TOHUMDA ve TARIM KİMYASALLARINDA SÖMÜRGECİ-KAPİTALİST KUŞATMANIN BOYUTLARI
Neolitikçağ veya “tarım devrimi” olarak adlandırılan ve modern tarih deontolojisinde uygarlığın başlangıcı sayılan “İnsanlığın tarımı keşfi”nde tohum her zaman ilk faktör olarak kabul edilir.
Bir misâl;
“On bin yıl önce bereketli hilâl denilen ve Türkiye’nin de güneyini kapsayan bölgede, muhtemelen bir kadın, barınağına dönerken sendeledi ve elindeki tohumlardan bir kısmı yere döküldü. Daha sonra buğdayın atası olan bu bitkiler çimlendi ve tarım denilen ve iyisiyle kötüsüyle uygarlık denilen süreci başlatan büyük buluş başlamış oldu.’(1) v.b şekillerde “tarifler” yapılır.
Bizim için ise, bu sürecin ölçüsü Mutlak olarak bellidir: ”Allah Adem’e eşyanın isimlerini öğretti” (Bakara 31)
Ve bu Mutlak ölçüye nisbetle:
“İlk dil ilk insanla vardı ve ilk insan ilk peygamberdi.”(2) ve “Peygamberler olmasaydı medeniyet olmazdı.”(3) ölçülendirme ölçüleri…
Tohum o günden bugüne, önemini ve ehemmiyetini hiç kaybetmedi. Edebiyata, mitolojiye, âlimlerin ilmi çalışmalarına, hukuka, politikaya değin, birçok alana mevzuu oldu.
19. yüzyılda tohum ticari bir değer kazanmaya başlarken 20. yüzyılda kapitalizmin gelişme göstermesiyle birlikte “tohumculuk” endüstriyelleşmenin tam olarak bir parçası hâline getirildi.
Sanayileşmenin bilgi teknolojilerine kadar gelişmesi sürecinde dijital çağın hayatımıza girdiği dönemde ar-ge, ür-ge ve biyoteknolojik yatırımların artmasıyla birlikte tohum endüstrisi hızlı bir şekilde büyüdü.
1970’li yıllarda dünya tohum piyasasının değeri 10 milyar dolar iken, 2006 yılında dünya tohum pazarı 22.8 milyar dolar, 2012 yılında dünya tohum endüstrisinin piyasa değeri 45 milyar dolar düzeyinde oldu. Katlanarak büyüyen endüstriyel tohumculuk, insan hayatını çepeçevre kuşatan bir sarmal döngünün etkin bir parçası olma hüviyetini ifâ ediyor aynı zamanda. Şöyle ki;
Çizelge-1‘de görülen 2006 yılı dünya tohum pazarındaki lider firmalarla, aşağıda, Çizelge-2‘de görülen dünya tarım kimyasalları pazarındaki lider firmalar arasında, insan sağlığının aleyhine gelişen bir işbirliği ve birbirine kazandırma stratejisi net bir şekilde görülmekte.[4]
İki tabloyu birlikte incelediğinizde, hem tarım ilaçları ve kimyasalları sektöründe, hem de tohum sektöründeki firmaların aynı firmalar olduğunu, bu çerçevede de bir tekelleşmenin bariz olarak ortaya çıktığını göreceksiniz.
Meselâ ABD firması Dupont iki listede de 2004-2006 yılları arası toplam 5 milyar dolarlık bir pazar büyüklüğüyle bulunuyor. İsviçre firması Syngenta yaklaşık 8 milyar dolarlık bir pazar büyüklüğüyle iki listede de bulunmakta.
Ama asıl dikkat edilmesi gereken iki listenin de lider firmaları…
Tohumda dünya pazarının %20’sini elinde bulunduran Monsanto ve Tarım kimyasallarında dünya pazarının %17’sini elinde bulunduran Bayer…
Geçen ay içerisinde Alman ilaç devi BAYER, dünyanın bir numaralı Tohum firması Monsanto’yu 66 milyar dolara satın aldı.
Peki bu ne demek?
Hâlihazırda Monsanto, tohumda dünya pazarının bir numarasıyken, tarım kimyasallarında da %10’luk pazar payı ile beşinci sıradaydı. Bayer ise, dünya tarım kimyasalları piyasasında %17-20 dolaylarında lider firma iken, tohum sektöründe %2 dolaylarındaki pazar payı ile yedinci sıradaydı. Diğer firmalardan zaten bahsettik.
Burada dikkat çekilmesi gereken temel mantalite şudur:
Tohumu benden alıyorsan -ki almama şansın çok düşük-, hastalığını, verimliliğini, gelişmesini de düzenlemek için benim ya da benimle açık ya da gizli ortaklığı olan birinin sattığı kimyasalları kullanmak zorunda kalacaksın! Çünkü ar-ge çalışmalarıyla ve biyoteknolojik yatırımlarla ürettiğim tohumun genleriyle oynarım ve bunun sonucunda bitkideki hastalıkların iyileştirilmesi için, bitki gelişmesinin ve verimliliğinin düzenlenmesi için gerekli kimyasalları da sadece ben üretirim. Ya da anlaştığım, birlikte kazandığımız bir başka büyük firmaya ürettiririm.
Bunun tam tersi tahmin edeceğiniz gibi tarım kimyasalları üreticileri için de geçerli:
Madem bir kimyasalı üretiyorum ve satmam lâzım, öyleyse en büyük tohum firmalarıyla bir tekel oluştururum, tohum genlerine, sadece benim ürettiğim kimyasalların yok edebileceği hastalıklar ve genetik problemler yerleştirmelerini sağlamaya çalışırım.
En olmadı, tekelimize aldığımız sektörde daha da rahat hareket etmek istersem, gücüm nisbetince bana partnerlik eden-edebilecek en büyük firmayı da satın alırım.
Tohum ve tarım kimyasallarındaki bu tekelleşmenin tek zararı tarımla uğraşan insanların ve ülkelerin ekonomisine mi?
Elbette hayır!
Tarımdaki bu tekelleşmenin insan sağlığına ve tabiata-doğaya bir zararı var mı?
Kesinlikle evet!
Bu tekelleşme sadece Tohum ve kimyasallar dolayısıyla tarımda mı?
Tabiî ki hayır!
Bayer AG, 1888’den beri sağlık ürünleri üzerine çalışma yapan bir şirket. Fakat 1972’den beri uluslararası sağlık hizmetleri ve kimyasallar grubu olarak faaliyet gösteriyor. Sadece tarımda ve tarım kimyasalları üzerine değil, tıbbî ilaç üretimi ve satışı da yapıyor. Monsanto şirketi de dünyada GDO’lu tohumlarıyla tanınıyor.
Dünyadaki Biyoteknolojik çalışmalar denetlenmediği ve “Uluslarası anlaşmalar ve sözleşmeler” palavrası altında korunan patent hakları dolayısıyla faaliyetlerini açıklamama hakkı verildiği için, Bayer ve Monsanto gibi firmaların bitkilerde yaptıkları gibi insan sağlığında doğrudan hastalığa sebebiyet verici biyoteknolojik çalışmalar yapmadıklarına, GDO adı altında birtakım gen çalışmaları yaparak, insanların hastalanmalarına ve ölmelerine sebep olmadıklarına dair şüphe giderici hiçbir delil olmadığı gibi, aksine şüpheleri kesin yargıya dönüştürecek yüzlerce delil ve bulgu ortaya çıkıyor..
Kamuoyuna söylenen yalanlardan en büyüğü de “GDO’lu Tohum ve Tarım Kimyasallarının daha ekonomik olduğu, verimliliği arttırdığı ve kontrolü sağladığı” yönündedir. Buna gereklilik olarak da artan dünya nüfusunu doyurabilmek için bir mecburiyet olduğu vehmini ileri sürmekteler.
Nakledeceğim üç ayrı hadise, bu dünya çapındaki yalanı ifşâ etmeye yetecektir:
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nden Sayın Tayfun Özkaya‘nın konuyla ilgili bir makalesinden:
”1995’de Dünya Ticaret Örgütü “Tarım Anlaşması” imzalanırken çiftçilerin daha yüksek fiyat elde edecekleri söylenmişti. Sonuç tersi oldu. 1996 öncesi ABD tarım yasaları arz ve talebi dengeleyerek, pazardan çiftçilerin göreli olarak adil bir fiyat almalarını sağlamakta idi. ABD’de milyonlarca üretici karşısında bir avuç tarım ürünleri alıcısı ve işleyicisi şirketler büyük bir pazar gücüne sahip bulunmaktaydılar. 1996’da ABD devleti “serbest ticaret” ekonomistleri tarafından desteklenmiş tarım şirketleri lobicilerinin etkisiyle bu kısmen dengeleyici mekanizmaları kaldırdı. Sonuçta ABD’de tarımsal fiyatları serbest düşüşe geçti. Ürün alıcısı büyük firmalar fiyatları üretim maliyetlerinin altına kadar düşürdüler ve orada bıraktılar. ABD tarımının düşüşünü önlemek için ödeme sistemleri oluşturuldu. Bu desteklerden daha çok büyük şirketler yararlandılar. Böylelikle bu şirketler bütün dünyaya önemli tarım ürünlerinin çoğunu dampingli olarak ihraç etmeye başladılar. Damping tanım olarak malları üretim maliyetinin altında bir fiyatla yurt dışına satmak demektir. Bir Amerikan araştırma enstitüsünün yaptığı bir araştırmaya göre 2003 yılında ABD’nin ihraç ettiği en önemli beş üründe damping oranları şöyledir: Buğdayda %28, Soyada %10, mısırda %10, pamukta %47, pirinçte %26. (Murphy ve ark., 2005) Damping karşısında bir ülke derhal bunu giderecek bir gümrük vergisi koyabilmeliydi. Ancak DTÖ’de büyük ülkelerce bu reddedilmiştir. Damping büyük tarım şirketlerine olağanüstü kârlar sağlamaktadır. DTÖ’nün dampingi kısıtlayan kuralları vardır. Ancak bunlar gelişmekte olan ülkeler için karmaşık ve pratik olarak imkânsızdır. Damping ABD’deki bir çiftçiye de çok zarar vermektedir. Ancak asıl yıkıcı etkileri gelişmekte olan ülke çiftçilerine yöneliktir. Bu ülkelerdeki çiftçiler yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadırlar.”[5]
İşin politik boyutuna dair, bizim ülkemizde de 5553 SAYILI TOHUMCULUK KANUNUn bazı maddelerini, ne anlama geldiklerini izah ederek verelim;
”Tohumluk üretimi
MADDE 5 – Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir.
Tohumlukların yetiştirileceği özel üretim alanlarının özellikleri ile sınırları içerisinde tohumluk üretimi yapan ve bitkisel ürün yetiştiren gerçek veya tüzel kişilerin uyması gereken hususlar yönetmelikle belirlenir.
Özel üretim alanlarının sınırları içerisinde, Bakanlıkça izin verilmeyen tohumluk veya bitkisel ürün yetiştirilemez.”
Şerh edelim: Türkiye’deki binlerce tohum çeşidinden yalnızca birkaçını çoğaltabilir, kontrollü bir şekilde yaşatabilir ve üzerinde ıslah çalışmaları yapabilirsiniz. Çünkü birileri ülkemizdeki genetik-biyolojik çeşitliliğin kısırlaştırılmasını ve kontrol altına alınmasını istiyor.
Söz konusu kanunun bir diğer maddesi:
”Tohumluk ticareti
MADDE 7 – Yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir.
Bu tohumluklar, Bakanlık tarafından belirlenmiş nitelik ve standartlara uygun, sertifikalı veya kütüğe kaydedilmek üzere kabul edilmiş veya standart tohumluk olarak ambalajlı ve etiketli olarak ticarete arz edilir.
Tohumlukların ithal edilmesi ve ihracı Bakanlığın iznine tâbidir. İthal edilecek tohumluklarda yurt içi standartlara uygun olma şartı aranır. Tohumluk ithalatı ve ihracatına ilişkin usul ve esaslar, ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri alınarak Bakanlıkça belirlenir.”
Şerh edelim: Türkiye’deki binlerce tohum çeşidinden belirlenmiş ve kontrol altına alınmış, bazılarının ticaretini yapabilirsiniz! Ülkemizin genetik ve biyolojik çeşitliliğini diğer ülkelere ihraç ederek, dünya tohum endüstrisine alternatif olamazsınız! Bizim belirlediğimiz belli başlı çeşitler üzerinde üretim yapıp güya rekabet edebilirsiniz. Çünkü tüm genetik-biyolojik tohum çeşitliliğinizi, siz halkımızın kullanım tasarrufuna teslim etmemize birileri müsaade etmiyor biz de buna uygun yasa çıkartıyoruz! Bizim size devlet olarak izin verdiğimiz çeşitlerde de küresel bir tekelleşme mevcut olduğundan, dünya pazarında pek de ciddi bir şansınız kalmıyor. Bu sayede tohum endüstrisindeki tekelleşmeye ülkemizi ve milletimizi bölünmez bütünlüğü de içinde olmak üzere teslim etmiş oluyoruz!
Terra Madre yaklaşık 150 ülkede örgütlü olan “Gıda Toplulukları toplantısı”nda konuşan dikkat çekici bir isim İngiliz Prens Charles: “Tarım sanayicileri” tarafından ileri sürülen argümanlardan biri de artan dünya nüfusunun yalnızca tarımda güçlendirme ve yoğunlaştırmayla beslenebileceği şeklindedir. Fakat kayda değer bir yatırım olmadan bile ve çoğu kez resmi kurumlardan onay gelmemesine rağmen, gelişen organik tarım uygulamaları mahsul ve ürün miktarını belirgin ölçüde arttırmaktadır. Son zamanlarda yapılan UN-FAO çalışmaları bunu açıkça göstermektedir.”[6] diyerek, Organik tarımda verimliliğin endüstriyel tarımdan daha verimli sonuçlar verdiğini açıkça ifâde etmişti.
Diğer bir ses de Japonya’dan Masanobu Fukuoka. Kendisi Doğal Tarım Yönteminin kurucusu. Gümrük bürosundan ayrılarak, çiftçiliğe başlar. 1947 yılında en son çalıştığı yerden ayrılır ve doğal tarım yapmak için Şikoku’daki köyüne döner. 55 dönümlük arazideki modern tarımın yok edici etkilerini tersine çevirmeyi başarır.
“Eğer herhangi bir teknoloji, hiçbir insan bilgisi kullanmadan tahıl, sebze, meyve ağaçları yetiştirebilirsek, herkes bu gerçeği kendi gözleri ile görebilecektir” diyordu. Fukuoka, yaklaşık 15 yıl sonra ortaya çıkan kültürü “doğal tarım” olarak adlandırdı.
“Toprağı işlememek, suni gübre ya da hazırlanmış kompost kullanmamak, toprağı sürme ya da herbisist kullanma yoluyla yabani otları temizlememek, kimyasallara bağlı kalmamak doğal tarımın dört ilkesi olarak sayılıyor. (Daha sonra “meyve ağaçları söz konusu ise budamak da yok” denilerek doğal tarımın beş ilkesi olduğu belirtilmiştir.)”[7]
Kısacası, yapılan, doğaya en az müdahale ile tarım yaparak en iyi sonucu elde etmek. Ve sonuçlar o kadar şaşırtıcıdır ki, endüstriyel tarımdan çok daha fazla verimler elde edilir.
Tarımda alternatif paradigmalar adlı bir başka yazıda bu konulara daha detaylı değinmeyi düşünüyoruz. Şimdilik endüstriyel tarımın artık inandırıcılığını kaybettiğini, insanların daha yüksek verimlilik ifâde eden sonuçları endüstriyel tarımdan tamamen koparak, hiçbir kimyasal kullanmadan elde edebiliyor olduklarını ve topyekûn insanlığın, tohum, ilaç, gıda, tıp sektörlerini ele geçirmiş küresel bir çete tarafından can alan saldırılar altında olduğunu bilmemiz yeterli.
Ahmet Tevfik DAYAN
14 Ekim 2016
KAYNAKÇA:
1: http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/a4d5952d4c018a1_ek.pdf?dergi=139
2: Salih Mirzabeyoğlu, İstikbâl İslâmındır, İbda Yay., 3.Basım, syf:105
3: A.g.e., syf: 106
4: http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/a4d5952d4c018a1_ek.pdf?dergi=139
5: http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/a4d5952d4c018a1_ek.pdf?dergi=139
6: Tohum ve Gıdanın Geleceği Üzerine Manifestolar, Sürdürülebilir
Yaşam Kitapları, Sinek Sekiz Yay. Syf:27
7: https://gaiadergi.com/dogal-tarimin-babasi-masanobu-fukuoka/