SARKIK DUDAKLARIN HİKÂYESİ
Bir hâdise… Mekke’de bir gece, Cibril Mekkelilerin tertibini bildirip demişti ki; “her gece yattığın yatakta bu gece yatma!”… O gece o yatakta Hz. Ali yatmaktadır. Bu emirden maksad ise kendisini katletmeye kastedenlerin emanet mallarını sahiplerine teslim etmektir. Bu hak kaygısı için kimin riske atıldığına ve bugün her hâllerinden bu fiili enayilik olarak gördükleri belli olanların, fiil sahibine olan ümmetlik iddialarına dikkat edilmelidir.
***
Bir fikir… Bir insanın, -hangi millete, şehre ve aileye mensub ise- Allah Resûlü’ne Mekke’de tâbi olmasıyla Medine’de tâbi olması arasında ciddi bir fark mevcuttur. Mekke’de tâbi olunan insan, ait olduğu zaman ve mekânın iktidar sahiplerine başkaldıran bir ihtilâlcidir. Bir-iki istisna dışında da tüm bağlıları fakirlerden, gençlerden ve kölelerden oluşmaktadır. Medine’de tâbi olunan insan ise, bir devlete ve organizasyona sahiptir. Neticede, Mekke’de zayıf olanın ve zulmedilenin yanında saf tutmak mevzubahis iken Medine’deki bağlılık nisbeten denkleşmiş olanlar arasında bir tercihtir. Fakat ister Mekke’de tâbi olup daha sonra imkâna kavuşmuş, ister Medine’de doğrudan imkânın içine gelmiş olsun, sahabeyi üstün kılan en önemli hususiyetlerin başında insaf ve adaletlerinin şartlara bağlı olmaması gelmektedir. Ayrıca kifâyetli, yani yeten, bulunduğu yeri dolduran insanlardır.
***
Bir ıstılah… Arabistan çöllerinde develerin çok sevdiği bir diken türü vardır. Deve bu dikeni bulduğu zaman, büyük bir iştahla yemeye koyulur. Sabırsızca ağzını doldurduğunda bu dikenler, dili ve damağı kesmekte ve kanatmaktadır. Gelgelelim deve, kendi kanının tadını da çok sevmekte, yedikçe kanamakta, kanadıkça yemekte ve nihayet kendi kanında boğulmaktadır. İşte bu fiile kadîm Arapça’da “harese” denir. Hırs, ihtiras ve muhteris de buradan türemiştir.
***
Bir ıstılah… “Hediye”nin yerine teklif edilen kelime “armağan”… Hediye Arapça, hatırlı bir misafir yola giderken veya biri zorlu bir yolculuktan sağ salim döndüğünde kesilen adak kurbanı mânâsındadır. Kadîm Arap toprakları düşünüldüğünde yolculuk zor iş, hayvan saldırır, eşkıya yol keser… Arap kavminin eli geniş demek ki, bizim gibi su dökmekle yetinmiyor. “Hidâyet” kelimesi de buradan, “doğru yol” demektir. Armağan ise Türkçe, Kaşgârî’de “yarmakan” olarak geçer. Asıl kelime ise “yarmak”, -an ekinin hikâyesi belirsiz, sanki Farsça etkisi gibi… Armağan tam olarak, “yağmayı bölüşmek” mânâsına gelir.
***
Bir ıstılah… Bizde “yeğencilik” diye çevrilen kelime “nepotizm”… Latince “nepos” kelimesinden türer, bildiğimiz “yeğen” demektir. Kelime Dante’nin lisanına “nepote” olarak geçiyor ki, oradan da “nepotismo”, “insanın yakınlarını kayırmasının sistemli hâle gelmesi”ni tanımlar.
***
Bir deyim… “Yağma Hasan’ın böreği”… TDK der ki; “herkesin kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından sömürülen kaynak”… Deyimin hikâyesine gelince, şu: 2. Dünya Savaşı yıllarında, ekmeğin karneyle satılması fırıncıları zor durumda bırakır ve çoğu işletmelerini kapatmak zorunda kalır. İş bırakmayan Karaköy’deki börekçi Hasan ise beğenmediği börekleri sokağa döker. Sözkonusu böreklerin kapışılması, börekçi Hasan’ın “Yağma Hasan” olarak anılmasına yol açar.
***
Bir ıstılah… “Mazlum”, zulme uğrayan… Zulüm, hak bulunmayan mülk üzerinde haksız tasarrufta bulunmaktır. Dolayısıyla mazlum, “mülkü üzerinde haksız tasarrufta bulunulan” demek oluyor. Bazılarının hiç işine gelmese de, bir varlığın mazlum olabilmesi için, tanımın içerdiğine ek olarak hiçbir özellik-statü taşıması gerekmemektedir. “Mülk” ise içine; mal, can, eş, evlat hatta lâtifleştikçe his ve psikolojiyi de alır, kısaca “sahip olunan şey” demektir. Zulmedene de “zalim” denileceği, kendisinden ortaya çıkıverdi.
***
Bir ıstılah… “Ganimet”, Arapça “gnm” kökünden gelir. “Ganam” kelimesinin müennes/dişil hâlidir. Ganam ise, Sümer lisanında “koyun-davar” mânâsında… İslâmî literatürde, “savaş yoluyla gayrimüslimlerden elde edilen esir ve her türlü mal” demektir. Açıktır ki, mücadele edildiği iddia edilen zümrenin malı ganimet ise hanımları ve çocukları da helâldir. Kalplerin gizlediği ufuneti ise gözler ve sarkmış dudaklar ele vermektedir. Yani bazıları için yine tüh ki ne tüh, ganimet bir hukuka tâbidir ve elbette “yağma”dan farklıdır.
***
Bir ölçü… Hz. Ali, Cemel’de zafer kazandıktan sonra askerlerine şöyle emir vermiştir: “Kaçanları takip etmeyin, yaralılara dokunmayın, esirleri öldürmeyin, silahını teslim edene eman verin, halkın evine girmeyin, size sövseler bile kadınlara dokunmayın!”… Askerlerinin ganimet talebine ise cevabı serttir: “Ya Aişe’yi kendine kim alacak?”
***
Bir tesbit… 200 bin insanın paralarını hile ile gasbedenler, bugün 2 milyar liralık (2 katrilyon) devlet ihâlesi alabiliyor. Henüz gasp yapmamış olması sadece bir imkân meselesine bağlı olan “aşağıdakiler”in hayâllerini ise, -devlet kıyağı ile alınmamış- kırtasiye mağazaları zincirinin veya kargo şirketinin bir şûbesi süslüyor. İşin ahlâkî kısmını bir tarafa bıraksak; teknik olarak, umdukları şeyi yapabilme kifâyetlerinin içler acısı acziyyeti de ayrıca komiktir.
***
Bir ümit… İnsan denilen türün, peygamberin bile canına kasdeyleyebilmişken, başkasının mülkünü kendisine hak görmesi şaşılacak bir şey değildir. Zira insan için, tıpkı fazilette olduğu gibi sefalette de gidebileceği yerin bir hududu yoktur. Lâkin; bazılarından, hiç olmazsa Ebu Cehil kadar dürüst olup bâri kıymetleri kendi pisliklerine âlet etmemelerini beklemek, çok mu hayâlperest bir ümit oluyor?
***
Bir şiir… Tevfik Fikret’in “Han-ı Yağma”sından seçmeler:
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir.
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir…
…
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…
…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Cem TÜRKBİNER