HEM “İSLÂMCI”, HEM AMERİKANCI YENİ NESİL: BABASININ OĞLU
Sosyal medyada bir gönüldaş (Serhat Oğuz) AKP’nin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Fırat Kalkanı Operasyonu” ile ilgili yaptığı “Operasyonu başından beri ABD ile birlikte plânladık” sözleri üzerine şunları yazmış:
“Adam açıkça “Operasyonu Amerika ile planladık” diyor…
Hem de taa nisan ayında…
Daha ne desin?
Amerikancılığını Anti-Amerikancı kılıfla perdeleyen 20-25 yaşlarında bir nesil var, zihinleri piç edilmiş… Demek babaları da öyleymiş ki, bunlar da böyle oldu…
Buyurun, Amerikancılar Beş Tepede Amerikayla yaptıkları planları hiçbir gizleme ihtiyacı duymadan tatbik etmeye devam ediyorlar…
Hadi: kahrolsun Amerika!”
Bugün 20-25 yaşlarında olan genç nesil, 1990-95 tarihleri arasında doğmuş oluyorlar ki, benim şahsî maceram içinde Büyük Doğu – İBDA’nın mânâsını hecelemeye başladığım tarihe denk gelmekte. Bu neslin babaları benden birkaç yaş büyük olsa da akranım sayılırlar. Hasılı, babalarını çok iyi tanırım! Burada “baba”dan kasıt nesep bağıyla olan babalıkla birlikte, karakterin-şahsiyetinin oluşmasına tesir eden bütün insanları, söz konusu “babalık” mefhumu içinde değerlendirebilirsiniz. Sırasında anne, dede, amca, kardeş ve hoca da olabilir.
Aslında bu “tip”in birkaç asırlık tarih dilimimizdeki karşılığı Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ifâdesiyle söyleyecek olursak “kaba softa – ham yobaz tipi”nin istihâle etmiş halidir. Böyle peşin bir vasıflandırmayla beraber, bu “tip”in yetişmesine tesir eden öncekilerin karakterini ele verecek müşahhas misâlleri, dönemin şahitleri Salih Mirzabeyoğlu ve Necip Fazıl’ın kaleminden verelim:
“İnsanın, içtimaî ilişkiler bütünü içinde bir varlık olduğunu söyler ve bununla onun genişliğine keyfiyetini belirtirken, derinliğine keyfiyetinin de içtimaî ilişkilerin şuuruna varmakla başladığını, şuurlanma keyfiyetinin ise bu ilişkiler bütününü değiştirmek anlamına geldiğini belirtmiş oluruz. Bu bakımdan, toplumdaki “fert”, hazırlop olarak aileden, okuldan, toplumdan ne aldığının şuuruna erdikçe ve nefs muhabesine erişip kendi şuurunu “yıkma, yapma ve zenginleşme” şeklinde değiştirdikçe, ilişkiler bütününü değiştirecek “şahsiyet” olur.“(1)
“Nefs muhasebesini” ıskalayan, hazırlop aldıkları üzerinde düşünmeden mirasyedi bedavacılığında “şahsiyet” olamamış bir garip nesil… “İslâmî” çevrelerde yetişmiş, binbir tezad içinde debelenen bir acaip kuşak…
Bunların yetiştiği çevre şartları nedir? Babalarının, dedelerinin zihin yapısı nasıldır? Ancak bu suâllere isabetli cevaplar verebilirsek, mevcut acayip neslin karakteri hakkında isabetli teşhislerde bulunabiliriz.
Muhtemelen bu neslin dedelerinden birisi, aşağıda, kendini “kapitalist” olarak tanımlayan ve Üstad’ın “çüşşş!” diye ünlemesine sebep olan imamdır!.. Hadiseyi Üstad Necip Fazıl’dan nakledelim::
“Ben Bursa’da konferans verdim. Beni takdim eden kişi bir yerde imam mıymış ne… “Komünizme dair Üstadın konferansı, biz ki kapitalistiz!” dedi… “Çüşşş!” diye bağırdım arkadan. Biz kapitalist miyiz? Mülkiyet başka kapitalizm mezhebi başka!” (2)
Salih Mirzabeyoğlu:
“Sene 1970… Üstadım, Ankara’da konferans veriyor… Konferansın sonunda da, “İmam Hatip Mezunları Derneği” gibi bir dernekte, bir yorgunluk kahvesi içmek üzere orada… Uzunca bir masa başında o ve masaya dizilmiş 20 kadar genç… (…..)
Üstadım, vesilesi düşmüş, Bergson’dan bir sahne aktarıyor:
– “Ben Paris’te, onun bir sohbetine katılmıştım… Büyük bir kafa… Kafasında yüzbin vinç dolaşıyor; fikirleri oradan oraya, oradan oraya naklediyor…”
Ve beni paslı bir hançer gibi tâ canevimden vuran izâh:
– “Vinç dedimse, mecazî mânâda dedim… Anlıyorsunuz değil mi?” (3)
Belki de bu neslin amcaları yukarıdaki izâha muhatap olan tiplerdir…
1970-2016 neredeyse yarım asır geçmiş, bu izâhtan ıstırap duyan insan bugün “ittifak ayrı, ittihad ayrı” diye biz okurlarını ve takipçilerini ikaz ediyorsa ve daha da ötesi muhatabı olanlar “hangi partiye oy verilmesi gerektiği”ni soruyorsa, o gün bu gün ıstırabının devam ettiğini söyleyebiliriz.
“Bunun yanında, sürekli “İslâm’a muhatap anlayış” sistemi ve “hareket sistemi” davasını vurgulamamız ve bununla ilgili meseleleri işlemememizden dolayı… Kimi, “İslâm’da sistem olmaz, İslâm sistem değildir!” derken, şu kurulan cümlesinin bile, muhteva yanlışlığı bir yana, cümle kuruluşuna ait bilgilerin bir araya getirilmesinin ürünü olarak en küçük çapta sistem mânâsını taşıdığını anlamaz ki, bizim “toplum sistemi”mizin ne olduğunu anlasın.” (4)
Kumandan’ın işaret ettiği “Sistem” karşıtı tipin “keskin bir müslüman”ın rahle-i tedrisinden geçmiş olması kuvvetle muhtemel!
“Allah’ın ipine sımsıkı sarılın” Âyet-i Kerîme meâiliyle birlikte, dergi kapağına “yukarıdan aşağı sarkmış ip” resmi koyan kafa da, acaba bu neslin hocası olabilir mi?
Kaçırdığı uçakta “şeriat” ilân edip, kadınların kafasını kapattıran, üstelik yıllar sonra “bunların hiçbirine gerek yokmuş, bilseydim bir köşede mehdi bekler gibi Erdoğan’ı beklerdim!” diyebilen “yorgun mücahit”(!) de mahalleden sevdiği komşusu mudur acaba?
Üstadın cenazesinde “kimse tahriklere kapılmasın diye” çelenk muhafızlığı yapan Kayserili şapşal kıdemli(!) Büyükdoğucu(!) ağabeyidir meselâ…
Yetiştiği bataklığı aşağı yukarı tasvir ettiğimiz “zihni piç edilmiş” bu güruh, küstahlığı nisbetinde arsız ve pişkindir aynı zamanda: Dün mensup olduğu hamakat korosuna katılmayanlara karşı Fetullahçılarla beraber “Ergenekoncu!” diye saldırırken, bugün aynı insanlara arsızca “Fetöcü!” diye saldırmakta.
İstikbâldeki istikametimize dair endişemizi her daim diri tutmakla beraber, en azından bugün, yukarıda belirttiğim ahlâksızlığın farkında olmayı, Kumandan Mirzabeyoğlu ve Üstadı Necip Fazıl tarafından müdrikemize yapılmış aşıya bağlıyorum ve şükrediyorum!
Nasıl ki insan, vücuduna enjekte edilen aşıyla hastalıklara karşı dirençli olabiliyor ve şifâ bulabiliyorsa, yukarıda verilen misâllerdeki menfilikler de, ruhumuza musallat hastalıklara karşı bünye sıhhatini temin eden “tehlike!” tabelası gibi önümüze serilmiş.
Kumandan’ın, eserlerinde müstakil başlıklar hâlinde de ihtar ettiği bu hususlar, özellikle ilk eserlerinde dikkat çekici bir yoğunluktadır… 1975 – GÖLGE çıkışıyla ortaya koyduğu mücâdele anlayışını, bu mücadelenin bütün “İslâmcı vasat”ı teşhir eden tesirini, dolayısıyla kaba softa – ham yobazı kaçıran benzersiz uslûbunu da gösteren bu meseleler, Kültür Davamız adlı eserinde “niçin?”iyle yerini bulmuştur:
“Kanser diye bir hastalığın olduğunu bilmemek, insanı kansere karşı masum kılmaz; bunun yanında, sıhhat bulmak için, her şeyden evvel hasta ve mariz olan kimsenin hâlini bilmesi ve deva istemesi şarttır.”
Devamında;
“Meselelerin çözümü bir yana, daha nelerin mesele olduğunu bile bilmeyen bir camia önünde, hem bilmemekten dolayı çözme kaygısından da uzak kalınan meselelerin ne oldurduğunu bildirmek, hem meselelerin kendi açımızdan çözümünü getirmeye çalışmak, hem de gelenekleşmiş taşkafa tekerlemeciliğini kırmak için polemiklere girmek, üstelik işin en zor tarafı olarak da bir şeyi izah ederken dayandığımız noktanın da bilinmeme ve anlaşılmama açısından izâha muhtaç oluşu, evet, bütün bunlar göz önünde tutulursa, dilimizin tabiî bir şekil ifâde edişi ve giriftliğinin sebebi anlaşılır.” (4)
Son olarak;
Bundan 26 sene evvel bıyıkları yeni terlemiş bir lise öğrencisiyken İdeolocya Örgüsü’nde geçen, anlamakta zorluk çektiğim kısımı, şimdi daha iyi anlıyorum diyebilirim:
“İcra kuvvetimiz, meslekî din öğretimi çevresindeki gençlik değil, onların müspet örnekleriyle birlikte, geniş büyük ve hasbî mânasiyle ve yüzbinlere varan kadrosuyle mukaddesatçı yüksek tahsil gençliğidir ve dâvamız yanlız onlara emanettir.” (5)
1.Salih Mirzabeyoğlu /Kültür Davamız sf.40
2.Necip Fazıl Kısakürek / Konuşmalar
3.Salih Mirzabeyoğlu/Büyük Muzdaripler sf.328
4.Salih Mirzabeyoğlu /Kültür Davamız
5.Necip Fazıl Kısakürek İdeolocya Örgüsü sf.416