MEDYA CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK
Duvarlarda asılı takvimler 1952 senesine aittir. Demokrat Parti ve Menderes iktidarının ilk yılları… Ahmet Emin Yalman hadisesinin hemen arefesi… Necip Fazıl, devrin Büyük Doğu’larında altı bölümlük bir makale serisi hâlinde “Basınımıza Dair Rapor” yazıyor. Üstâda göre, “Matbuatın ruh muhassalası şudur:
…
Herhangi bir manevi kayıttan âzade,
Günün fani nimetlerine meclûp,
Kâr için muhalif veya muvafık…”
(Necip Fazıl Kısakürek, Başmakalelerim 1, Büyük Doğu Yay. 1.Basım, Ağustos 1990, Sayfa:217)
Üzerinden 64 sene geçmiş olmasına mukabil, basına dair resmedilen bu tabloda, müspeti andıran en ufak bir değişiklikten söz edilebilir mi?
O günlerde, yine Üstad’ın aynı yazı serisinde ifade ettiği gibi: “Birbirlerinden sadece, sebep ve neticelerini bildirmeye muktedi bulunmaksızın, İnönü veya Menderes farkıyla ayrılırlar; günlerden bir gün de hepsinin birden İnönü veya Menderes’ten birinin üzerinde tam ittifaka geçmelerine hiçbir ciddi mani yoktur” eleştirisiyle rapor edilen ülke basınında değişen tek şey, İnönü ve Menderes’in yerini farklı isimlerin almasıdır.
Basın ülke düzeninin aynasıdır. İşgal düzeninde medyaya işgal medyası rolü düşer; seçkin bir sınıfın etrafında kurulan oligarşi idaresinde medyanın görevi bu egemen aileleri halka şirin göstermek ve bu uğurda türlü efsaneler üretmektir. Tek Adam düzeninin medyası, o Tek Adam’ın kusursuzluğu üzerine kuruludur. Orwel’ın o muhteşem Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanındaki harikulade tabiriyle “çiftdüşün” durumu için vazifelidir. Romandan:
“Piramidin tepesinde Büyük Birader vardır. Büyük Birader yanlışlık yapmaz, tüm güç onun elindedir. Her başarı, her zafer, her buluş, bütün bilgi, bütün mutluluk, bütün erdem onun önderliği altında var olur ve ondan esin alır. (…) Kitlelerin ne düşündükleri Parti’yi ilgilendirmez. Kafalarında düşünce diye bir şey olmadığı için, onlara düşünce özgürlüğü tanınmıştır. (…)
Parti’ye bağlılık: siyahın beyaz olduğuna gerçekten inanma yeteneğidir, daha da ötede, siyahın beyaz olduğunu bilmek ve sonra karşıtına inandığını unutmak demektir. Bu, geçmişin sürekli değiştirilmesini gerektirir. Çiftdüşün adlı sistem bunu sağlamak içindir. Birçok kereler olduğu gibi, aynı olay bir yıl süresince defalarca değiştirilebilir. (…)
Çiftdüşün insanın iki çelişik düşünceyi aynı anda kabullenmesidir. (…) Seçilmiş yalan, sürekli kayıtlara geçerek sonunda bir gerçek olacaktı.”
(George Orwel – Bin Dokuz Yüz Seksen Dört)
Çiftdüşün vazifesi, Parti’yi yöneten Yüce Reis siyaha beyaz dediği ânda, siyahın beyaz olduğuna kitleyi inandırma görevidir. İnanmakla kalmayacak, geçmişte siyaha siyah dediğini de unutacak, hafızasından kazıyacak ve dün kendisi gibi olanların aslında vatan düşmanı hainler olduğunu düşünecektir. Orwel‘ın hayâlî Okyanusya toplumu maalesef bu coğrafyada gerçek olmuştur:
–Büyük Birader her şeyin en doğrusunu bilir ve Parti Asla Yanılmaz!
Demokratik bir yönetimde ise medya bir yere kadar sessiz yığınların sesi olur ve halkın gözü kulağı iddiasıyla itibar sağlar. Mesele bizim demokrasiye inanıp inanmamamız değil… Ortada “demokrasi” olduğu iddia edilen bir düzen varsa, onu kendi prensiplerine sadık kalmaya davet etmek en tabii hakkımız… Temsili demokrasilerde, halk adına halkı idare edenleri yakın takibe alacak, yığınların gözü kulağı olacak ve onları sürekli bilgilendirecek bir unsura ihtiyaç vardır ve bu medyadır. Beğenelim, beğenmeyelim; inanalım, inanmayalım; basın olmadan demokrasi olmaz.
Türkiye’de basın demokrasiyi kaldıramamıştır. Çünkü bu toplum demokratik düzene bir bedel ödeyerek ulaşmamış, 2. Dünya Harbi’nden sonra batının zorlamasıyla tepeden inme bir demokrasi hediye edilmiştir. Bu süreçte basına düşen rol, hayat hakkını millet vicdanında değil, halka demokrasiyi “hediye(!)” edenlerin himayesinde aramak olmuştur. “Demokrasi – halk idaresi” göstermelik olunca, toplum vicdanına çığlık olmanın gereksizliğini en iyi medya patronları anlamıştır. Çünkü halka demokrasiyi lütfedenlerle, onların holdingleşmesine çanak tutan güç aynıdır.
Bu sebeple birbirlerinden sadece “İnönü ve Menderes farkıyla” ayrılırlar. Etiketleri ne olursa olsun, aralarında hiçbir temel fark yoktur.
Bu ‘farkı fiyatı’ mamûllerin arasına günümüz Türkiye’sinde “İslâmî” etiketli basın da dahil olmuştur. Akit ile Cumhuriyet, Sözcü ile Yeni Şafak, Zaman ile Hürriyet, Sabah ile Radikal arasında hangi TEMEL MESELE etrafında görüş ayrılığı olduğunu söyleyebilirsiniz? Rastgele sıralayalım: İsrail ile yakınlaşma, Irak-Afganistan-Libya işgali, İncirlik ve NATO, AB süreci ve ABD, şu ve bu… Sözde muhalif medyanın İsrail ile yakınlaşmaya dair tek bir çıkışını gördünüz mü? Yahut yandaş medyanın “one minute, n’oluyoruz ya?!” dediğini… Bu mevzular etrafında aralarında yaşanan tek ciddi polemik okudunuz mu?
Çünkü bunların hepsi “manevi kayıttan âzade!..”
Çünkü bunların hepsi “günün fani nimetlerine meclûp!…”
Çünkü bunların hepsi “kâr için muhalif veya muvafık!..”
Ve birbirlerinden tek farkı, havladıkları kapının tabelası…
Gökhan Yamangül – 16 Şubat 2016