“DERSİM’İN KAYIP KIZLARI” VESİLESİYLE
Her şehrin ismi anıldığında insan zihninde o şehri hatırlatan bir mânâ suret belirir; Rize denilince çay, Maraş denilince dondurma, Paris denilince Eyfel Kulesi vs… Dersim denilince hemen herkes gibi, aklıma Dersim İsyanı-Katliamı gelir.
Yakın tarihimizin acıklı hadiselerinden birisi de Dersim katliamıdır. Batıcı Düzen’in o günkü icra kuvvetini elinde bulunduran Kemalist kadrolar tarafından bir takım asayiş hadiselerini bahane ederek yapılan zulümler, ilk kez ve tüm açıklığı ile Üstad Necip Fazıl Kısakürek tarafından basın yoluyla tarihe not düşülmüştür.
Üstad’ın bu çıkışından yaklaşık 60 yıl sonra zamanın başbakanı Erdoğan “fethedilmiş alanda fatihçilik oynama” edasıyla muarızını (Kemal Kılıçdaroğlu) köşeye sıkıştırmak için Dersim katliamını resmî sıfatıyla ilk ifâde eden kişi olmuştur. Zavallı Kılıçdaroğlu konumu gereği doğru dürüst cevap verememiştir.
Heyhat ki, bazen “hakikat”, söyleyen ağza göre mânâ kazanır. Dersim katliamını, Boraltan köprüsü hadisesini, Mustafa Muğlalı Paşa katliamını diline dolayan insanlar, Irak, Afganistan, Libya ve Suriye katliamlarının ortağı olmuştur. CIA‘nin işkence uçaklarına ev sahipliği yapmış, İncirlik üssünü soykırımların merkez üssü olarak işgalciye teslim etmiştir. Uludere katliamına imza atmıştır.
Batıcı sistem öyle bir şeydir ki, devşirdiği insanların kendi öz kimliğine yabancılaşmasına sebep olur.
Benzer bir şekilde hatırlarsınız; Abdullah Gül başbakan olduktan sonra eşinin AİHM’e Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine başörtüsü yasağı yüzünden açtığı davayı bir ânda geri çekmesi gibi, Batıcı sistem, kendi muhaliflerine karşı verdiği küçük tavizlerle muhaliflerini(!) düzenin yılmaz bekçisi yapıyor.
Neyse, sadede gelelim;
“Dersim’in Kayıp Kızları”, Nezahat Gündoğan – Kazım Gündoğan imzalarıyla yayımlanmış bir kitap. Dersim katliamı sonrası sağ kalıp, devlet görevlileri (özellikle subaylar) tarafından evlâtlık alınmış yüze yakın kadının hikâyesini, daha doğrusu dramını bizzat yaşayanların ağızlarından aktarmış değerli bir çalışma.
Meraklılarına âcizane tavsiye ederim… Dersimli aydınların kendi geçmişlerine karşı bigâne kalmayışları her türlü takdire şayandır şüphesiz. Belki de bu bigâne kalmayışın bir sebebi de yaşadıkları travma yüzündendir.
Bilmem, algıda seçicilik mi dersiniz; kitapta benim en çok dikkatimi çeken ve heyecanlandıran kısım Hayri Koç‘un hayatı oldu. Tunceli/Hozat, Akpınar mezrasından aşiret ağasının torunu, gazeteci Yavuz Semerci’nin amcası. 2009 yılında vefat etmiş. Yakın akrabalarından birçoğu katledilmiş ve kalan sağlarla “Mecburi İskan Kanunu” gereği batı vilayetlerine sürgün gönderilmiş. Sonra tekrar Tunceli’ye dönmüş. Üstad Necip Fazıl’ın Dersim Katliamı’na dair yazdıklarına kaynak bilgileri Hayri Koç, bir akrabası vasıtasıyla göndermiş. Hayri Koç’un bir diğer iddiası da Kenan Evren’in eşi Sekine Evren’in, amcasının torunu Sekine Kankotan olduğu…
Kaderin garip tecellisine bakın ki, (siyasî mülahazalar bir tarafa) 60 yıl önce “tü!” diyenin dudaklarını kesildiği bir devirde Dersim Halkı’nın uğradığı zulmü kınayıcıların kınamasından bakmadan, tüm açıklığıyla ve İslâm adına haykıran Üstad Necip Fazıl‘ın halefi Kumandan Salih Mirzabeyoğlu‘nun uğradığı zulmü birçok müslümanım diyen kişinin ifade edemediği (etmediği!) devrede, ilk olarak, Dersim halkının temsilcisi Hüseyin Aygün tarafından meclis kürsüsünden dile getirilmiştir. Yine CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir Dersimli olarak 28 Şubat’ın hedefi olan Salih Mirzabeyoğlu’nun özgürlüğü için gereken ne ise yapacaklarını ve konunun Meclis’e taşınması durumunda destekleyeceklerini dile getirmiş ve bu desteği manşetlere taşınmıştır.
Ve, her ne kadar Dersimli olmasa da, Dersimlilerle gönül bağı olan CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, iktidar yanlısı sözde İslâmcı gazetelerin Salih Mirzabeyoğlu’nun sözlerini sansürlediği zamanda TELEGRAM işkencesiyle ilgili ilk kez soru önergesi vermiş ve ulaştığı bütün platformlarda bunu dillendirmiş, gündeme taşımıştır. Adeta hâl diliyle Dersim halkının, Dersimli mazlumların vefa borcunu ödemişlerdir.
E. Doğan ŞEYHOĞLU