11 EYLÜL’ÜN HATIRLATTIKLARI
Savaş meselesini askerî ve politik yanlarıyla, teorisi ve tekniği bakımından, felsefî, tarihî ve kitle psikolojisi zemininde bütün teferruatıyla değerlendiren en kapsamlı ve etkileri bakımından en yönlendirici eser, Napolyon’a karşı da savaşan Prusyalı General C.V.Clausewitz’in 19.yüzyılın ilk çeyreğinde kaleme aldığı “SAVAŞ ÜZERİNE”dir. Bu eserin askerî ve siyasî etkileri öylesine köklü olmuştur ki, barışı idealize etme kaygısıyla “Savaş Sanatı Tarihi”ni yazan bir İngiliz bile eserin iskeletini Clauzewitz’in eleştirisi üzerine kurar ve yazdıkları “Savaş Üzerine”nin ters tarafından bir şerhidir.
Bu İngiliz’e göre “dünya savaşı” dahil, bir çok büyük savaşın amaçları Clausewitz’in fikirlerine dayalı olarak saptanmıştır. Bu sebeple John Keegan, O’nu “tarihî bir felâketin entelektüel babası” olarak gösterir. Yani Clausewitz’in etkisi özellikle “batı savaş tarihi” açısından oldukça derin ve köklüdür.
Bize gelince… İslâm siyaseti, “iç’e doğru olmak ve dış’a doğru oldurmak esasına dayanır.”(bkz: İdeolocya Örgüsü) Nasıl ki, Clausewitz “askerî ve politik yanı” birbirinden ayırmıyorsa, İslâm’ın cihat ruhu ile ana siyaseti de birbirinin tamamlayıcısıdır. Dünyanın çeşitli noktalarında Müslümanların Batı sömürgeciliğine karşı yürüttüğü küresel savaş, İslâm’ın cihat anlayışı ve savaş hukuku temelinde tamamen meşru bir taarruzun çeşitli usul ve teknikteki görüntüleridir. Bu savaşın zâhiri plândaki milâdı ise 11 Eylül’dür. Yani Batı’nın küresel sömürgecilik dayatmasına verilen “küresel” cevabın tarihi…
11 Eylül’ün biz müslümanlar açısından İslâmî temelleri vardır ve onun ne muazzam bir mânâ taşıdığını, hangi zuhurun gonk sesi olduğunu geleceğin tarihçisi yazacaktır. Kaldı ki, “bu eylemin İslâm’da yeri var mı” sorusu, mücadelenin içindeki hâlis Müslümanları ilgilendirir. Batılılara ve batıcılara ne oluyor? Ve tabii Müslümanlığı BOP eş başkanlığı sananlara; yahut İslâm coğrafyasına bombalar yağdırılırken, Amerika’nın hamiliğinde Pensilvanya’dan çıkardığı mide gurultusunu andırır seslerle gurbet mânileri yazan ve dinler arası diyalog ihanetini tezgahlayanlara ne oluyor? Sanki biz bunlara 11 Eylül’ün İslâmî temellerini, müşterek kabul görmüş kaynaklardan göstersek, ispatlasak, hemen ikna olacak ve mücadelenin bir parçası olmaya yanaşacaklar.
Clausewitz’in eserinden bahsedişimizin sebebi ise bu eserin, batının askerî siyasetinde genel kabul görmüşlüğüdür. Ayrıca bu eser mücerret savaş gerçeğine dair öyle kapsamlı bir çalışmadır ki, hangi coğrafya, inanç ve dünya görüşüne bağlı olursa olsun, fikrî bir aksiyon üzerinde bulunan herkese bir şeyler söyleyecektir. Üstad ve Kumandan’ın da “SAVAŞ ÜZERİNE”den çeşitli vesilelerle bahsettiklerini biliyoruz. Bundandır ki, 11 Eylül gibi, dünya savaş tarihinde başlı başına bir devrim olan hâdiseyi, bir de Clausewitz’in penceresinden seyretmekte fayda var.
Clausewitz’e göre savaş, “kendi irademizi düşmana kabul ettirmek için kuvvet kullanma” eylemidir. 11 Eylül aynı çerçevede, “kim kimin iradesine tâbi olacak” restleşmesinin bir neticesidir. “Yeni Dünya Düzeni” dayatmasıyla dünyayı sahipsiz köy gibi gören ve elini kolunu sallayarak her istediği eve girip, dilediğini yapabileceğini sanan Yahudi güdümlü ABD imparatorluğunun, insanlığın hür iradesini hiçe sayarak kurmak istediği tahakküme, bütün ezilen halklar adına İslâm dünyasının verdiği karşılık şudur:
-“Ben senin iradene tâbi olmuyorum. Canının istediğini yapamazsın! Artık bundan böyle bizim coğrafyamızı emniyet ve rahat içinde sömüremeyeceksin! Buna yeltenirsen bedelini en ağır biçimde ödeyeceksin! Sen bizim ülkemizi vurursan, biz de senin ülkeni vururuz!”
Clausewitz’in savaş tanımı noktasından baktığımızda hem 11 Eylül’ün, hem de onun zincirlemesi hâlinde devam eden “düşman ve işbirlikçilerini” kendi ininde vurma eylemlerinin anlamı bu minvaldedir.
Bizim coğrafyamız hedef ayırmaksızın yerle bir edilirken, onların topraklarına (New York, Washington, Londra, Madrid vs) bir saldırı olduğunda, özellikle aramızdaki işbirlikçiler ve bazı iyi niyetli gafiller, hemen “filan yerler vurulmasa, fazla kan dökülmese” gibi refleksler gösteriyor ya… Savaşı iki kişinin karşılıklı düellosuna benzeten ve muharebeleri denge bozma hamlesi olarak gören Clausewitz, bu tür yaklaşımlara şu cevabı veriyor:
“Ne kadar iyi izlenim bırakırsa bıraksın bu yanılgının ortadan kaldırılması zorunludur; çünkü, HARP GİBİ ÇOK TEHLİKELİ ŞEYLERDE İYİ NİYETLİLİKTEN DOĞAN YANILGILAR, YANILGININ EN KÖTÜSÜDÜR.” (Savaş Üzerine, Özne Yay, 1999, 1.Baskı, S: 21)
Çünkü:
“Savaş bir kuvvet kullanma eylemidir ve kuvvetin kullanılmasında hiçbir sınır yoktur; o hâlde taraflar birbirlerini daha fazla kuvvet kullanmaya iterler; böylece, mantıkî olarak aşırılığa kaçması zorunlu bir karşılıklı etki doğar.” (Sayfa: 22)
İslâm’ın savaş hukuku ve ölçülendirmeleri ayrı bir bahis, batı adamının meseleye yaklaşımı budur. Öyleyse batılı ve batıcıların “siviller ölüyor” diye ağlamaya hakkı yoktur. Clausewitz’in bu eserinin batının bütün harp akademilerinde baş ucu kitabı olduğu ve onların askerî siyasetine yön verdiğini biliyoruz. Zaten emperyalizm, atom bombası dahil “kuvvetin kullanılmasında hiçbir sınır tanımadığını” fiilen ispatlayarak, Clausewitz’in izinde olduğunu göstermiştir. Onlar Machiavelli’den beri böyledir.
Öyleyse gerek 11 Eylül taarruzunda, gerek Londra eylemlerinde ve gerekse diğerlerinde batının savaş anlayışına ters bir şey yoktur. Kaldı ki 11 Eylül’ün hedeflerinden birisi Pentagon’dur ve düşman karargâhının kalbidir. “İkiz Kuleler” diye anılan Dünya Ticaret Merkezi binaları ise ABD’nin emperyalist siyasetinden bağımsız düşünülemeyeceği içn sivil hedef sayılmaz. Eğer Clausewitz yaşasaydı, 11 Eylül’de seçilen hedeflere, “mücerret askerlik dehâsı” bakımından hayran kalırdı.
Clausewitz, eserinde “ilk kesin sonuç ne kadar büyük olursa sonraki sonuçları o kadar çok etkileyecektir” diyor. 11 Eylül ve sonrasında zincirleme gelişen hâdiseleri bu açıdan değerlendirmek lazım.
Yine “Savaş Üzerine” bir tesbit: “Baskın, büyük ölçüde başarılı olduğu zaman düşmanın cesaretini kırar, bunun sonucu olarak da kargaşa artar; dolayısıyla başarı büyür.”
Yahudi güdümlü ABD İmparatorluğu, 11 Eylül sonrası niçin ipini koparmış deli dana gibi sağa sola saldırıyor; malûm…
11 Eylül’e dair değerlendirme yapılırken şu asla unutulmamalı: Bu savaşı biz başlatmadık. Bu savaşı onlar başlattı. Önce ellerinde İncil, sonra tüfekle geldiler. Evlerimizi, topraklarımızı yağmaladılar. Namusumuzu çiğnediler. Kiralık ajanlarıyla devletimizi ele geçirdiler. Büyük Doğu İslâm coğrafyasında katliam yaptılar. Felluce’de, Afganistan’da analar nasıl ağlıyorsa onlarında anaları ağlayacak, ta ki buradan defolup gidene kadar. Madem ki dünya küreselleşti, bu savaş sadece benim coğrafyamda sürmeyecek, benim toprağıma düşen bombalar kadar onlarda ateşin sıcaklığını tadacak. Savaş ve ateş düşmanın toprağına taşınmıştır. Bugüne kadar savaş hep onların çok uzağında oluyordu. Ateşin sıcaklığını onlarda tattı. 11 Eylül’den tüten mana budur
Kimse Müslümanlara savaş hukukundan bahsetmeye kalkmasın! Clausewitz’in eserine bakarsanız, strateji ve taktiğe dair yazdıklarını okursanız, 11 Eylül ve onu takip eden saldırıların “öz” itibariyle Batı’nın savaş felsefesine ters olmadığını göreceksiniz. O hâlde niçin ağlıyorlar? Kendi iradeleri savaşı bu noktada yürütmeye yetmeyeceğinden mi?
Biz eminiz ki, Clausewitz gibi büyük bir askerî mütefekkir bugün yaşasaydı, 11 Eylül’den sonra “Savaş Üzerine” bir cilt daha yazar ve şimdiden bu savaşın gerçek galiplerini selâmlardı. Onun yerine ve onun cümleleriyle gerçek İslâm Savaşçıları’nı biz selâmlayalım:
“Zamansız cesaretlerin sıksık görüldüğü bir orduya ne mutlu! Bu zamansız cesaretler kuvvetli bir toprağın delili olan yabani otlar gibidir.”
USAME BİN LADİN
11 Eylül’den bahsederken Usame’yi hatırlamamak olmaz. Büyük Doğu-İBDA ruhunun aksiyon bayrağı altında gerçek bir akıncıydı. Her Müslüman gibi “kendinden zuhur diyalektiğinin” hasrı altındaydı. Farkında olsun veya olmasın, çağın manası budur ve bu ruh dairesinde gösterilen her doğru tavır, manamızdır, bizdir ve bizdendir. Adı ister Saddam olsun, ister Ladin… O kılıkta görünen aslında Büyük Doğu-İBDA’dır. O değil, O’ndan sırrı… Hepsi bu. Şehidimize rahmet!
Gökhan YAMANGÜL
11 Eylül 2014