“TİLKİ GÜNLÜĞÜ”NÜN İZİNDE: 12 ŞUBAT / “İM İLE ANLATMA”

“TİLKİ GÜNLÜĞÜ”NÜN İZİNDE: 12 ŞUBAT / “İM İLE ANLATMA”

“Tilki Günlüğü nedir?”

Üstad Necib Fazıl, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’na, Mirzabeyoğlu’nun “kim” olduğunu ortaya koyan bir takdim yazısı olduğunu söylemiş ama bu yazının hangisi ve nerede olduğunu söylememiştir. “Benim bir takdim yazım olacak, bütün hüviyetinle görüneceksin!” diyen Necib Fazıl, gün gelir ve her fani gibi ahirete irtihal eder ama, takdim yazısı meçhul kalır; malûm bir meçhul…

Kumandan Mirzabeyoğlu, Necib Fazıl’ın yazdığını söylediği, kendisinin kimliğini ortaya koyan bu takdim yazısının peşine düşer.

Salih Mirzabeyoğlu, takdim yazısını ararken adeta bütün bir kâinatı kalburdan geçirmek, zamanın ve mekânın bütün buudlarını da bu arada keşfetmek gibi muazzam bir macera içerisinde bulur kendisini.

Üstad’ın şiirindeki gibi bir hâlin tecellisi: “Sırrını ararken patlayan gülle!”

Ve bir sual: “Bilmekten korkmuyor musun?”

İnsanın kendisini ararken, karşısına çıkacak şey ne olabilir?

Ya, hiç hoşuna gitmeyecek bir şeyse bu?

Ama Kumandan Mirzabeyoğlu, Üstad’ın tesbitiyle bir “cins kafa” ve yine Üstad’ın tesbitiyle, “kurcalayacak, sonuna kadar gidecektir!”.

Zaten Kumandan Mirzabeyoğlu’ndaki bu sonuna kadar gitme cehdi değil midir ki, O’na “Bütün Fikrin Gerekliliği” gibi bir eseri yazdırmış ve bu eseri hakkında Üstad Necib Fazıl, “Mücerred fikir istidadı tamam!” dememiş midir?..

Peki, Kumandan Mirzabeyoğlu, bu arayış macerası neticesi takdim yazısını bulabildi mi?

İşte, Tilki Günlüğü gibi bir eserin ortaya çıkmasına vesile ve zaten göz önünde olduğu da bulunduğunda ortaya çıkan takdim yazısı:

“DÜNYA ÇAPINDA BİR HADİSE

KAPTAN KUSTO MÜSLÜMAN

Dergilerden, gazetelerden ve televizyondan tanıdığım meşhur Kaptan Kusto… Bu adam bir devrin (Markopolo)su, Evliya Çelebisi gibi tetkikçi bir seyyahtır ve tabiat denilen yaratıklar âleminin sırlarını denizlerde arayan ve deniz içi hayatı kurcalayan ilmî bir tecessüs sahibidir.

Bu adam basit “olabilirler” veya “olabilir” sanılan şeyler arasında öyle bir tecelliye şahit oluyor ki, 1400 yıl önce Kur’an’ın haber verdiği mucize önünde dize gelip, müslüman oluyor.”

(Tilki Günlüğü, c. 3, sh. 7)

Sırlarla çevrili olarak yaşıyoruz ya, şayet bu yazı, “İMÂ İLE ANLATMA” şeklide değil de, apaçık bir reçete olarak Kumandan Mirzabeyoğlu’nun eline tutuşturulmuş olsaydı, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun, “yüzyılın topoğrafyası” diye tarif ettiği, vasıflandırdığı bu eser ortaya çıkar mıydı?

Bilemiyoruz!..

Bu yazı serisine başlarken de ifâde ettiğimiz üzere zaten usûlümüz de böyle “dır” ve “tır” gerektiren meselelere girmemek, sırrları örselememek. Yalnız, aksiyon bahsinin davet ettiği şekilde Tilki Günlüğü’ne yanaşmaya çalışmak, aksiyonu davet edebilmeye dair usûlümüz gereği, şu, “topoğrafya” ne demek bir ona bakalım:

“Topoğrafya, bir arazi yüzeyinin tabii veya suni ayrıntılarının meydana getirdiği şekil. Bu şeklin kâğıt üzerinde harita ve tablo şeklinde gösterilmesiyle ilgili ölçme, hesap ve çizim işlerinin hepsi.”

Vikipedi böyle tarif etmiş topoğrafyayı…

Yüzyılın topoğrafyası, yüzyılın zaman ve mekân, ruh ve madde buudlarının işaretlenmiş olması…

Yazarın, yola çıkarken maksadı bu değildi belki ama, el attığı iş, kendini aramaya çıkmış olması, kendini ararken buldukları, yüzyıla sahip adam hakkıyla, yüzyılın topoğrafyasını da işaretlemesine, bunun macerasını romanlaştırmasına da saik teşkil etmiş diyebiliriz.

Biz de kendi konjonktürümüzde -zaman dilimimiz-, bu topoğrafyaya nisbetle, zaman ölçüsü tutturma, bu çerçevedeki iş ölçüsü ile bunu aksiyon plânında ifâde etme niyetinde olarak…

Zaman ölçüsü-iş ölçüsü…

İslâmcı bir mücadeleden bahsedilecekse, zaman strüktürüne dair bir fikir olacak, önce bu ortaya konacak. Yoksa iş, her sakallıyı “hacı baba” zannetme şapşallığına dönüp, parsacıların rahatça at koşturduğu, istedikleri gibi ahmak avladıkları, nice “yürüyen takım elbise”nin “reis” denilerek adam yerine konduğu bir “zemin”e vücut veriliyor. Tilki Günlüğü topoğrafyasına uymayan şeyler… Orada tarif edilenle -ideal-, burada yaşanan arasında dağ – kuyu farkı varsa da, bu farkı fark edebilmek de zaman ölçüsü-iş ölçüsü ile mümkün. Zaten pratikte böyle parsacıların hayat bulacağı da Tilki Günlüğü’nde gösterilmiş, hükümleri kesilip mahkûm edilmiş…

Zaman ve iş ölçüsü olmayan yerde, rastgelelik var…

Rastgelelik, “oluş”a aykırı, “oluş” için, şuurlu istikamet lâzım; istikamet, yani hedefin sistem bütünü olarak ortaya konulmuş olması, “sistem” ve “sistem şuuru”… Yoksa iş, günlük itiş kakış…

“Vay be, adam ne dedi!” ucuzluğu değil, her adımda neyin neye göre dendiğinin, yapıldığının nefs-hâl muhasebesi.

Topoğrafya burada!

Sistem burada!

Ölçü burada!

Faik IŞIK

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: