süslemesi klasik tezhip ile yapılmıştır.

Sultan II. Mahmut

13 Ramazan 1199’da (20 Temmuz 1785) doğdu. I. Abdülhamit’in oğludur. Annesi Nakşidil Sultan’ın Fransız asıllı olduğu iddiası doğru değildir.  Adli mahlası doğumuyla birlikte verilmiştir. Amcası III. Selim’in tahttan indirilmesi (29 Mayıs 1807), ağabeyi IV. Mustafa’nın cülusu ve bunun da Alemdar Mustafa Paşa tarafından hal’i üzerine 4 Cemaziyelahir 1223’te (28 Temmuz 1808) padişah oldu. Maarif teşkilatının ıslahı için çalıştı.     Avrupa’dan hocalar getirdi. Harbiye, Bahriye mektepleri gibi, Meclisi Valay-ı Ahkam-ı Adliyye, Şuray-ı Askeri de onun zamanında kuruldu. Sultan II. Mahmut güzel sanatlar ve batı kültürü ile yakından alakalıydı. Musiki ve hat sanatıyla ilgilendi. Kendi eliyle yazdığı bir levha babası I. Abdülhamit’in türbesinde asılıdır. Hat sanatına ilgi duyan Sultan II. Mahmut, herkesin anlayabileceği tarzda yazı yazmakta ustaydı.Nesih, sülüs ve özellikle celî sülüs üzerinde çalıştı. İlk önce Kebecizade Mehmet Vasfi’den, sonra da Mustafa Rakım Efendi’den ders aldı. Sultan II. Mahmut 28 Haziran 1839’da vefat etmiş fakat bazı siyasi tedbirler gereği ölümü 30 Haziran’a kadar saklanmıştır. 1 Temmuz’da cenazesi Topkapı Sarayı’na getirilmiştir.  Vasiyeti üzerine bugün Türbe diye bilinen ve önünden geçen yola hatırasını taciz edecek bir duyarsızlıkla Yeniçeriler Caddesi adı verilmiş olan mahalde metfundur.

Sultan II. Mahmut’un bazı yazıları Rakım Elendi tarafından büyük bir titizlikle tashih edilirdi. Varak altın ile siyah, nefti, mavi ve fes rengi koyu zemin üzerine malakari tekniğiyle kabartma olarak devrin sanatkârlarına yaptırılır ve imparatorluğun çeşitli şehirlerinde abidelere asılırdı. Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde, Sultan II. Mahmut’un tashih görmeyen yazılarından örnekler vardır[3].

 

Levha 6

islam-medeniyeti-husnu-hat-hat-sanati-8

“(Allah) İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa: 58)

Hattat Hacı Nazif Bey. Yazının tarihi h. 1328 / m. 1910-1911, cinsi Celi Sülüs Levha.

Hacı Nazif Bey

Nazif Bey yahut Hacı Nazif Bey olarak tanınır. Şimdi Ruse ismiyle Bulgaristan sınırları içinde kalan Rusçuk’ta doğdu (1262/1846). Babası Mustafa Efendi Kırım Türklerindendir. Küçük yaşta ailesiyle birlikte Dobruca’ya, oradan İstanbul’a gitti. İstanbul’da kardeşi Akif’le beraber Enderun-ı Hümayun’a alındı. Ailesi sonra Bursa’ya yerleşti. Babasının ölüm tarihi belli değilse de annesi Şerife Emetullah Hanım’ın 1886’da vefat ettiği, Bursa Emir Sultan Camii haziresinde hala mevcut bulunan ve Nazif Bey tarafından yazılmış olan 1303 tarihli celi sülüs kabir kitabesinden anlaşılmaktadır. Mehmet Nazif Bey, Enderun-ı Hümayun’daki tahsiline devam ederken sarayın Hırka-i Saadet Dairesi imamlarından hattat Hafız Abdülahad Vahdeti Efendi’den sülüs ve nesih yazılarını meşkederek on altı yaşında icazet aldı. Nazif Bey, 1880’li yılların ilk yarısında hattat Hasan Rıza Efendi’nin tavassutuyla Sami Efendi ile tanışarak kendisinden talik, divani, celi divani yazmasını ve tuğra çekmesini öğrendi. Sami Efendi, Nazif Bey gibi müstesna bir kabiliyeti tanıdıktan sonra kendisine birikimini şevkle aktarmaya başladı. Nazif Bey de hem hocası hem arkadaşı olan Sami Efendi’nin kendisine tesirini, “Ben ona mülaki olduktan sonra esrar-ı hatta vukuf peyda ettim” diyerek anlatmış, 1907’de Sami Efendi’den talik icazetnamesi alan gençlerin yanı sıra beş asırlık icazet geleneğini bozmamak maksadıyla altmış yaşından sonra Sami Efendi’den talik icazeti almıştır. Nazif Bey’in müzelerde vehususi koleksiyonlarda is mürekkebiyle yazılmış sülüs-nesih ve talik kıtalarının yanı sıra zerendud olarak hazırlanmış celi sülüs ve celi talik levhaları da vardır.

Kanaatlerinde ısrarcı bir kişiliğe sahip bulunan Hacı Nazif Bey’in Taksim Gümüşsuyu’ndaki ahşap evi yakın zamanlara kadar durmaktaydı. Kalbinden mustarip olan Nazif Bey bir kriz neticesinde 29 Rebiülevvel 1331/8 Mart 1913’te vefat etti. Yahya Efendi Dergahı haziresindeki kabrinin kitabesi olmadığı gibi yeri de şimdi belli değildir. Deve derisinden Karagöz tasviri yapmakta da mahir olan Mehmet Nazif Bey gençliğinde pehlivanlığa merak sarıp güreşe çıkmıştır. Yazı yazarken elindeki metaneti muhafaza için zaman zaman baltayla odun kırdığı da bilinir. Mehmet Nazif Bey onunla aynı yıllarda yaşayan Kadırgalı Mustafa Nazif Efendi ile karıştırılmamalıdır. Bu zat hıfza çalışanlar arasında yaygın, ancak hat bakımından orta seviyede bulunan ayetberkenar  (sayfa tutar) matbu mushafıyla tanınır[4].

 

BİBLİYOGRAFYA

  • BEYDİLLİ, Kemal, “Mahmut II”, Türk Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi(DİA), Ankara 2003,
  1. 27, s. 352-357.
  • DERMAN, M. Uğur, “Mehmet Nazif Bey”, Türk Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi(DİA), Ankara 2003, c. 28, s. 502-503.
  • DERMAN, M. Uğur, “Sami Efendi, İsmail Hakkı”, Türk Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi(DİA), İstanbul 2009, c. 36, s. 72-74.
  • DERMAN, M. Uğur, “Mehmet Şefik Bey”, Türk Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi(DİA), Ankara 2003, c. 28, s.530-531.

 

[1]M. Uğur Derman, “Sami Efendi, İsmail Hakkı”, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 2009, c. 36, s. 72-74.

[2]M. Uğur Derman, “Mehmet Şefik Bey”, DİA, Ankara 2003, c. 28, s.530-531.

[3]Kemal Beydilli, “Mahmut II”, DİA, Ankara 2003, c. 27, s. 352-357.

[4]M. Uğur Derman, “Mehmet Nazif Bey”, DİA, Ankara 2003, c. 28, s. 502-503.

 

Ömer Şerif TURAN*

* Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana bilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: