“HÜR SAVAŞÇI”DAN ALDIĞIM NOTLAR

“HÜR SAVAŞÇI”DAN ALDIĞIM NOTLAR

Öncü olmak heveslisi değil de, gayet doğal ve refleks hâlinde gerçekleşen bir duyguyla atılıyorsun.
– Mücadele benim değil mi?!. diyerek yürümeye devam ediyorsun.
Arkana bakmadan!
Duracağın veya koşacağın yeri ve zamanı kendin belirliyorsun.

Sözlerine böyle başlamıştı hür Savaşçı..

Biraz yorgun gözlerle bakıyordu çevresine ama hâl ve hareketleri aşırı rahatlık görüntüsü altında büyük bir itminan hissini barındırıyordu.

Yorgunluğu ne yaşından ve ne de senelerdir verdiği kavgadan; bağlısı olduğu Mihrak’tan aldığı doğruları mümkün oldukça bütün sevdiklerinin pratize etmeye başlaması arzusunun sürekli inkisara uğramasından. Yapılması gerekenlere dair ipuçlarını biteviye tekrar etmek durumunda kalmaktan ve ne kadar kendilerinden kaçsa da ahmak suratları görmekten kaynaklanıyordu. Üzerinde görebileceğiniz açık bıkkınlık hissi de bundan, artık kim olursa olsun, bunu hissettirmesi de…

Çünkü halâ heyecan doluydu, örnekti, savaşçıydı.

Kendisini bu düşünceler ile dinlerken, birden, sanki volümün yavaşça açılması gibi bir tonla şu sözleri odada yankılanmaya başladı;

Unutmayın, bir silahı ilk kullandığınız zaman rahattır. Sıka sıka mekanizması yalama olmaya ve zorlanmaya başlar. Fikir de böyledir. Yeri gelir yalama olmaya başlar, hatta zorlaşır. Yâni pratikle yenilenmedikçe, hareketi monotonlaştırır. Aksiyon şart, hareket şart. İster bir adım, ister koşar adım fark etmez. Önemli olan ikisini bir arada taşıyıcı vasfa sahip olmakta. “Sadece fikir” yok… Hele “fikirsiz hareket” hiç yok!

Acımsı ve ciddi bir hava kaplamıştı ortamı bu sözlerin ardından. Kendiliğinden gelişici şekil-şemâl ve oturuşu düzeltme hareketleri başlamıştı. Hemen peşinden hafif homurtular ve hafif öksürük sesleri.

Gözler ve kulaklar biraz daha dikkat kesilmişti;

Mesela Kurtuluş Savaşı öyle masal gibi anlatılıyor. Okullarda çocuklara, Üniversiteler de gençlere masal gibi geliyor. Hâlbuki Türk’ün Ruhu’nu, İmânı’nı, Allah’a bağlılığını, Vatan-Millet kaygısını, Mehmetçiği hakikatiyle ve topyekûn anlatabilen çok az kalemlerimiz olmuştur. Birçok hikâyeci, pohpohlandığı için öne çıkarılmıştır. Ama ya kaskatı veriler? Öğretiler? Direniş? Örgütlenme? Halkı hareketlendirme? Akademik çapta bir çalışma, bir doktrin, hatta bir uzman çıkarabilmiş değiliz. Olanlar da ezberledikleriyle yorum getirmeye çalışıyor. Gelecek için önemli şey bu.

Bir Millet’in her daim herşeye hazır olması bakımından yapılmalı. İnşallah diyelim, şuur geliştikçe, çıkacak yazacak birileri. Hele ki şu zaman şartlarında nasıl ihtiyacımız var değil mi? Dehşet. Herşey birbirine girmiş, strateji yok, devlet politikası sakat falan. Hep kolayına kaçmışız; hep kopya, o ondan bu şundan, sahtelikler almış başını gitmiş…”

Son cümleyi söylerken öyle bir durgunlaştı ki, dinleyenler bile dudak büktü ve başlarını aşağıya eğdi.

Kimsede çıt yok.

Ânlık bir sükût…

Fırsattan istifade masasında muntazam ve derli toplu bir şekil de üst üste duran kitaplara göz attım. Kapakların yan kısmından neleri okumakta olduğu az çok anlaşılıyordu.

Belki de başucu kitapları olan birkaç mevzu kitapları, dünya klasikleri, sosyoloji ve tarih eserleri.

İster istemez insanın elini uzatası geliyordu. Meraklanmıştım ki, gürleşen sesiyle konuşmasına devam etti;

Anlıyor musunuz? Kolay işe meraklı değiliz. Sinek de uçar, karga da, kartal da. Ama biz insanız ve hangi ruh ve tavır ile hareket edeceğimizi düşünebiliriz. Bunu düşünürken sinek misâli vızvız fikirlerle haybeye kartallık taslayanlardan olmamak için, sahici fikre muhatap olmanın namusuna kavuşmak gerek. Meselenin en çetini ve çilelisi bu. Yoksa uçmak mesele değil. Nasıl uçmak, neye göre ve niçin? İdeali aramak! Bunun için bütün yanılgılardan, aldanmışlıklardan, sahteliklerden ve kopyalardan elden geldiğince uzaklaşmayı becerebilmek. Kafayı ve yüreği temizlemek. Bakın o zaman eşyalara, insanlara ve hadiselere bakış açınız, yorumlamanız ne kadar rahatlayacak. Zevken idrak etmeye başlamak içten bile değil. Aslında herşey, yobazın içine hapsolduğu ve her insanda mevcut olan kompleks kabuğunu kırmakla başlıyor. En zorlu durumlarda bile huzurla gülümseyiş. Neyse…

Saatine baktı.

Namaz vaktiydi.

Kalkmaya hazırlanıyordu;

Müsadenizle gençler, bugünlük bu kadar. Dilerseniz tekrar gelirsiniz yada işinize bakarsınız.

Dedi ve kalktı.

Bizler de aynı ânda kalktık ve tek sıra hâline geldik.

Hepimiz ile tek tek kucaklaştıktan sonra bizi yolcu etmek üzere kapıya yönelirken döndü ve hafif sert bir bakış atarak şu hikmetleri kafamıza çiviledi;

Bazı şeyler öyle sır doludur ki, karmaşıklığından değil, işte bu esrarlı oluşlarından dolayı kolay anlatılamaz. Çünkü bazı şeyleri anlatabilecek kelimeler daha henüz icad edilmedi ve birçok şeyin ismi konulmadı. Siz de buna göre ayağınızı denk alın. Doğru bildiklerinizi ucuza savurmayın ve bütün kurşunları birden harcamayın emi. Daha yapılması gereken bir ton iş bekliyor. Nasip. Haydi kalın sağlıcakla!

Son sözlerin etkisiyle afallamış bir halde kapının önüne çıkarken, bir kez daha seslendi;

Siyaset ile ilgileniyorsunuz. Bir Alman Siyasetçi şöyle diyor:
– Siyaset, gerekli olana imkân sağlama sanatıdır!
Anladınız mı? Engelleri ezin, imkânlara yol açın. Türk’ün elit takımı olmaya hazırlayın kendinizi. Allah’a emanet olun.

Nihan ÖZTÜRK – Almanya

 

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: