ADIMLAR SÖZCÜSÜ CEM TÜRKBİNER’İN KONUŞMASI

ADIMLAR SÖZCÜSÜ CEM TÜRKBİNER’İN KONUŞMASI

ADIMLAR SÖZCÜSÜ CEM TÜRKBİNER’İN KONUŞMASI*

Hoşgeldiniz…

Adımlar Fikir Kültür Siyaset Platformu Maraş Temsilciliği’nin düzenlemiş olduğu konferansın ismi “YAŞAYAN NECİB FAZIL SALİH MİRZABEYOĞLU”…

Baki Aytemiz gönüldaşımızın da belirttiği gibi düzenleyenlerin iradeleri dışında Berat gecesi ile gerçekleşmiş hoş bir tevafuk var… Bu tevafuk bize büyük bir zevk verdi ve mutlu etti… Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Üstad ile Dil ve Anlayış eserinde geçen bir diyalogları var:

– Hava alıyor musun bu arada?
– Arasıra balık tutuyorum efendim…
– Ben de hava almak istiyorum; 15 Şaban’da çıkacağım. Biliyorsun Berat kandili… Araba sağlam değil mi?
– Sağlam efendim…
– İyi… Beraber karşıya geçeriz. Artık görünme zamanın geldi…

Kainatta Allah’ın dışındaki bütün şeyler birer mahluktur, yani yaratılmıştır… Yaratılmış olmanın zorunlu şartı ise bir zıd ile kaim olmaktır… Dolayısıyla yaşamak dediğimiz şey de ancak ölüm diye bir şeyin varlığına nisbetledir…

Kabil, kardeşi Habil’in hareketsiz vücudu başında cesedi ne yapacağını düşünedursun, arkasında öyle bir mesele bırakmıştır ki, yüzbinlerce senelik ömründe insanoğlu ne bu meseleyi çözebilmiş ne de bundan daha temel bir meselesi olmuştur… Esasında bütün felsefe, Kabil’in cinayetini gerçekleştirmeden evvel fiilinin sonuçlarına ne derece vakıf olduğu probleminden doğar… Bunun temelindeki esas soru ise; az evvel dış bir tesir altında olmadan hareket eden, bunun da ötesinde hayalleri olan ve düşünebilen bir varlığı, bir an sonrasında böyle hareketsiz kılan devasa farkın sebebi nedir?.. Az evvel kendisinde olan hangi vasıftır ki, şu an bulunmamakta ve varlık ile yokluk gibi adeta çıldırtıcı bir farklılığa yol açmaktadır?..

Bu meselenin henüz çözülememiş olduğunu, hitabet sanatına katkı olsun da konuşma çarpıcılaşsın diye söylemedim… Kendisine “Uzay Çağı” denilen bir dönemde, 2015 yılında Amerika’da toplanan Uluslararası Tıp Kongresi, ölümün tarifini bir kere daha değiştirmiş, yine dört başı mamur bir tarif getirememekle birlikte ölümün en azından anlık bir faaliyet olmayıp bir süreç olduğunu kabul etmiştir… Söz alan bir profesör ise, o halde şu ana kadar acaba kaç canın tıb tarafından ölü diye yaftalanarak gömüldüğünü sormuştu…

Bu fizikî sürecin üzerinde durmamızın sebebi, mücerret meselenin ancak gözlemlenebilen ve etkileri doğrudan hissedilen fizikî bir farklılıktan doğmasındandır… Herhalde insanlar hiç ölmeselerdi, hareketli-hareketsiz farkı farkedilmeyecek ve ruh diye bir mesele de olmayacaktı… Eğer düşünce faaliyetini, beyin organındaki hücreleri oluşturan unsurların arasında bir etkileşimden ibaret görürseniz, hayat denilen şeyi de hücrelerin oluşturduğu bütünlerin arasındaki bir etkileşim olarak tarif edersiniz… Ennetice iş, toprağın üstünde debelenenlerin canlı, toprağın altına konulanların ise cansız olduğu kabalar kabası bir tasnife varır… Ki, bugün varmıştır…

Arabça lisanında “ölmek” diye bir fiil yoktur… Bir insan nasıl ve ne şekilde canını vermiş olursa olsun, ortadaki durum “öldürülmek” fiili ile tarif edilir… Fizik planında ölüm, sadece ve sadece tepki vermemeyi garanti eder… Lakin tepki vermemek, etki duyulmadığını garanti etmeyeceği gibi etkili olmayı devam ettirememeyi de garanti etmez… Hayattan kasıd, gerçekten ortaya bir şeyler koyabilmek ve bunları devam ettirecek insanlar doğurmaksa binlerce yıldır yaşayan insanların varlığı zaten kendiliğinden ortadadır… Ve şu an kan dolaşımları devam eden yürüyen ölülerin varlığı da..

Herhalde “YAŞAYAN NECİB FAZIL SALİH MİRZABEYOĞLU” ifadesinin bir konferans isminden ibaret olmadığı, tabir-i caizse bir dünya görüşü olduğu da belirmiş oldu…

cemP1050430Hemen herkesin kültürel olarak Müslüman olageldiği bir toplumda yaşıyoruz… Allah’ın Resulü döneminde Müslüman olmak ise, o zaman ve mekan şartları çerçevesinde, bugünkünden çok daha temel ve çok daha sahici bir tercihtir… O gün ile bugünü ayıran, içe ve dışa bakan yönleriyle iki hususiyet var… Dışa bakan sebeb, doğrudan doğruya toplumsal getirileri veya götürüleri olan bir şey… İçe bakan sebeb ise tercih ile ilgili… Sahabe neslini bir araya getiren şey, hür tercihleridir… Elbette hür bir tercih ile bir araya gelmiş bir topluluk ile hasbelkader bir araya gelmiş bir topluluğun belirttiği birlik manası bir olmayacaktır…

Bugün zaten fizikî olarak bir arada yaşayanların, bir arada bulunmalarının üstüne Müslümanlık beyanları, süs cinsinden bir müşterek oluşturur… Bir nevi, olmasa da olur keyfiyetinde bir müşterek… Bu tip toplumlarda ayrışmalar, kaçınılmaz olarak benzerler arasında gerçekleşir… Şöyle bir misal verirsek; nebevî nefesin dokunması neticesinde bir kısmı kartala dönüşmüş olan solucanlar diyarında, kartal olmayı seçenler ile solucan kalmayı seçenlerin arasındaki ihtilafta müştereklik sağlayan kartal olma vasfının, bugün yine kartal olanlar ile kartal olduğunu beyan eden solucanlar arasında aynı müşterekliği sağlamayacağı açıktır…

Beyanın oluşturduğu hukuku çiğneyecek değiliz elbet… Lakin her şeyin olduğu gibi Müslümanlığın da sureti ayrı hakikati ayrıdır… Bu yüzden biz ahlakı tavırda seyretmekte, suretin gizlediği manayı sezmeye çalışmakta ve buna göre pozisyon almakta hürüzdür… Kimse bizden, mızraklarına Kuran sahifeleri takıp sadece sıkıştıkları yerde ümmet kardeşliği edebiyatı güdenlerin artık bu bıktırıcı son tekrarlarına aldanmamızı beklemesin..

Kendi yerine Hz. Ömer’i bırakmak isteyen ve bu meyanda büyük sahabeler ile istişarede bulunan Hz. Ebubekir’e bir sahabe itiraz eder ve bu tercihinden dolayı Allah’a nasıl hesap vereceğini sorar.. Doğrultulmasını isteyen halife ders niteliğinde bir cevap verir: “Beni Allah ile mi korkutuyorsunuz?.. Onun huzuruna çıkınca müminlerin idaresini içlerindeki en hayırlılarına bıraktım diyeceğim”…

Bu misallerde dikkat çekmek istediğim husus, hakkın yanında saf tutarken karşı tarafın talan ettiği kıymetlerden korkmamamız gerektiğidir… Bu konuya azami hassasiyet göstermeli ve suret benzeyişlerinin safların sıkılığını bozmamasına dikkat etmeliyiz…

Derler ki, bir fiilin ahlakî olmadığını bildiği halde onu işleyen insan, ahlakî olup olmadığını bilmeden o fiili işlemeyen insandan üstündür… Burada itibar doğrudan doğruya ilmin değil, ilmin sebeb olduğu tercih hürriyetinindir… Herkesin Müslümanlık beyanında bulunduğu yerde temel ihtilaf da hür ile kölelerin ihtilafı olacaktır…

İstanbul ile Anadolu arasında karşılıklı birbirini besleyen bir letafet var… İlla siyasi anlamda değil her anlamda başkentlik zorlama ile oluşacak bir şey değildir… İstanbul tabii bir tarihî süreç neticesinde her anlamda başkenttir… Lakin başkent ilgi ve merakı cezbetmesi yanında, ilgi ve merakı cezbedilecek olandır da… Adımlar Maraş temsilciliğinin bu faaliyeti ne kadar önemli görülse azdır ve biz başkent mensublarını heyecanlandırmıştır… Üstad’a ve Kumandan’a yapılan en alçakça hainlikleri de en hoş dostlukları da bünyesinden çıkarmış önemli mekânlarının başında gelen Maraş’ı bu vesile ile selamlarız…

Son olarak;

Necib Fazıl Mirzabeyoğlu’nun “birlikte karşıya geçeceği” tarih olan Berat kandilinde bizi böyle bir konferansın parçası kıldığı için Allah’a şükrediyoruz…

Allah mahcub etmesin, layık kılsın ve faaliyetlerimizi bereketlendirsin inşallah.

Cem TÜRKBİNER
ADIMLAR Platformu Sözcüsü

* 21 Mayıs 2016 tarihinde Maraş’ta düzenlenen “YAŞAYAN NECİP FAZIL, SALİH MİRZABEYOĞLU” konferansındaki konuşması.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: