RUH HAKKINDA BİR DENEME
– Beden miyim, ruh muyum ?
– Ruhu olan beden miyim, bedeni olan ruh mu ?
– Eğer bedeni olan bir ruhsam kendime nazaran bedenimin önemi nedir ?
– Eğer bedeni olan bir ruh isem KENDİm için ne yapabilirim ?
– Ben, ruhunu kaotik varlıkların hizmetine veya hezimetine sunmuş bir bedeni olan ruh muyum; yoksa ruhunu kendimle bir bilip geldiği ve geldiğim ve gideceğim âlemin aydınlığını bir saniye bile gözümden ayırmayıp dünya ve içindekilerin karanlığında kalmayan bir bedeni olan ruh muyum?
– Asıl mıyım, sûret miyim ?
– Eşyam mı asıl, ruhum mu asıl ?
– Ruhum asılsa eşyama nazaran ruhumun kıymeti nedir ?
– Nefs nedir ? Bir imtihan mı ? Kendi başına bir varlık unsuru mu ?
– Varlığıma nazaran aslımın suretime tahakkümü mü çok, sûretimin aslıma tahakkümü mü çok ?
– Kendim için miyim, başkası için mi ?
– Kendim içinsem başkası niçin ?
– Başkası içinsem kendim niçin ?
– Biz içinsem biz niçin ?
– Var olan, olması gerektiğine inandığıma ne kadar yakın ?
– İdrakî mesâfe nedir ? Neyle, nasıl aşılır ?
– Arzu nedir ? Arzunun mahiyeti nedir ?
– Geçici olan arzulara mı kulak vermeli, geçici arzular tatmin olsa bile tatmin olmayan kalıcı arzulara mı kulak vermeli ?
– Bütün dünyayı dolaşsam bile kendimden bir adım öte nereye gidebilirim ?
– Çevremde cereyan eden hadiselerin ve var olan şahıs ve eşyaların mânâsı ne ?
– Kim bu insanlar ?
– Doğumlar, ölümler neyi anlatır ?
– Benden büyük olan binek ve besin hayvanları neden çektiğim iple arkamdan geliyorlar, nasıl ?
– Kanı emen, kemiği eriten toprak, ağaç vasıtasıyla neden bize meyve de verir ? Yahut ağaç vasıtasıyla meyve veren toprak, neden kanı emer ve kemiği eritir ?
* * *
Ruh mevzuu : “Eşya içinde ne hale getirilen ama aslen ne olan” şeklinde bir çocuğa ait niye ve nasılların heyecanıyla merak edilecek; bu merak hâlinde kendini kendine kanıt olarak görmek suretiyle nefsinin varlığının gürlüğünü ruhunun yokluğuna kanıt olarak gösterme gayretindeki “çerden-çöptenler”e yahut kerestelere mezkûr merak halini ve bu merakın meramı olan sırrı zedeletmeyecek hassasiyetle tetkik edilecek, tetkik esnasında (güya) tetkik edilenden tecrid olunamayacağı şuuruyla, kibarda ele alınacak bir mesele. Herhangi bir mevzu değil; asıl mesele.
Maddeye perestiş etmeye varmış bir hayatın şuurda zamanı tıkayan ölüm ve insanın varlığına ve varoluş potansiyeline binaen göz önünde bulundurulması gereken ölümün ötesindeki hayat karşısındaki hiçliğini ve sefilliğini, tatbike dayalı ruh bilgisinden mahrum oluşta; manaya adınmış bir hayatın ölüm karşısındaki metin ve ötesi için ise edepli ve ümitvar halini, tatbike dayalı bilgisine yakınlıkta arayarak meselelerin hakikatini buldurucu bir mesele.
Ruhun ihtiyacı ve gereği olan onur ve izzet davası vesilesiyle münafığın nifakını ve münkirin inkarını izhar ettikten sonra kendi hakikatini ispatlama kudretini elde etmenin, elde tutmanın meselesi. Yok bilmem ruh çağırma seansları, ruhun gramajı, ruh ile kibrit çöpü oynatma gayreti gibi saçma sapan ruhu eşyalaştırıcı materyalist parapsikoloji zihniyetinin adi suratına mânâ aleminin derinlerinde gezmiş Osmanlı şairi Şeyh Galib’in
“Bir şûlesi var ki şem-i cânın
Fânusuna sığmaz asumânın”
Beytini derinliğine anlatırcasına haykıracak kadar meseleyi can evinden vurucu bir mesele !
İnsana varlığının anlam ve kıymetini hatırlatıcı olan, bugün din bilginine sorulunca; açılan mevzuda, ölümden sonraki hayatından bahsedilmek suretiyle bugünü varlığı ile canlandırmasına engel olunan ruh manası; sanatçının dilinde fikir çilesinden uzak, beşer sevgisiyle çırpınan kalbinin ortasında solucanın tabiî can çekişmesine nazaran aşağılık bir can çekişmesinin kaynağı; küfür yobazının dünya hayatı mengenesinde nefsle karıştırılmış ve nefsin elinde işkenceye maruz bırakılmış bir kedi yavrusu; bismillahlarla, inşallah, maşallahlarla dünya gayretinde olan münafıkların hiçlik perdelerinin üst üste çekildiği, nihâyetinde bir perde mezarlığına gömdüğü bir silüet derekesine indirilmeye çalışılan ruh mânâsı; MÜDRİK’in şahsiyetinde öyle bir deprem yaratmalı ki, ruh ile kibrit çöpü oynatma gayretinde olan salakların ve ruhu hiç hükmüne indirmeye gayret eden leşlerin aksine kendisiyle hayata manayı hâkim kılsın, çevresindeki mekânı, eşyâyı, ve hâdiseleri evinin anahtarıymış gibi cebine koysun ve iktidar ve idare verilmiş olmaya muhatap olmak münâsebetiyle, evinin kapısını açar gibi idâre ve iktidarın, cemiyet ve cihânın kapılarını açsın. Yoksa “kutsal” ve “peygamber” düşmanı olan yahudiler gibi biraz daha azgınlık yapabilmek için bir insanın ismini sormanın bile kayda değer bir mânâsı yok.
* * *
Ruhun ilmi, varlığın bütünüyle idrâki iktizâ eden bir ilimdir. Varlığın bir parçası olan akılla, ruhun varlığını-yokluğunu münâkaşa esnâsında yekûnen varlığını tahkir edici bir hâlet-i ruhiyeye yahut böyle bir vaziyete icbar veya davet edilmişsen, böyle bir hâl üzereysen; sana senden başka bir düşman, bir fikir düşmanı yok demektir. Varlığın başka bir parçası olan kalbe mevzû ederek dil vasıtasıyla beşerî sevgilerden arta kalan yıkıntıları mevzu bahis etme gayretinde aşk tekerlemeciliği yapıp aklı büsbütün çöpe atarsan, ruh zâviyesinden, senin kadar zavallı bir yaratık bulunamaz.
Öyleyse ruhu, kendisi de dâhil olmak üzere varlığın idrak parçalarıyla bir bütün olarak anlamalı, fikretmeli, yaşamalı ki; insan iki ayağı üzerinde yürüsün…
* * *
Sıradan insanlar, maddeyi tek tek sayıp, matematik bilgininin rakamlar arası ilişkileri sayıp dökmedeki zekâ, mahâret ve gayretine benzer bir şekilde, tecrübeli bir muhasebecinin pratiğine yakın bir pratikle maddenin muhasebesini yapıyorken, iş mânâ muhasebesine gelince; ya güneş dil teorisini ortaya atan gürûhun ahmak cesaretine benzer bir ahmak cesaretiyle mânâ adına toplasan, sonucu eksi çıkacak değersizlikte ipe sapa gelmez ifâdelerde bulunurlar; yahut azgınlaşmış inkarcıların yaptıkları gibi azgınlaşmak için sorar veya cevaplarlar.
Oysa mânâ muhasebesi için, mânâyı maddeye araç etme sapkınlığından kaçınmak yeterlidir. Fakat bu, söylemek kadar sıradan olmayan bir mânâ. İnsan eğer kendisine temiz sunulan varlığı, temiz ve temiz olduğu kadar saf olan varlığı günah, pislik ve şirk ile ağırlaştırmışsa; bir saniye sürmeyecek bir hamle yapmak bir asır sürer. Bir asırlık mesâfeyi bir saniyeden az bir süre alacak olan bir hamleye indiren tövbe nîmeti verilmiş olan insanın belki de en büyük hatâsı tövbe etmemek… Zira günahtaki ısrar ve tövbedeki tehir, kibirle, öz itibârıyla aynıdır.
Bunlar madde muhasebesindeki maharetin mânâ muhasebesine aksedemeyişinin imânî sebepleri… Aksindeki numûne : Mü’minin ferâseti!
* * *
Muhatabın bir meseleyi îmânî bir hakîkati olmayan bir nesneye bağlayarak senden tasdik bekliyor; inkar ve iptal ediyorsun, susuyor. Zirâ, îmânî bir hakikati yok !
* * *
Ölümden sonra nefsler korku ve tedirginliğin gölgesi altında hiç hükmünde olacağı için herkes ferâset sahibi olacak. Îmâna alternatif olarak sunulan, nefsin arzularının bağlı olduğu, nefsten gelen görelilik felsefesi de nefsle beraber berhava olacağı için o gün kişinin ferâseti kendisinin ya cenneti yahut cehennemi olacak; büyük azâbın yahut mükâfâtın habercisi mâhiyetinde…
Dünya hayatındaki ferasetsizlik, gaflet perdesi; kişinin ruhuna tonlarca çöken bir mâhiyette…
* * *
Ruhu alâkadar eden birçok mesele, nefse de mevzû. Varlık mevzûlarının hakikati ruhta, sahtesi nefste. Âhireti göz önünde bulundurmaksızın kurnaz olduğunu zannederek üç beş kuruş kaygısıyla yahut sevgisiyle süte su katan asalak bir para adamının gafletinin bin misli bir gafletle hakikate sahtelik katan; idrâki sağlam olmasına rağmen sağı ile solunu ayırt edemeyen câhil bir kimsenin cehâletinin bin misli bir cehâletle, hakîkat ile bâtılı birbirinden ayırt edemeyen bir câhilin dâvâsını; cehâletten ziyâde sahtekârlık olarak almamak, kişinin sahtekârlığa açık bıraktığı gizli kapı..
Nefsini, hissiyatının Rahmânî boyutuna tercîh edenin hiçliğinin yanında; nefsini, ruhâniyetinin Rahmâniyetine tercih edenin şeytâniyetinin cezalandırılmaya müstehak oluşu…
* * *
Cevaplar bulunmasa, bilinmese bile sorulara sadık kalarak yaşamak, asılsız kanıtlara göre yaşamaktan değerlidir. Asılsız kanıtların asılsızlığını hayatın kendisi kanıtlıyor ne de olsa!
Abdurrahman ABIKA