İDEOLOCYA VE İHTİLÂL  -Kavganın İçinden- /SALİH MİRZABEYOĞLU

İDEOLOCYA VE İHTİLÂL  -Kavganın İçinden- /SALİH MİRZABEYOĞLU

Eser No: 3
Sayfa Sayısı: 200
Baskı: 3. Baskı
Tarih: 1980 (1. Baskı)
 İDEOLOCYA VE İHTİLÂL
-Kavganın İçinden-

GİRİŞ – ÖNSÖZ

Eskimez, solmaz, pörsümez, YENİ’nin vasıtalığına uygun olarak kendi kendinde tükenici ve sınırlı (statik) bir çerçeve belirtmeyen; her yöne kol kol yayılıcı ve nesilden nesile geçecek süreli bir ruh ve sistem…

Mücadelemizde, meseleleri kendisiyle çözebildiğimiz ve bunu “iç” ve “dış”a doğru talep edeceğimiz şekillere ve isteklere dökebildikçe kendisiyle yürüdüğümüzü söyleyebildikçe kendisiyle yürüdüğümüzü söyleyebileceğimiz ve kendisini de yürütmüş olacağımız ruh ve sistem…

Bu eser, onu anlamayı sistemleştirme ve kendisindeki ipuçlarından hareketle “aksiyon cephesini” örgütleştirme yolunda ilk ve tek… gerçekleştirilmesi gerekene nispetle de önsöz…

Davamızın “dost” ve “düşman” kutuplarını ve meselelerini, her sahada verdiği eserlerle “kuşatıcı” Büyük Doğu aksiyon kürsüsü ve mimarı karşısında, onu örterek kendini kuşatıcı ve nesil yoğurucu gösterme heveslileri… ve yaptığı işte onu kendisine engel görerek, kendisinden daha cücelerin yanına kaçan eski kurusıkı pohpohçuların tavrı… Evet bu tavırlar ve bu tavırlara karşılık kendi gayemizi şöyle belirtmiştir:

“Kendimizi riya üsluplu tevâzu gösterişinden uzak tutarak belirtelim ki(…) “sınır boyunca afyon çekişlerden” ayrılan ve kanla mücadelesini veren bir gençlik ifadesine vesile olduksa, bugün yine aynı ruha (Büyük Doğu İdealine) bağlı olarak, bu oluştaki payı gündeme getirme durumundayız…

“Olmuş” görünme yüzsüzlüğüyle bu zeminde boy gösterenlerle; yapılanlardan “olma sancısı” çekenleri ayırdedebilen “sancılı”lar, munun sebebini, kendini göz planına dikici bir davranışta değil, kuşanılmaya çalışılan (Büyük Doğu) aksiyonu ruhunu işaret niyetinde arasınlar…
Tabiatta canlılık ifade eden her yerde asalakların türemesi gibi, bu canlılıkta, zemzem kuyusuna işeme niyetli parsacı çıkışlar, kuşanılması gereken (Büyük Doğu) ruhuna dil uzatınca; o ruhun kuşanabildiğimizce “verimi”ni göz planına getirme vazife olarak belirir… Nereden nasıl geldiklerini bilmeyenler, nereye ve “nasıl” gideceklerini de bilmeyen “günün” adamlarıdır…

İşimizin, bu farkı anlayanlarla olduğunu bildirerek ve “olmamış gereken” yanında aldığımız mesafeye rağmen bunu “hiç” kabul ederek, dört sene önce (1975) ilk gün işaretlediğimiz doğrultuda ve dört sene önceyi hatırlatıcı bir sesle çıkıyoruz… Bu sefer küçük bir gurup ifadesindeki bizle değil, aralarından şehit düştükçe, şehitliği isteme şuurundaki gazileri daha yükseğe tırmanıcı bir “gençlik” ifadesiyle…

“Dâva çilekeşinin hamurkârlığını yaptığı gençliğe; “nerdesin?” feryadına aksi seda gibi tekrarlayıcı “nerdesin?” cevabıyla değil; murad edilenin GÖLGESİ kabul edilebilirsek burdayız, hedefimiz aslı gibi olmaktır.” (1)

Ve haykırışımızın rengine ilk karşılık sesi; MÜJDELERİN MÜJDESİ…

“Birkaç gün önce… Büyük Doğu Yayınlarının idare yerine birer meşale kıvraklığında üç genç geldi. (2) Oturdular ve tek kelime söylemeden bana bir dergi uzattılar: AKINCI GÜÇ… Bunlar bu dergiyi çıkaran ve güden gençler…

En telaşlı ânımda; dergilerine bir göz atmak imkânından da mahrum bulunduğum şartlar altında, ancak bir çay içebilecek kadar kısa bir zaman içinde temas edebildiğim ve büyük teması Ankara’dan dönüşüme ertelediğim bu gençler, benim, bugünkü İslâm gençliğine musallat ayrılık ve aykırılık mikropları üzerindeki görüşlerimi dinlerken, öylesine müteessir oldular ki, içlerinden biri hıçkırıklarını tutamadı ve başını ellerine gömerek ağlamaya başladı…

Dondum ve acıyla doldum…

Gece yatağıma uzanıp dergilerini açtığım zaman ne görsem iyi?.. Bir baştan öbür başa Büyük Doğu İdealinin destanı… Hem de en derin fikir tabakalarına kadar nüfûz edici ve bugünkü aydın İslâm gençliğini Büyük Doğu mihrak ve istikametinde gösterici bir tahlil, terkip, tefekkür ve tahassüs ifadesiyle… Alkol kokulu cenaze çelenklerinden daha âdi pohpohlamalarla değil… Duyarak, düşünerek ve yaşayarak…

Hayatım ve dâvamın en acıklı inkisar ve ıstırabını beykelleştiren MSP devşirmesi bu gençler, şimdi demetlerinin bağını çatlatıyor, yepyeni bir demetlenme hasretiyle öz kaynaklarının adını veriyor; ve bu, kendi kendisini tâyin ve tespit işinde en soylu ve şahsiyetli çile hakkını tüttürüyordu.

Karanlık bir zindan odasında nazbını sayan bir adama “kalk ve toplan! Yanlışlıkları ilâhi adaletle kendi kendisine patlak verdi!.. Artık açık hava ve güneş senin!” hitabına ermiş gibi oldum ve ben de o genç gibi ağladım.

15 yıllık oluşunun harcı içinde alın terim, hummalı nefesim ve olanca kımıldama gücüm yatan “Millî Türk Talebe Birliğii”niin niyahet ölü kalıplar içinde tonduruluşu, tek ümit halinde yöneldiğiim Ülkücü gençliğin de henüş ruh adeleleriine büyük vecd ve tefekkür cereyanını vermeye fırsat bulunmayışı önünde, bu, en beklenmedik yerden kendi kendisine yükselen ses, bana müjdelerin müjdesini getirdi:

—”Onlar benim ardımdan gelmeyecek, ben onların arkasından koşacağım!” (N.F.K.) (3)

Ve arkasından söyleyeceğimiz her sözün bizi ifadeden âciz kalacağı; içimizde yangın, dışımızda apışmış gözyaşlarına süküleyen hissiyata sebep, kendi el yazısıyla ithaf… Hemen belirtelim ki, bu ithaf, çerçevelediği mânâyı hedef bilen gençliğin kendine ithaf bileceği bir mânâyı kuşatır:

IŞIK
Hiç beklemediğim bir zamanda, hiç beklemediğim bir mekândan bir ışık fışkırdı. Daima böyledir. İlâhî tecelliler hep böyle tepeden inme gelir. Allah’ın tecellileri, yapmacıksız ve zorlamasız, boynunuz bükük, köşenizde otururken görünüverir. Bu ışık, hiç birini görüp tanımadığım, görüp tanıyınca da aramışdaki ezelî yakınlığa şahit olduğum gençlerden.. Şu anda üçüncü sayısı elinizde olan “Akıncı Güç” isimli derginin ilk sayısından…

Bunlar MSP’nın koruduğu ve geliştirmeye çalıştığı “Akıncılar” gençliğinden bir demettir ve işin özü olarak şu sayhayı koparmaktadır:
— Biz ruh hamurumuzu Büyük Doğu teknesinde ve onu yoğuran ellerde idrak ettik ve başka hiç bir tarafa gönül ve kafa nispeti kabul etmeyiz.

MSP’ye karşı vaziyetim ve onun ulvî dâvayı harcamakta gösterdiği ehliyetsizliğe isyanın malûm olduğuna göre, ilk kalemde bu tecellî beni şaşırtmalı ve samimiliğinden şüpheye düşürmeliydi. Ama öyle olmadı; bu gençlerin son zamanlardaki düzmece ve ezberletmece teşkilat örneklerinin ruh haletinden uzak olduklarını gördüm ve bana (antipatik) gelen zümre adlarına rağmen onları göğsüme bastım.

Dergilerinde aynen yayınlanmak üzere el yazımla kâğıda döktüğüm bu satırları kendilerine ithaf ederken, Akıncı, Ülkücü ve daha bilmem neci çevreler bir arada, dâvamızın billûr sarayını, kafdağının, yani kopyekûn insanlıkça özlenen eskimez ve pörsümez ideal tepsenin en yüksek noktasında inşa istidadında mimar namzetleri olarak onları selâmlarım.

Onbeşinci İslâm asrının kapısında, İslâmın ebedî gençliğini ve yeniliğini, her an genç, taze ve yeni kimliklerinde ışıdatsınlar ve kafdağına tırmanmak kadar zor ve çetin gayenin mâna ve madde şartlarına ersinler…

Bu kör dövüşü hengâmesinde, ümidim şimdilik hangi çevreden olursa olsun, işte bu gençlerin belirttiği mayadadır.” (4)

Arkasından, tarafımızdan yayınlanan tarihî kıymete haiz ve ne yazık ki mühimliğine nispetle dikkatsizlik ve baskı hatalarıyla malûl olarak çıkmış, kendimizi ve yolumuzu hiçbir yöne çekilemez şekilde tam olarak belirtici deklerasyon… (5)

Bu deklerasyon, 40 senelik kanlı fikir çileleriyle, hapishane çileleriyle ve şartların en son haddiyle zorluk belirttiği dönemlerde verilen mücadelelerle örgüleştirilen “mâna”ya bağlılığımızı tam olarak belirtici ve bu özelliğinden dolayı kalıcı, ayrıca; döneğinden hesap sorulmasını gerektirecek şekilde bağlayıcıdır. Eksiksiz olarak şu;

“I. Ruh hamurunu Büyük Doğu teknesinde ve onun mimarı elinde idrak eden AKINCI GÜÇ, Millî Selamet Partisi’nın teşkilâtlandırdığı Akıncılar çevresi içinden fışkırmış; yolunu, hedefini, temelini ve kaynağını, hiç bir tereddüde fırsat vermeyecek şekilde açıkça belirtmiştir. Ve BÜYÜK DOĞU idealine doğru, —dar çerçevelerden kurtulmuş hususi bir kolu gösteren Akıncı Güç—, tek güdüm işareti almaksızın yolunu bulmuştur.
II. Kendisinden başka hiç bir tarafa gönül ve nisbeti kabul etmediğimiz bu yol, Peygamberler Peygamberinin kum tepelerine çizip yanlarına çapraz hatlar çektiği düz yolun ta kendisidir. Ve adı “gerçek İslâmiyet”tir.
III. “Kurtuluş Fırkası” diye isimlendirilen bu yolun çapraz çizgileriyle “Akıncı Güç”ün hiç bir ilişkisi olamaz. Bu çapraz yollar günümüzün küfür nirengi noktası olan malûm partilere karşı olsalar da hiç birinde kendi ruhumuzun tümüyle tercümanı olmak kıymet ve haysiyetini görmediğimizi ilân ve beyan ederiz.
IV. Hangi birlik ve topluluktan olduğumuzu göstermenin arefe günündeyiz.
V. Hareketimiz geliş yolunu tıkamak değil, geliş yolunu tıkayan ve karartan yolları tıkamak noktasında… Kısaca PAZARLIKSIZ OLARAK KİM ALLAH VE RESULU DİYORSA BİZ ONDAN, O DA BİZDENDİR. Ve kim yolumuzu en şaşmaz ve tâviz vermez istikamet bilgisiyle gösteriyorsa liderimiz odur.
VI. Esilerden hiç bir ümidimiz yok ve gözümüz pazarlıksız İslâm aşkının yeni gençliğinde…
VII. İsa Peygambere atfedilen meşhur kelâm gereğince “bizden olmayanlar bize zıttır; bizimle toplanmayanlar dağıtır” hikmeti şiarımızdır.
VIII. Bu şiar içinde İslâm gençliği, yani olanca saffet ve asliyyetiyle gerçek İslâm gençliğini dar çerçevelerini tepeleyerek çevremize ve saflarımıza katılmaya çağırıyoruz. Bu çevrenin adı, ruhu, mekânı ve zamanı yakında mahyalaşacaktır. 
IX. Aramıza katılmamaya sebep gösterilebilecek hiç bir mâzerete açık kapı bırakmamak ve her türlü mâzereti mahkûm etmek için peşinen bildirelim ki, bizim hiç bir teşekküle hasis hesaplara dayalı bir sürtüşmemiş yoktur ve hiç bir teşekküle karşı da intikam hesabımız bulunmamaktadır. Derdimiz sadece dâvamızı dar ve hasis çerçevelere harcanmaktan kurtakmak ve kızgın bir aşk potasında erimek ve kaynaşmak hasretinde ifadeli…”

Ve arada, mânası açık ve her türlü söz üstü büyük TARİHİ HADİSE… Akıncı Güç kadrosuna ithaf edilen Büyük Doğu İdeolocyasına ek: İSLAMI YENİLEMEK.

“İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilek gerekir.

Anlayış mı? Nurun aynadaki aksi… Aynayı yenilemek..

Güneş yenilenemez. Göz yenilenir.

İslâm, başı ve sonu olmayan ebedi yeninin ismi… Ona her an biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik…

“Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır” hadisesindeki sonsuz hikmettir ki, yeninin ve yeniliğin sırrını getirmiştir.

Dava işte bu mânada İslâm’ın ve örnek nesli, Resûl eliyle yuğurulan sahabiler..

Sahabilerin ardından “Tabi”ler bu nesil çizgisini uzatmışsa da onlardan sonra dava içtimai planda zaafa ve büyük ferdi zuhurların çevrelediği mahzun zümrelerden öteye geçilememiştir. Bu tecellide, muhafazası en zor iş olan aşkı kaybetmenin ve kaba yapayalnız dış planda kalmanın neticesi olarak ilâhi hiktem aşikâr…

Emevi ve Abbasi devrelerini takip ederek Türk’ün eline geçen İslâmî devlet livası, 600 küsur yıllık gerçek devlet hayatının ancak 250 senesinde böyle bir nesle yataklık etmiş, ondan sonra 300 yıl korkunç bir aşk ve üstün anlayıştan yoksunluk çığrına girmiş, 100 küsur senedir de, aynı ham yobaz ve kaba softa idrakinin tersine dönük şekliyle bütün cehdini İslâm’a karşı çıkmakta bulmuştur.

O gün bugündür ki, nesillere kahraman diye tanıtılanlar, İslâm’dan tiksinmenin fikrî ve fiilî icracıları olmuştur.

İslâmı, zatından zerre feda etmeden olanca saffet ve asliyetiyle kucaklayabilecek ve nefislerinde yenileyecek nesillerin böylece köküne kibrit suyu dökülmeye başlanınca din ihtiyacından büsbütün kurtulamayan muvâzaacı mizaçlar her tarafta işi reformculuğa dökmüş; ve olduğu gibi bir İslâm’a kapı açmaya bakılmıştır.

Reformcu, İslâm’ı şu veya bu görüş ve mezhep lokomotifine bağlamak, onu zatına ve aslına göre değil, kendi şahsî nefsine ve idrakine iliştirmeye kalkmak, böylece çürük gördüğü bir binayı kendince payandalamaya yeltenmek bakımından, İslâm’a cepheden zıt olanlardan daha tehlikelidir; ve İslâm’ı kalb ve göz yenilenmesi yoluyla koruyacak olan nesil, cemiyet dairesi içinde kendisine üç düşman tanıyacaktır; Aşksız ham yobaz, duygusuz kâfir, nasipsiz reformcu… Yani ruhu, kör nefsinde kabuklaştıran, büsbütün inkâr eden ve ikisi arasında arabuluculuğuna kalkışan…

İslâm, 500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye’de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu, ancak Türkiye’de düzelirse her yerde sağlığa kavuşabileceğine ait İlâhî bir ihtar…

İslâmı yenileyecek olan nesil, bu, ruh ve madde felâketleri Türkiye’sinde son ve som, hepçi ve bütüncü tepki halinde zuhur etmekle mükellef…

Bunca zevalin ardından ancak kemal çığırı açılabilir.

Dört büyük halifenin sırayla şiarları olan merhamet, celadet, edeb ve akılda tam ikmalli ve teçhizatlı olarak, 15. İslâm Asrının eşiğinde, İslâmı yenileme davasını çözümlemeye güçlü nesilden, ana rahmini tekmeleyici sesler duyuluyor. Aya gitmek hüner değil, bu sesleri güneşten duyulacak derecede fikirde ve aksiyonda yükseltmek marifet..” (6)

Evet…

Biz (dar anlamda biz değil, nesil olarak biz) bu görevin altında dava adına duyduğumuz sancı ve huzursuzluk derecesinde, bu huzursuzluğun şiddeti derecesinde huzur duyabiliriz… Huzurumuz, duyduğumuz huzursuzluk ve sancımızca…

Her an, her nefes alışta ihtilâl-inkılâbın rüyasını görecek, hayatını buna göre ayarlayacak, hiçbir zaman hiçbir tehlikeden yılmayacak, son nefesine kadar dönmeyecek, kafa ve ruh disiplini içinde gerçekleştirmenin mâna ve madde şartlarına ermeye çalışacak… Evet planlı ve sistemli bir taarruzu gerçekleştirecek şekilde kadrolaşacak bir nesil olma görevi…

Açıkça söyleyelim ki; bu liyâkate ermenin ilk şartı ruh ve kafaca batağa yayılmış manda rehâvetinden kurtulmak ve bu işin nasıl olacağı hakkında düşünür görünme maskaralığından çıkarak düşünmedir. En azından (nefsini zora sokamayanlara sözümüz yok) ihtilâl-inkılâb hakkında devşirileni anlayacak duruma gelmenin çaresine bakmak…

Bu nesil (yani biz) kendi apışmış haline vücut verici sebepleri gerçekleştirenlerden (ister içimizde ister dışımızda olsunlar) davacı olmadıkça, bu ruha ermedikçe, kendini dava adamı olma liyâkatinden uzak ve toprakta kıvranan solucan bilsin…

Bu eser, başta da söylediğimiz gibi Büyük Doğu davasının aksiyon cephesini örgüleştirme yolunda ilk ve tek… yapılması gerekene nispetle de önsöz… Muhteviyatı, kitaplık çapta düşünülen meselelerin olayların içinde dinamik plânda ve AKINCI GÜÇ dergisinde kısım kısım işlenmesiyle meydana geldi. Ve okunurken görüleceği üzere, davayı cehaletle öne sürüp çirkinleştiren ve çökertenler damgalandı; teşhir edildi. En azından bu işin tekerlemelerle olmayacağı gösterildi; mânasız orta malı lâfların, esasta ne mânaya geldiği açıklandı. (Eğer yanlıştan dönenler olursa, “suçtan dönenlere altından köprüler inşa etmeli” anlayışının gereği olarak bayrağımızı açarız. İşaretlediğimiz yanlışlıklar da, üzerinde “girilmez” yazılı levha olarak kalır.)

Son olarak…

Bizim hazırladığımız ve istediğimiz “durum” gerçekleşti: Herkesin kendine İslâm adına İslâm dışı çarpık dengeler kurduğu, hareket adına altı çizilecek tek cümlecik edemez ve buna rağmen düşünce adamı, sanatçı, politikacı ve daha bilmem neci havalarda vakit geçirdiği sırada… evet tam bu sırada Gölge’nin birinci ve ikinci (özellikle birinci) dönemindeki gibi bir darbede sahte dengeler bozuldu: Sanattan düşünceye kadar, eski halleriyle şimdiyi karşılaştırabilirisiniz… Böylece karşılıklı eleştiri dönemi de açıldı; şimdilik tepkiler maskaralık ve komiklik seviyesini aşmasa da…

Burada bir noktayı daha açıklamakta yarar var: Çıkışımızda yaşı 40 civarındaki ve üstündeki sanatçı(!), fikir adamı(!) vs. tiplerin isim zikredilmeden bir genelleme içinde de olsa eleştirilişi (yakınlarımızca bile) merhamet uyandırdı. Haksızlığımız açısından değil de, acıma duygusundan doğan sitemle karşılaştık. Ancak olup olacağı bu kadar diyeceğimiz tiplerin kendilerini gösterme merakı yüzünden de bu görevin yerine getirilişi daha fazla ertelenemezdi. Ve gösterdikleri bayağı tepkiler, onlar hakkındaki “kapasitesiz, pörsük ve keleş” hükmümüzü pekiştirdi. Yine de kıskançlıktan ne halt ettiğini bilmez kadınsı tutumlarını bırakmaların ve “oluş yolu”na girerek bizi yanıltmalarını dileriz.

Salih Mirzabeyoğlu

 

Kaynak: İBDA Yayınları

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: