KISSADAN HİSSE: PARLAK TÜYLÜ EŞEK
Hep politika yazacak değiliz. Halk kültürümüz içinde ne güzel masallar, meseller var. Bu yazımızda da kendimizi aradan çıkaralım ve Türk folklorunun bu değerli kıssalarından birisini paylaşalım istedik. Ne de olsa hiçbir kurum ve kişiyle ilgisi olmayan tamamen hayâl ürünü menkıbelerdir bunlar. Bazen politikanın boğucu atmosferinden sıyrılıp apolitik takılmakta yarar olmalı zahir.
2002 senesinin sonbahar mevsimi henüz gelmiştir. Orta dünyanın bir yerinde hep beraber zaman geçiren bir inek, bir at ve bir eşek hâllerinden sıkılır, dünyanın muhtelif ülkelerine dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve on yıl sonra buluşmaya karar verirler. Anlaşma gereği her biri başka istikamete yol alır. Aradan on uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek, hemen ardından at gelir. İkisi de perişan hâldedir. O asil at bildiğin sütçü beygirine dönmüş; inek aynı şekilde zayıflamış, dişleri dökülmüş, bir deri bir kemik kalmıştır.
At merakla sorar:
-“Nedir bu halin inek kardeş?”
İnek hüzünle içini çekip anlatmaya koyulur:
-“Sorma dostum! Bu insanlar çok merhametsiz… Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Sütüm kesilince çifte koştular. Benle işleri birince mezbahaya götürüp bir kasapla hayatım üzerine pazarlık etmeye başladılar… Onlar el sıkışmak üzereyken kaçmayı başardım.”
Atın gözleri dolar, derin bir nefes alır ve o da başlar bu on yıl içinde yaşadıklarını anlatmaya:
-“Ah sorma! Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, kimseciklerle konuşamadım. Üzerime bindiler, ses çıkaramadım. Biri indi, öbürü bindi! Binmedikleri zaman zincire vurdular. Belim çöküp de onları taşıyamaz hâle geldiğimde arkama kocaman bir araba bağladılar. Ben onları taşıdıkça daha hızlı gitmem için kırbaçladılar. Artık işe yaramaz diye beni sucuk yapacaklarını duyar duymaz bende senin gibi bir yolunu bulup kaçtım.”
İnek ve at ağlaya sızlaya insanların zulmünden bahsederken uzaktan eşek görünür. Hayli neşelidir. Islık çalarak hoplaya zıplaya gelir. Şişmanlamış, tüyleri pırıl pırıl olmuş, gözlerinin içi gülmektedir. Üzerinde de lacivert bir takım elbise… İnek ve beygir şaşkınlıktan bayılacak vaziyette:
“-Nedir bu hâlin? Neler oldu?”
Eşek keyifli bir şekilde anlatır:
“-Sizden ayrıldıktan sonra kadim uygarlıklara beşiklik etmiş uzak bir memlekete vardım. Birisi yukarı çıkmış bağırıyor; bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu. Sesini yükseltmek, bağırıp çağırmak söz konusu olunca kim benimle yarışabilir? Yüksekçe bir yere çıkıp sesimin en üst perdesiyle anırmaya başladım. Beni bilirsiniz; ağzımı açtım mı yeri göğü inletirim. Sesimi duyan yanıma koştu, bir anda etrafım insanlarla doldu. Onlar çoğaldıkça ben daha çok bağırdım. Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten, ileri demokrasiden, yeni bir memleketten filan bahsettim.”
Şaşkınlık ve merak iyice artar:
“-Eee sonra ne oldu?”
Eşek gururludur:
“-Hamdolsun, beni başkan seçtiler!”
“-Deme yahu! Yani sen başkan mı oldun?”
“-Evet… Bir şey yapmama gerek kalmadı. Ben anırdıkça onlar ‘seninle gurur duyuyoruz’ diye alkışladılar. Ben sadece yedim içtim ve bağırdım; avazım çıktığı kadar anırdım!”
“-Peki, senin eşek olduğunu anlamadılar mı yahu?”
Sırıtarak cevap verir:
“-Sadece çok az bir kısmı anladı. Ama onlar da diğerlerine anlatamadı!”
Gökhan YAMANGÜL – ADIMLAR Dergisi