EYLEMSİZLİK FELSEFESİ VE EDEBİYAT

EYLEMSİZLİK FELSEFESİ VE EDEBİYAT

Eylemsizlik, birçok yazarın ve okuyucunun ilgisini çekiyor olmalı ki; birçok yazar, karakterlerini eylemsizlik cephesinden yansıtıyor cesaretle. Eylemsizliği tanımayan, eylemsizliğin farkında olmayan, eylemsizlikten pek haz etmeyen ve eylemsizlik çizgisini takip edebilecek bir eser yazmak için yeterli cesaret ve kabiliyete sahip olmayan yazarlar bile kendi çaplarında yazdığı eserlerde eylemsizliğe olan hayranlıklarını gizleyemiyorlar. Fakat bu hayranlık duyuş, bizzat eylem müdafaası kapsamında gerçekleşiyor. Felsefî anlamının yanında sosyolojik bir anlam da taşıyan bir gerçeklik olduğu için eylemsizlik, sosyal bilimler ve bilgilerle olan bağlantısı açısından edebiyat için önemli bir konu.

Sosyal bilgilerin doğrudan etkileşimde olduğu edebî tür, romandır. Dünyada romancılıkta ilk beş isim içerisinde yer alan Dostoyevski, Yeraltından Notlar adlı eserinde eylem düşkünlerinin yakıp yıkma iştahlarını, eyleme olan düşkünlükleriyle ilintilendirmektedir. Rus edebiyatının önemli yazarlarından İvan Gonçarov’un meşhur eseri Oblomov’da ana karakter Oblomov’un yegâne vasfı eylemsizliktir. Eylemsizlik fikri, Rusya’nın coğrafî özelliğine dayandırılabilir ama adı geçen anlayış, Rus coğrafyası ile sınırlı değildir. Örneğin Amerikan yazar Herman Melville’in eseri Kâtip Bartleby’nin ana karakteri olan ve esere adını veren Kâtip Bartleby’nin temel söylemi, sloganı; eylemsizliğin manifestosu niteliğindedir: “Yapmamayı tercih ederim”. Kaldı ki Amerikan yazar Bukowski, temellendirilmiş bir eylemsizlik açısından Dostoyevski’den etkilenmiş bir yazardır. Fakat Amerikan yazarların yaşadıkları ülkeden dolayı eylemsizlik doğrultusunda roman yazmış olduklarını düşünmek yerinde olur. Zira Amerika sömürgeci bir ülkedir. Yazarlar, bireyler kendi çaplarında zorluklar yaşamışlar fakat bu bireysel zorlukları aşmak için kolay olanaklara sahip olmuşlardır. Zorlukları aştıktan sonra ise gerçekten de “yapmamayı tercih” edilesi bir hayatın kıyısında var oldukları için eylemsizliği söz konusu edebilmişlerdir. Herhangi bir fikrî temele dayanmayan, fikirle temellendirilmeyen eserler eylemsizlik kütüphanesinin temel kitapları arasında fazla tutunamazlar elbet.

Türk romancılığında da bu tür eserler yazılmış, bazı eylemsiz karakterler oluşturulmuştur. Sırf eylemsizlik nâmına eylemsiz kaldığını söyleyebileceğimiz karakter sayısı oldukça azdır. Örneğin Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam adlı eserindeki “C.”, eylemsiz bir karakterdir. Tanzimat romanı kahramanları da “C.” gibi babasız, babasından kalan mirasla geçinen tiplerdi. Fakat bir kısmı “C.” gibi eylemsiz bir hayat sürüyor olsa da yapmaya, eylemeye, oluşturup inşâ etmeye düşkün insanlarla herhangi bir ön güvensizlik problemi yaşamıyorlar ve onları düşkünlükleri açısından eleştirip ötekileştirmiyorlar, kendileri de bu yönden “öteki” olma hâline sürüklenmiyorlardı. Servet-i Fünûn romancılığı da bu açıdan Tanzimat dönemi gibidir. Bu ikisi arasında modern yaşam düzeyinin yaşanış derecesi farkı vardır. Hayat modernleştikçe, yani; insan doğadan, doğal yaşamdan uzaklaşıp; hava, ses, görüntü ve çevre kirliliklerine maruz kaldıkça ve kalabalık, binalar ve eşyalar tarafından kuşatıldıkça yalnızlaşmış ve yabancılaşmış; bu yalnızlık ve yabancılıkla maruz kaldığı ve kuşatıldığı kişi, eşya ve hadiselerin kozmos boyutunu dahi temenni etmeyip yani doğadan ve doğal yaşamdan yana olmaktan feragat edip bu dünyaya göz açmadan, önceki yaşamın, Adem’in cennetteki yaşamının özlemiyle sistematik bir eylemsizliğe bürünmüştür.

Bugün insan, üretmeyen, profesyonel bir tüketicidir. Zira onun üretimi tüketim ağırlıklı bir dengeye, daha doğrusu dengesizliğe hizmet etmektedir. Eskiden insanların gelecek nesle aktardığı büyük ölçüde üretimin bilgisi ve becerisiyken bugün aktarılan bilgi ve beceri; tüketim bilgi ve becerisinin profesyonel bir ifâdesidir.  Bu tüketime dayalı aktarıma maruz kalan ve çoğunluğa dayanarak ufak bir fıtrat geriliminin ardından kendisine dayatılan hayatın rahatlığa dönük cazibesine kapılarak normatif bir eylemsizliği yahut normlardan ibaret olan başıboş eylem manzumesini benimseyip hayata geçiren kişilerin çoğaldığı, yani toplumların asıl önemli kısmını bürokratlar ve zenginler oluşturduğu için ve geriye kalan işçiler, fakirler yani “öteki”ler; bu zenginlerin ve bürokratların yaşam tarzlarına hem maruz kaldıkları hem de tâbi oldukları için, fakir, ama farkında olanlar için normatif olmayan, sistemleşmemiş bir eylemsizliği benimsemek kadar doğal bir şey olamaz. Fakat mevcut dünya düzeni içerisinde doğallık ve normallik, doğal ve normal karşılanan şeyler değildir. Bu düzende eleştirenler, eleştirdiklerini, konumları itibarıyla sahip olduklarına sahip olamadıkları için eleştirmektedirler.

Bu sistematik eylemsizlik; teorik olarak materyalizme zıt, pratik olarak ise, teorik olarak materyalizme zıt oluşundan daha şiddetli bir biçimde idealizme zıt bir nitelik taşımaktadır. Bu pratik materyalizmde eylemlerin -bilhassa soyut temelli somut eylemlerin- gerçeklik boyutu, kelimelere mahkum edilmiştir. Bu gerçeklik edebiyata, yalnız ekilenin biçildiği veya yalnız ekip biçenlerin gölgelerinde yaşanılanlara duyulan özlem ve saygı şeklinde yansımıştır.

 

Edebiyat-eylemsizlik ilişkisi ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmediği için, hangi tiplerin eserlerde görüş olarak eylemsiz bir şekilde yansıtıldığını nasıl ayırt edebiliriz?

Bir eserdeki hakiki eylemsiz, gerçeklik açısından iddiasız bir tiptir. Onun başıboşluğu, boşvermişliği veya durgunluğu, yapma ve icat etme istemeyişi; maddî bir dayanak dolayısıyla değildir. O, dünyanın hem zorlu hem kanlı, hem sıkıcı, hem pişmanlık verici, hem de lüzumsuz bir hız düzenine sahip; sistematik, resmî işleriyle uğraşmak suretiyle zeminine ağaçların kesileceği bir ev dikmektense; kiralık bir eve oturur ve ev sahibini ağaç problemiyle baş başa bırakır. İnşâsında insanların öldüğü bir binaya tek bir tuğla koymaktansa; bir tuğlanın üzerinde oturup bir çöp parçasıyla oynayıp oyalanmayı kutsal bir eylem kabul eder. Onun bu eylemine dayanarak onu eylemsiz kimliği üzerinden eleştiremezsiniz. Çünkü mutlak eylemsizlik gibi bir fikir ve iddianın asılsız, boş, lüzumsuz ve gereksiz olduğunu bilir ve mutlak eylemsizliğin anlamsız olduğu kadar yıkıma götüren, yıkımı gerektiren yapımlar ile varlık ve yaşamı hissetmeye engel olan döngüsel yapımların anlamsız, lüzumsuz, boş ve gereksiz olduğuna inanır.

 

Eylemsizlik fikri, varoluşçu felsefenin dahilinde olan bir meseledir. Varoluşçu felsefede varoluş, özden önce gelir. Tespitimle bunun daha iyi ifâdesi ise; “varoluşun anlamlı olmadığı bir yerde, var olmanın bir anlamı yoktur.” Yıkıcılık adına var olan ve inşâ edilen şeylere katkıda bulunmak, aynı zamanda anlamsızlığa katkıda bulunmaktır*. Tarımcılık ve hayvancılıktaki azalış ve kalite düşüşünün önemli bir kısmını tarımcılık ve hayvancılıkla iştigâl etmeye yatkın insanların nefslerinde patlak veren, yaşam alanını tahrip etmek suretiyle daha rahat ve güvenli bir yaşam süren insanı, haklı olarak ötekileştirip ona yönelttiği “onlar rahatça ve güvenli bir şekilde yaşarken, ben neden burada kendimi heder edeyim ki?” sorusunda aramak gerekir.

Bu tespitler ışığında kimi yazarlar ayakta karar aldıktan sonra yatağa uzanıp bu kararı iptal etmeye, kimi tarımcılar ekip biçmekten vazgeçip küreği, kazmayı çıkarmamak üzere toprağa saplamaya, kimi roman karakterleri üzerinden kimi romancılar yapmamayı tercih etmeye, kimi sanatçılar ve serseriler başıboş yaşantılarını devam ettirmeye devam edeceğe benziyor.

 

Ne beslersin bu teni
Sinde kurd kuş yer gider. (Yunus Emre)

 Sin : Mezar

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: