BİR TAKIM ELBİSE VE…

BİR TAKIM ELBİSE VE…

Kumandan Mirzabeyoğlu’nun tesbitiyle, “şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu yerine getirmeye zorluyor”ken, AKP buna mani olmak için çabalasa da, misyonu bu olsa da, başaramayacak.

Bu davanın kitleye mâlolmuş, mâledilmiş olmasından dolayı kitleye “misyonun sahibi” kendisi gibi gözükmek, öyle vehmettirmek zorundaydı. Tabi şartlar zorlaştıkça da bu sahtelik taklidi mümkün olmayan bir şekilde sırıtmakta; AKP ihanet ettiği müslüman Anadolu’nun tarihî menfaatleri ile emperyalist efendilerinin menfaatleri arasında ezilmeye mahkûm bir tampon. “Tampon”un, malûm zaman bezi mânâsı da göz önünde tutarak söyleyelim ki, AKP, Avrupa denen fahişenin ancak böylesi bir işini görmeye yaramaktadır.

Müslüman Anadolu’nun tarihî-tabiî düşmanı İsrail’in şahsında lânetlenmiş Yahudi ve Haçlı Batı cinayet şebekesi ki, tarihî-zamanî şuurumuzun muhasebesini yapan Üstad Necip Fazıl Kısakürek bunu böylece işaretlemiş. İşte, Erdoğan, “putlaştırmayın” derken, aslında bunu kastediyor; tarihî-zamanî şuurdan vazgeçip, bunu var oluşumuzun ana ekseni olarak almadan, reel politiğin kaypak zemininde savrulmayı, mânâsız bir varoluşa sürüklenmeyi… Onun için, bu kaypak ideolojisini dayatırken “ideolojiler devri geçti” diyor. Dolayısıyla onun ve hempalarının nazarında Büyük Doğu’nun da ideolojik olarak devri geçti; neticede de Necip Fazıl’ın zamanında söyledikleri konjonktürel olarak bir şey ifâde etse de, bu gün için o söyledikleri “tatlı” bir nostalji olarak görülebilecek ve siyaset açısından da Büyük Doğu tezlerinin topluma mâledebilmiş olması hasebiyle, topluma maledilmiş davanın muhalifi görünerek iş yapılamayacağından da ondan görünüp istismar ediyor.

Onun için, İBDA ve Mimarı Salih Mirzabeyoğlu ise, Necip Fazıl’ın davasını yürüten ve topluma mâletmeye devam eden, dolayısıyla Yahudi-Hıristiyan Batı dünyası karşısında Anadolu’yu direniş merkezi olarak tutan “remz şahsiyet” ve Telegram’la yok edilmek istenecek derecede hayatî bir düşman! Evet, düşmanın hayatî saldırısının ne olduğunu görmek isteyen Telegram İşkencesi’ne baksın. Bunun haricindeki konjonktürel siyasî itiş kakışların ne demek olduğunu görmek isteyenlerinde, Erdoğan’ın “Batı’ya meydan okuyan lider” ve “Batı’nın da Erdoğan’ı istemediği” palavralarına bakması yeter. Neticede İsrail’i dost ve müttefik ilân ediverdiler…

İBDA ile Batı’nın arsındaki hesaplaşma tarihî-zamanî bir keyfiyet arzeder. Yâni fiîli olmakla beraber ruhîdir. Büyük Doğu bu ruhî hesaplaşmanın “nasıl”ına cevaptır. Necip Fazıl, bu ruhî hesaplaşmanın mimarıdır. O sebeple, Necip Fazıl’ın söyledikleri karşısında, “onu putlaştırmayın” demek, aslında o ruhu inkâr etmeye matuf bir hamledir ki, o ruhu inkârın neticesi, hâliyle İsrail’i dost ilân etmektir.

Ama dediğimiz gibi, O, davasını bir nesle değil, nesillere, bir millete mâletmiş olması hasebiyle, O’nu karşılarına alarak, Büyük Doğu’yu doğrudan reddederek siyaset yapma imkânları da yok! Yanında gözükerek kuyusunu kazmak ve O’nun davasını yürüten İBDA’yı ademe mahkûm etmek en “isabetli” yol. Ve Büyü Doğu’nun Batı ile hesaplaşmacı diyalektiğini zahiren sahipleniyor gözükerek, Batı ile işbirlikçiliğine devam etmek…

Batı ile uyuşmacı ve işbirlikçi ki Batı ne zaman müslümanlara saldırmışsa, AKP yanında olmuştur:

Haçlılar Afganistan’a saldırmış, AKP Haçlılara destek olmuş ve olmaya da devam ediyor.

Haçlılar Irak’a saldırmış, AKP haçlıların yanında olmuş ve olmaya da devam ediyor.

Haçlılar Libya’ya saldırmış, AKP haçlıların yanında olmuş ve olmaya da devam ediyor.

Mavi Marmara’da bile, hadiseyi tertipleyen müslümanlara mâni olamayacağını gördüğünde, Mavi Marmara bilmem hangi ülke bandırası ile yola çıkarılmış ve böylece Mavi Marmara’nın bizimle alâkasının olmadığı söylenmek istenmiş, Mavi Marmara’ya eskortluk etmek üzere Deniz Kuvvetleri teyakkuz hâlinde olmasına rağmen bir savaş gemisi verilmemiş ve o savaş gemisine angajman kuralları uygulanacak emri de hâliyle verilmemişken, İsrail’in vatandaşlarımızı katletmesi ile hadiseyi kucağında bulmuştur.

Bu Mavi Marmara işinin perde arkasında çevrilen dolaplar bir yana, şimdi şehidlerin kanını üç kuruşa satıp, İsrail ile şehit ailelerini fit etmeye çalışıyorlar. Tabi bu satışı, devlet ve milletin “âli menfaatleri için” diye insanlara kabul ettirmeye çalışıyorlar.

Ailelerin bu zokayı yutmayacağını ummakla birlikte, bu dava ailelerin de şahsî davası değil, ümmetin davasıdır ve şehidler de bu davada, bu uzun savaşın bir muharebesinde bulunarak tarihteki şanlı yerlerini almışlardır.

Mavi Marmara şehidlerinin kanını satmak için uydurdukları argümanlardan birisi de, amacın “Gazze ambargosunu kaldırmak” olduğu. Ne Gazze, bizim için, Güney Amerika’da yer alan ve zalim Batı tarafından zulme uğrayan herhangi bir coğrafya, ne de İsrail düşmanına karşı ambargo uygulayan herhangi bir zalim ülke. Bu saydıklarız, Mavi Marmara seferine katılan bir Batılı için geçerli olabilir. Mücerret bir hak davası için o seferde onlarca Hıristiyanın yer aldığını biliyoruz.

Ama Gazze ve İsrail, bizler için tarih-zamanî şuurumuzun, mücadelemizin bir parçası ve dava bizim için “ambargo”dan ibaret olamaz. O zaman, o gemideki bir Hıristiyan’dan, bir Yahudi’den farkımız kalmaz zaten. Öyle ki, Gazzeliler, “bizim böyle bir davamız yok, biz İsrail’le anlaştık” deseler dahi, bizim bir Gazze davamız vardır ve olacaktır!

Mavi Marmara’daki her bir fert de aynısını söylese, bizim İsrail’le olan düşmanlığımız ve mücadelemiz ebedîdir.

Yukarıda da ifâde ettik, bu bizim için tarihî-zamanî bir şuur meselesi ve bu şuurun mimarı da Necip Fazıl Kısakürek’tir. Toplumlar da işte bu tarihî-zamanî şuur ile yaşarlar, mücadele ederler. Bu şuur yoksa, yani idrakler iğdiş edilmişse, o toplum, “reel politik”, “müttefik ihtiyacı” şeytanî tesellileri altında düşmanlarına dost demeye başlar, mankurtlaşır. Düşmanın saldırısı da bu şuuru temsil edenlere karşıdır, bu şuuru yok etmek ve bulandırmak içindir.

Toplum yerine ferdi, bizzat kendinizi koyun. Hafızanız silinmiş olsa, ne ananızı, ne babanızı, ne kardeşinizi, ne dostunuzu ve ne de düşmanınızı hatırlarsınız. Bir düşmanınız size dost olarak yaklaşıp, sizi istediği gibi kullanabilir. Hatta öz ana-babanıza karşı düşman da kılabilir. İşte tarihî-zamanî şuur, toplumsal hafızadır, millî davadır ki, orada dost yazanları “düşman”, düşman yazanları da “dost” edinenler, öyle göstermeye çalışanlar, bu milletin en büyük düşmanlarıdır.

Necip Fazıl’ın Tarih Muhasebesi bu sebeble hayatîdir ve Necip Fazıl’ın sıradanlaştırılıp, tarihî-zamanî şuurun sahiplenilmesinin önüne geçilmesi, bunun “putlaştırılma” olarak görülmesi, öyle lanse edilmesi; bu milletin düşmanlarına peşkeş çekilmesi ancak böyle mümkündür.

“Yürüyen takım elbise”nin de olup olacağı budur!

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: