KOLLUK SENDE, KILLIK KİMDE?

KOLLUK SENDE, KILLIK KİMDE?

Kolluk bende, kıllık bende” deyimi askerlik yapanların aşina olduğu bir argodur. Bütün marifeti üç beş gün evvel askere gelmek yahut “yazı-tura” onbaşısı olmak olan, sivil hayatta bir baltaya sap olamamış kompleksli tiplerin kullandıkları ifâde. Genel olarak askerlikte kullanılsa da hayatımızda her ân karşımıza çıkan hastalıklı bir hâlet-i ruhiye…

Özellikle tarihimizin son iki asrındaki yaşanan isyanların bir çoğu, bu komplekse sahip idareciler yüzünden çıkmıştır. Yemen-Arap isyanlarının bazıları, hassaten 1919 güzündeki Bayburt-Hart isyanı bu psikolojiyle malûl zorba ve ahlâksız bir çavuşun Şeyh Eşref Efendinin namazgâhında içki içip, aşüftelerle eğlenmesi üzerine patlak vermiştir. Her ne kadar resmi tarih farklı lanse etse de, hakikat budur.

Şarka mahsus bir zaaf denilse sezâdır!

Bu kompleks, istisnasız toplumun her kesimine sirayet etmiştir. En alt tabaka da askere üç gün evvel gelme “imtiyazına” sahip “üst devreden” başlar, cumhurbaşkanında son bulur.

Tanzimat’la birlikte kesafeti kemal noktasına ulaşmış, o zamandan bu zamana kesafetinden hiçbir şey kaybetmeden günümüze ulaşmıştır.

Cumhuriyet dönemi “gardrop devrimleriyle” günümüzdeki Mercedes fetişizmi arasında pek fark yoktur.

Necip Fazıl’ın aklımda kalan Cumhuriyetin ilk yıllarına ait bir kasaba tasviri vardır. Bir kasaba meydanı, tozlu delik deşik sokaklar, uyuz-zayıf bir kaç inek ve bu ineklerin sokağa bıraktığı öbek öbek mayıslar. Veee! Meydanın ortasında kocaman kapkara bir heykel!..

Bugün, dandik kaldırımlı sokaklar, keşke toprak olsaydı dedirten yollar, insanın estetik duygusuna, nizam fikrine habire söven şehir silueti içinde siyah camlı siyah Mercedesiyle arz-ı endam eden müteahhit azmanı Belediye Başkanı. Hoş, geçtiğimiz günlerde uyanık Belediye Başkanı’nın birisi “reis”lerinin heykelini yaptırdı da (tabanın müsait olmadığından olsa gerek) dikmeye cesaret edemedi. Birkaç zamana kalmaz ona da alışılır.

“Düşman gördüğü zaman sağlam deyip saldırmasın” diye Rumeli Hisarını badana yaptırma fikrini ortaya atan Sadrazam’la, “yabancılar bu binayı görünce ‘ha burası büyük devlet’ diyorlar” diye düşünen kafa aynı kafadır.

Mercedes’i üreten insanların bakanları işe bisikletle giderken hiçbir komplekse kapılmazken, bizde makâm arabası polemiği üzerine kıyametler kopmakta. Üstüne üstlük Mercedes’i üretenlerin bizi kıskandığı propagandası, iyiden iyiyiye kamu vicdanının(!) hatırı sayılır bir kısmında makes bulmakta.

Yeri gelmişken Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Benim Gözümde Menderes” isimli kitabında geçen, Menderes’le arasında geçen konuşmayı aktaralım:

“Bir gün, kendisine, Amerikan Elçiliği’ne gitmeye hazırlanırken demiştim ki;

-Şimdi sizi penceresinde bekleyen sefir, kendi malı olan (Kadillak) marka otomobilde görünce şahsiyetinize nasıl inanabilir? Ve bu şahsiyetin zorlayacağı tekliflere nasıl yatabilir? Bir kağnı ile gitseydiniz daha tesirli olurdunuz!

Gülmüştü…

Zaten gülmekten başka ne yapabilirdi ki?..”

Anlaşılan, o gün bugündür zihniyette değişen bir şey olmamış.

Şu sıralar, sanki kendi hür irademizle karar veriyormuş gibi Suriye’deki savaşa müdahil olduk.
Lüzumsuz lâf kalabalıklarıyla meseleyi karartmak yerine, bir fıkrayla durumu özetleyebiliriz;

Bir gün ormanlar kralı arslan tatile gitme kararı alır ve cümle hayvanatı toplar.

– Ben tatile çıkıyorum ve yerime vekil olarak tilkiyi bırakıyorum. Tilkinin sözü benim sözümdür! deyip tatile çıkmış.

Tilki “ne oldum delisi” olmuş. Bir afra tafralar ki sormayın gitsin!

“Kolluk bende, kıllık bende” hesabı, herkese kıllık yapmaya başlamış.

Ormanda bir kurt kuzuyu kıstırmış ve tam yiyeceği sırada, tilki:

– Lan kurt! Bırak lan o kuzuyu! diye bağırmış…

Zavallı kurt bu sözü ona söyletmezdi ama, aklına arslan gelmiş ve çaresiz boynunu büküp kuzuyu bırakmış.

Yine gezerken toprağı kazıtan gergedana rast gelmiş.

– Hey gergedan! Sana söylüyorum! Bundan böyle toprağı kazmayacaksın!

Gergedan dişlerini sıkmış, içinden sinkafın bini bir para kalaylarken;

– Tamam, demiş.

Ertesi gün ağacın üstünde bal yiyen ayıyla karşılaşmış.

– Lan ayı! Bırak lan bal yemeği! Yasak!

Ayı oralı olmamış.

– Sana diyorum lan, ayı oğlu ayı!

Diye bağırırken, “küt!” diye bir tokatla iki seksen yere uzanmış.

Tokadı yiyince aklı başına gelmiş.

– Vay şeyini şey ettiğimin ayısı, zaten toplantıya da gelmemiştin!

Şimdi bir oldu bittiyle Mehmetçik’i Arap direnişçileriyle çatıştırmak gibi bir “kıllığı” icra ediyorsunuz ama, sahanın gerçekleri hiçbir şeye benzemez. ABD’nin kara ordusu hâline gelmiş etnik Kürtçülüğü, kanlı canlı bir gerçek düşmanı görmezden gelip, Haçlı-Siyonist emelleri uğruna sahaya sürdürülen Mehmetçik bu açık oyuna ilânihâye âlet olmaz, olamaz!

Dediğim gibi, sahaya ideallerini ve hayatlarını koyan insanları akla ziyan “caps”lerle uyuttuğunuz tebânız gibi kandıramazsınız.

Sonra toplantıya katılmamış birisinden, okkalı bir sille yersiniz!

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: