KİŞİYE ÖZEL SİSTEM TARTIŞMALARI VE BAŞYÜCELİK DEVLETİ

KİŞİYE ÖZEL SİSTEM TARTIŞMALARI VE BAŞYÜCELİK DEVLETİ

Son günlerin tartışma mevzu Başkanlık Sistemi. Hoş, bir tarafıyla muhâsara altındaki İstanbul’da meleklerin cinsiyetini tartışan Bizans papazlarının durumunu hatırlatsa da. (Güneydoğu’daki etnikçi kalkışmanın Başkanlık Sistemi’nin zaruretini hissettirmeye matuf kontrollü çatışma stratejisi olması ihtimalini bir tarafa kaydedelim) Bu vesileyle gündeme gelen Başyücelik Devleti meselesinde kendi anlayışımız, şuur seviyemiz nisbetince kendi zaviyemizden birkaç kelâm etme ihtiyacı hâsıl oldu…

Gerek İdeolocya Örgüsü, gerekse Başyücelik Devleti isimli eserlerde ısrarla ve defaatle vurgulanan hüküm: “İslâm’da idare şekli yoktur, idare ruhu vardır”‎

İnsanoğlunun, bu üç vâhidden (Monarşi, Demokrasi, Oligarşi -E.D.Ş) birine ircâı ve bazen bu vâhidlerin birbiri içinde karışması mümkün devlet ve idare buluşu da gösteriyor ki, gaye şekillerden ziyade o şekillerin bağlı olduğu ruhlardadır; ve her şey, inanılan ana fikir manzumesinin temel kadrosundan ibarettir.

Devlet ve hükümet nevileri içinde şekil, hiçbir zaman aslî gaye olamaz. Olsa olsa, ruhu aksettiren madde, keyfiyeti aksettiren kemiyet ifâdesi gibi, en lâyık ve uygun şekli belirtir ve sadece bu bakımdan birtakım efrad ve ağyar unsurlarına malik olabilir.

Aslî gayeye, o her neyse, merkezî nüfûz ve salâhiyeti, nefsinin ve keyfinin başıboş âleti sanmayan bir saltanat idaresi bile hizmet edebileceği gibi, bir Cumhuriyet, yahut bellibaşlı bir ölçü ve sistem fikrine malik bir zümre hâkimiyeti, daha kolay ve daha tesirli hizmet edebilir.”
(Salih Mirzabeyoğlu, Başyücelik Devleti, İBDA Yayınları, sf.185-186)

Gördüğümüz kadarıyla mezkur tartışmalar daha çok şekil üzerinde yoğunlaşıyor. Kısmî bir takım benzerlikler üzerinden “Başyücelik Devleti”yle “Başkanlık sistemi”ni aynı göstermek hakikati çarpıtmaktır. Velev ki tam benzerlik olsun, “hırdavatçı dükkanına eczahâne tabelası asmakla o dükkanın mahiyeti değişmeyeceği” gibi, lâzım olan ruhtan mahrum şeklî devlet, o değildir!

Başlıkta belirttiğimiz gibi tartışmalar mevcut parlamenter sistemin gerçekten tıkanması, yahut öz tekamülü sonucu ortaya çıkmış değil. Kişiye özel, şahsın kendisinin ve ailesinin yargılanması riskini ötelemeye matuf, istikbâlini teminat altına almak isteyen, “dün dündür bugün bugündür” kaypaklığını kemâl noktasına taşımış, ilkesiz pragmatizmin dibini bulmuş bir kişinin, şahsî emellerine paravan olarak kullandığı sun’i bir gündemdir. Eğer gerçekten bu tartışmalar kişiye özel değilse, bu tartışmanın odağındaki şahıs “Başkan olmayacağı”nı taahhüt ederdi. Ya da tartışmayı bu “şahıs” üzerinden yürütenler, 14 yıllık icraatları ortada olan bu şahısla, “başkanlık” fikrinin arasındaki korkunç tezada samimiyetle dikkat çekerlerdi.

Bir takım şaibeli tipleri Başyücelik mefhumu ile aynı satırda zikretmek, imâ etmek; kimse kusura bakmasın da “hacamat şişesine süt ikram etme”ye denk bir istikrah manzarasıdır.

İster istemez insanın aklına bir çırpıda gelen sualler;

Müstevli Haçlı-siyonist askerlerine fiilî ve kavlî duada bulunmak;

Seçimlerden önce İsrail ve Batı aleyhtarı söylemlerle kitleleri kandırıp, seçimden hemen sonra İsrail’e dostluk ve muhtaçlık beyanında bulunmak;

Kendi kendini nakzeden onlarca yalan;

Ve sair bir çok ahlâkî zaaf belirtisi, mezkur “idare ruhu”nun neresine tekabül etmektedir?

Zekat hasılâtını teslim ederken, bir kısmını şahsına verilmiş hediye diye ayıran zekat âmiline, “Ey falanca kişi! Sen doğru birisin, şimdi doğru cevap ver: Sen evinde otursaydın bu hediyeler sana verilir miydi?” diye soran FARUKÎ ruha mukabil;

“Devletin bütçesine direk zararı yoksa, alınan hediyelerde de, yapılan iltimaslarda da bir mahzur yoktur” diyen HARAMÎ ruhun; rüyâsını gördüğümüz İDARE RUHU’nda bir karşılığı yoktur!

Yine, zırhını çaldığı Yahudiyle davalı olup kendisini “Yahudiye mi inanıyorsunuz yoksa bana mı?” diye savunan, buna rağmen muhakeme edilince haksız olduğu ortaya çıkan;

Böyle bir adalet ruhuna karşılık eskilerin tabiriyle “cürmü meşhut” hâlinde yakalan yakınlarını savunan, onları mahkemeye bile çıkartmayan tıpkı Asr-ı Saadet’teki hırsız gibi kendini “savunan” bir zihniyetten, som adalet düzeni Başyücelik Devleti’ne vasıtalık edeceğini vehmetmek, en hafif diplomatik bir ifâdeyle saflıktır…

E. Doğan ŞEYHOĞLU

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d