BİR KUMPAS HİKÂYESİ: KUŞ ÖTMEZ KONAĞI
Uçsuz bucaksız bir bozkır ortasında Arayolu adında bir köy… İnsanlar günlük işleriyle huzur içinde yaşayıp giderken, köye eşkıya musallat olmuş. Köyün ağa ve muhtarı Mülayim Ağa kara kara düşünürken, bekçi Çakır Kamil kendinden emin:
-Ben bu eşkıyayı def ederim!
Ağa, pek inanmak istemez ama “haydi öyleyse, göster kendini” diye sırtını sıvazlamaktan başka da çaresi yoktur.
Şu olmuş bu olmuş. Bekçi bir yolunu bulup eşkıyayı def etmiş. Daha sonra bir kurt yerleşmiş içine ki, sormayın: “Mülayim Ağa’dan benim neyim eksik? Üstelik köyü eşkıyadan kurtardım. Muhtarlık da, ağalık da bana yakışır.”
Böylece postayı koyar ve Mülayim Ağa köyü terk etmek zorunda kalır.
Anlatılanlara göre eski bekçi ve yeni muhtar Çakır Kamil’in ilk işi eski köye yeni adetler getirmek olmuş… İtiraza yeltenenleri de bir güzel benzetmiş.
Bir zaman sonra terk-i dünya edince de yerine oğulları geçmiş…
Eski tas eski hamam…
“Kolluk bende kıllık bende!” edasıyla marabanın ensesinde epey bir zaman boza pişirmişler.
Yapılanlar köylünün canına tak etmiş ve bu musibetten kurtulmanın çaresini aramaya koyulmuşlar.
Şöyle böyle derken, uyanık mı uyanık bir bakkal köylü “bu çaresizliğinden bana iyi ekmek çıkar” diye hesap yapıyormuş. Sırıkoğullarının Reşat!
Altan alta “Kamiloğulları’nın zulmünden köyü ve köylüyü ancak kendisinin kurtarabileceğini” kulaktan kulağına fısıldatmış.
Yakınlarda bir başka yer… Yeniköy… Civarının en büyük köyü… Başında zalimliği dillere destan Sami Ağa…
Sami Ağa, bütün köylerin haracını toplar. İstediği köyden istediği tarlayı alır, kimin muhtar olacağına kadar, o karar verir. Kamiloğulları’nın yiğitliği sadece maraba kısmınadır. Yoksa, Sami Ağa’dan it gibi korkarlar.
Kamiloğulları’nın yaptıkları haksızlıklar artıkça şikayetlerinin de ardı arkası kesilmez olmuş. Şikayetler Sami Ağa’nın kulağına bir şekilde ulaşmış, ulaştırılmış. Ağrımaz başını ağrıtmak istemeyen Ağa, Kamiloğulları’yla işlerin yürümeyeceğini düşünmeye başlamış…
Bu arada, şu fırsatçı Bakkal Reşat kendine kimlerin yardımcı olacağını düşünürken, aklına sidikli Ramize’nin kart kızı sümüklü Fadile gelmiş; “Fadile, bohçacı olduğundan kulağı deliktir, hem de Sami Ağa’yla arası iyidir.” Bakkal Reşat, Sami Ağayla arasını yaparsa Fadile’yle evleneceğini vaat eder. Fadile buna dünden razıdır. Sözünü yerine getirir. Bir yandan Reşat ile Sami Ağanın arasını yapar, diğer yandan alttan alta Kamiloğulları’na karşı ağayı doldurur. Tabii bu süreçte Fadile ile Reşat’ın da düğünü olur.
Gel zaman git zaman… Sami Ağa Arayolu köyünün yanındaki İkisu köyüyle kavga eder ve köye el koyma planları yapmaya başlar. Bunu bilen Reşat, son hamlesini yapar:
–İkisu köyüne el koyacaksan bu iş Kamiloğulları’yla olmaz! Bunu ancak benimle işbirliği yaparak başarırsın. Onların gazını sadece ben alabilirim. Kamiloğulları’nın çiftliğine kahya olmama yardımcı ol, karşılığını alırsın.
Diğer taraftan Arayolu halkına:
-İkisu halkı akıllı olup Sami Ağaya karşı gelmeseydi! Ona yardımcı oluyorsam Kamiloğulları’ndan kurtulmanız için…
Deyip halkı sakinleştirir.
Günler aylar birbirini kovalar…
Fadile ile Reşat’ın sonraları adı Piç Zeki’ye çıkacak bir oğulları olur. Piç Zeki eli iş tuttuğu yaşta çiftliğin kahyası olur. Babasının(!) nasihatlerinden olsa gerek, Kamiloğulları’na kumpas kurar.
Sümüklü Fadile’nin akrabalarıyla gece Kamiloğulları’nın ağıllarının kapısını açıp ekinleri yedirip ertesi gün zararın on katını tahsil etmek gibi akla hayale gelmedik türlü dalaverelerle Kamiloğulları’ndan Topal Şahin’i kodese tıktırır.
Bakkallıktan kahyalığa terfi eden Reşat’a ne zaman şikayetçi olmak isteseler, “benim oğlum yanlış yapmaz; hem O’nun sözü benim sözümdür” diye tersler.
Derken efendim, şu olmuş bu olmuş… Kamiloğulları küçük birkaç tarlaya razı olup konağı terk etmişler. Köylüye zamanında çektirdiklerinden olsa gerek kimse taraflarına bakmamış…
Önce Bakkal, sonra Kayha Reşat, artık Reşat Ağadır!
Sümüklü Fadile bütün akrabalarına köyün en mümbit tarlalarını bahçelerini dağıtmış.
Mutlu mesut günler geçerken, Reşat Ağa’nın namı almış yürümüş.
Yeniköylü Sami Ağa’nın amcalarının gasp ettiği Yakuplu köyündeki garibanların da kulağına erişmiş. Reşat Ağa’nın yanına birkaç gariban gelip kendilerini de kurtarmaları için yalvarmış. Reşat Ağa şöyle bir gerindikten sonra “tamam hallederiz!” diye adamlara ümit vermiş. Garibanlar bin bir dua ile yanından ayrılmış.
Bütün bunları duyan Fadile “Yakuplu muhtarına gücümüz yetmez, arkasında Sami Ağa var, hem Yakuplunun çulsuzlarından bize ne?” diyerek itiraz etmiş. Erkeklik onurunun daha fazla rencide edilmesine tahammül edemeyen Reşat Ağa okkalı bir Osmanlı -pardon!- Gürcü tokadı akşetmiş.
-Bu evin, bu köyün reisi benim, ben ne dersem o olur!
Ateş seni kim yaktı?
Sen misin bana tokat vuran? Sümüklü Fadile’nin öfkesinin Reşat Ağadan geri kalır tarafı yokmuş.
Açmış ağzını yummuş gözünü.
-Ulan hırsız sahtekar, düne kadar uyuz bir bakkaldın! Benim sayemde Reşat Ağa oldun! Ben sana yapacağımı bilirim!
Demiş ve kapıyı çekip gitmiş.
Konağın avantacılarını bir telaş almış ki, sormayın gitsin.
Aralarını bulmaya çalışsalar da nafile.
Reşat Ağa:
–Ne istedi de vermedim? Bu bana yapılır mı? diye hop oturup hop kalkarken gelenleri geri çevirmiş.
Çevirmiş çevirmesine de, “yediğim haltların hepsini bilen Fadile’ye karşı ne yapacağım” diye kara kara düşünmeye başlamış. “Bu mesele ölüm-kalım meselesidir hayatta kalmak için her yol mubahtır!” diye karar almış.
İlk işi, küstürdüğü Kamiloğulları’nın gönlünü almak olmuş…
Zeki’nin kendi oğlu olmadığını ve aldatıldığını aslında İKTİDARSIZ olduğunu, Fadile’nin Sami Ağa’nın hesabına çalıştığını, Yakuplu köyündeki garibanlara yardım etmek istediği için Fadile’nin kendisiyle uğraştığını anlattırmış emrindeki bohçacılara…
Selametlik köylülerin yüreği mağdurlara karşı pek yufka olduğundan, sanırım, hikâyedeki cilalı boynuz ayrıntısını fark edememişler…
E. Doğan ŞEYHOĞLU