“TİLKİ GÜNLÜĞÜ”NÜN İZİNDE… 13 ŞUBAT: “YOL ONUN VARLIK ONUN”
Dün, Tilki Günlüğü ile ilgili genel bir değerlendirme yaptık. Bugün de Tilki Günlüğü’nün iç düzeni hakkında kısa bir malûmatla başlayalım.
Tilki Günlüğü’nde her gün farklı bir bölüm ve her bölümde o gün görülmüş rüyâlar, “levha” başlığı altında verilmiş. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun, yıllar boyu, uykularını bölerek rüyâlarını kaydetmiş olduğuna şâhid oluyoruz. Bu müthiş cehd bile, O’nda, Üstad’a karşı olan alâkanın ne derece olduğunu göstermesi bakımından mühim. Bu “levha”lar içinde, (*) işaretli olanlar, Kumandan Mirzabeyoğlu’na ait değildir. “İlâhî Kör Faturası” bölümünde geçen rüyâda olduğu gibi…
“Düşvârî”ler, yaşanan hayatın da bir düş olduğuna işaret eder, yaşanan hayattan parçalar…
“Tefe’ül”; “fal açma” demek olan bu tabir, “Tablo”larla birlikte, Tilki Günlüğü lûgatını teşkil etmekte…
“Ufuk”, Üstad’dır, Necip Fazıl’ın kaleminden dökülenlerdir…
“Yevmiye”ler, Mirzabeyoğlu’nun, Necip Fazıl’la olan birlikteliğinde aralarında geçen “sohbet”lerden müteşekkil…
“Vâridât”lar, bir nevi o günün hülâsası, “gelir”i…
Böyle bir iç düzen, yepyeni bir form… İşimiz “edebiyat” olmadığı için, Tilki Günlüğü’nün edebî yönden tetkikini ehline havale ederek, biz, aksiyon bahsi etrafındaki meselelere, içinde yaşadığımız zaman dilimine dair tedailer veren noktalara dönebiliriz…
“Levha: 13 Şubat 1989
(…) Sonra Akıncı Güç’ü misâl vererek, iş parsaya dönmeden kimsenin yaptğı işi mühimsemediğini, “meselâ Akıncı Güç’ü ele alalım!” diye başlayarak anlatacağım… (…)” (Tilki Günlüğü, Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Yayınları, Cilt 3, sh. 549)
Akıncı Güç’ün, mevzuumuzun merkezî fakültelerinden birini teşkil ettiğini şimdilik belirtmekle yetinelim. İnsanların, yapılan işi, o iş geniş kitlelerce tutulup, parsaya dönmeden ciddiye almaması meselesi ise, imtihan dünyasına dair bir işaret ve muhatabın şuur muhtevasını da ele verici… Görünmek değil vazife adamı olabilmek… Şartların itelemesiyle görünmek zarurîleşir veya görünmez kahraman olarak bir hayat sürülebilir. Nam ve nişan beklemeyen fedâ ahlâkı…
“Levha: 13 Şubat 1986
(…)
Karşımızdaki sokakta muazzam bir yangın… Odamdan görüyorum ve bakmak için kalkıyorum… Elimi de bir kedi ısırmış ve tırmalıyor; bırakmıyor… Zeyn-âb’ı uyandırıp ona yangını gösteriyorum!..” (Tilki Günlüğü, Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Yayınları, Cilt 3, sh. 549-550)
Bugün, “karşı sokak” Suriye ile ilgili olarak, önce, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Suriye’ye kara harekâtı yapılması gerektiğine dair açıklaması geldi. Ve, Suudî Arabistan’ın da uçaklarının İncirlik’e konuşlanacağı… Ki, Suudîler bir gün önce, NATO Karargâhında çeşitli görüşmeler yaptıktan sonra, Mevlüt Çavuşoğlu, Suudî uçakları ile ilgili gelişmeyi aktardı. Suriye’ye kendileri kara harekâtı yapmaktan bahseden Suudîlerden sonra, AKP iktidarının da bu konuyu açıkça dile getirmiş olması bütün dikkatleri bu noktaya çekti. Suriye Devlet Başkanı Esad, bu açıklamadan önce, Suud ve AKP’nin, Suriye’yi işgâl etmeyi plânladığını dile getirmekteydi. Diğer yandan, AKP’nin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, dün yaptığı açıklamalarda, Suriye’de yapılacak bir kara harekâtında AKP iktidarının, Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olacağını söylüyordu. Bugün MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de böyle bir müdahaleye karşı olduğunu beyan etti ve bu müdahalenin, Türkiye’nin çıkarlarından başka maksatlara hizmet edeceğini söyledi.
Yangına dair teferruat müthiş. Zaten artık taraflar -başta Rusya- Üçüncü Dünya Savaşı’nı dillendirmeye başladılar. Kimi Rus stratejistler, böyle bir savaşta, AKP iktidarındaki Türkiye’ye karşı doğrudan taktik nükleer silâhlar kullanarak, savaşı kısa sürede neticeye bağlamak gerektiğini ifâde ediyorlar.
Tüm bunların üzerine, bugün akşam saatlerine doğru, Azez bölgesindeki YPG güçlerini topçu ateşi ile vurduğumuz haberi geldi.
Levha’da geçen “kedi”nin açılımları ayrı bahis, yangının kendisine gösterildiği “Zeyn-âb”, “dişi-kabul edici” unsura, yani Kumandan’a nisbetle muhataplarına işaret eder ki, kendi üzerimize zevkle alırız. İşte, O’nun gösterdiği yangının, bizim gözümüzdeki aksi…
“Yevmiye: Komünistler
Mart 1983… Bana defalarca söylediği bir hayretini belirtiyor:
-“Bu komünistler nasıl oldu da, köylere kadar sirayet ettiler?”
-“Efendim, onları provokasyonlar büyüttü… Toplumda kahraman ihtiyacı da…”
-“Doymuyor efendim, gençlik doymuyor… Komünistlerin kapitalistleri tenkidinde haklı yönleri var… Bugün gençlik mazur…”
Ve sözlerinin gerisi pek mânâlı:
-“Aksiyonlarını bizden alıyorlar… Aksiyon bizim… Bir nevî tersinden aksiyon!” (Tilki Günlüğü, Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Yayınları, Cilt 3, sh. 552)
Provokasyon…
Hani şu, gazetelere yapılan saldırılar da böyle bir şey olmasın?
Neyse…
Şimdi, komünistler bir tarafa, aksiyon bahsinde, İbda’nın fethettiği alanda fatihçilik oynayarak kostaklanalar ve böylece iktidar olup, bu sermayeyi iktidar olduktan sonra da yemeye, istismar etmeye devam edenler, parsacılar, bu sermayeyi de tükettiler. Şimdi artık yeni bir gençlik geldi ve bu gençliğin de eskinin hikâyeleri ile pek alâkası da yok. Zaten iş tamamen parsaya dönmüş durumda. Gençliği motive edemiyorlar. Öyle TOKİ idi, havaalanı idi, duble yoldu, olmuyor. Bir AKP yandaşı, Ömer Turan’ın ifâde ettiği üzere, (Akıncı Güç’ün getirdiği) “Akıncı” ruhu lâzım ama o da kolay değil. Kimse, kendisinde olmayanı başkasına veremez. Ol sebeple de, “lâzım” demekle olmuyor. Aksiyonunu İBDA’dan aldın-çaldın ve tükettin, sermayen bitti, sen de yoksun. O sermayeyi sen kazanmadın, öyle bir sermaye nasıl üretilir, nasıl kazanılır bilmiyorsun, sadece aldığın-çaldığın kadarı ile vardın. Bedel ödemedin, bedel ödemeyi de göze almadın, alamadın. Bedel ödemeden kazanç olmaz. Kazanmadan, hazıra da dağ dayanmaz. İBDA, muhataplarına, karşılığını beklemeden sermaye vermiştir, vermektedir. Ama, sermayeyi aldığı yere nankörlük eden, ihanet eden, sermayeyi kendi kazancıymış gibi gösterip -sahibi olmadığı mânânın maliki görünmeye kalkan-, fethedilmiş alanda fatihçilik oynayan sahte kahramanların, davayı şahsî iktidar hırslarını tatmin vasıtası olarak kullanmalarına, kendi verdiği sermayenin kendisine karşı kullanılıyor olmasına karşı da İbda mihrakının söyleyeceği söz elbette vardır ve “ibiş” ve “mürted” hükmü ile damgalanmışlardır.
Faik IŞIK