ŞÜKRÜ KESKİN Yaşadıklarını Anlattı: BİZİM ÖFKEMİZ “HAM” VE “GEÇİCİ” DEĞİL!
10 Aralık Cumartesi günü gerçekleşen saldırı sonrasında bir komplo eseri olarak gözaltına alınan ve komplonun boşa çıkarılması sonrasıyla serbest bırakılan gönüldaşımız Şükrü KESKİN, dergimizi ziyaret ederek Genel Başkanımız Sayın Ali Osman ZOR’la görüştükten sonra gönüldaşımız Cüneyd KARA’nın sorularını yanıtladı.
Alâkalarınıza sunuyoruz.
ADIMLAR
Cüneyd KARA: Geçtiğimiz haftasonu gözaltına alındıktan sonra Çarşamba gecesi bırakıldınız. Okuyucularımız ve merak edenler açısından gözaltından serbest bırakılana kadar geçen süreçte yaşadıklarınızı anlatır mısınız?
Şükrü KESKİN: Pazar günü Adımlar’ın sohbet-istişare toplantısına katılmak ve Maraş başta olmak üzere Anadolu’nun birçok bölgesinden gelen gönüldaşlarımla görüşebilmek için Fatih’teydim. Öğleden sonra, tam da toplantıya başlanacağı sıralarda telefonum çaldı. Haftasonu annemi ziyarete gelen abim, polislerin eve geldiğini ve benim hemen eve gelmem gerektiğini söyledi. Fatih’te olduğumu söyleyerek telefonu polislere vermesini söyledim. “Seninle konuşmak istemiyorlar. Beni de bırakmayacaklarmış sen teslim olana kadar” dedi. Abim yapımı bildiği için orada olanları tam olarak yansıtmamış bana o zaman. Meğer maskeli polisler silahlarla evi basıp, misafir olduğu söylenmesine rağmen abimi rehin almışlar. Tabiî Din-Vatan-Millet mücadelesi vermekte olan, bir yandan 25 Mart 2015 günü Ünsal Zor gibi bir ağabeyimi, bir yandan da 15 Temmuz 2016’da Halil Kantarcı gibi bir kardeşimi şehid vermiş biri olarak kendisine her “polis” diyene güvenecek değiliz. “Polis” kılığında bir saldırı olmasından da kuşkulandım. Nitekim abime dediğim “Fatih’teyim hemen burada Vatan Emniyet’e geçeyim, oradan telefonla teyid edebilirler” sözlerine “gerek yok, biz onu yoldan alırız” diye cevap verdiler. Seslerini duyabiliyordum telefonda. Niye güveneyim ki? Bu düzende “karakol görmemiş” Anadolu evlâdı mı var. Ben de cevaben “en yakın karakola geçerim, gelir alırsınız. Abim misafirim, ona ilişmeyin” dedirttim abime. Nihâyetinde Fatih Yavuz Selim’deki karakola yanımda oğlum Hamza ve gönüldaşım Bahri ile birlikte gittim.
Cüneyd KARA: Abinizi bırakıp karakola geldiler ve sizi aldılar.
Şükrü KESKİN: Hayır! Abimi de rehin olarak getirmişler. Karakola gelince gördüm, n’idüğü belirsiz maskeler takmış 3 kişi, yanlarında abim. “Abimi niye rehin tutuyorsunuz?!” dememe karşılık “rehin değil, ailenizden birinin de sizinle ilgili tutanakları imzalaması gerekiyor, onun için aldık” gibi, hiçbir hukuki gerekçesi olmayan mazeretler uydurdular. “Demek siz 70 yaşındaki annem tek olsa, onu rehin alacaktınız?!”… Cevap vermediler. Üzerlerindeki panikten cevaplarının “evet” olduğunu anlayabiliyordum. Nitekim evdeyken “ben misafirim. Burada olmasam annemi mi alacaktınız” diyen abime, “evde kim varsa onu” demişler açık açık.
Alınma sebebimi sorunca Cumartesi günü Dolmabahçe’de gerçekleşen kahpe saldırı ile ilgili “terör örgütü propagandası yapmak” dediler. “Nasıl olur?! Ben İbdacıyım! Ölen vatan evlâtlarının, şehid polislerin katillerini alkışlayanlarla beni nasıl bir tutabilirsiniz? Ne propagandası? Yanlışlık yapıyorsunuz!” demem üzerine, “Vallâ savcılık istedi, götürüyoruz” demekle yetindiler… Ben böyle konuştum ya; kısa zaman sonra kapıdan giren avukat arkadaşlara “İBDA-C Terör Örgütü propagandası yapmaktan” demişler… Ardından kalabalık bir gönüldaş topluluğunun karakola girdiğini belli eden bir gürültü koptu. Gönüldaşlarım beni merak etmişler ve haber almak istemişler. İşte o sırada sizi de “karakolun fotoğrafını çekiyor” diye gözaltına almaya çalışmışlar galiba?
Cüneyd KARA: Karanlık cam bir nöbet külübesi içerisinde nöbet tutan bekçi, sizinle ilgili ziyaretimizi haberleştirmek için fotoğraf çektiğim için gözaltına almaya kalkıştı. O gürültü ondan koptu. Gergin olmaları anlaşılır bir şey de, Batıcı ve bölücü terörle mücadele ederken verilen şehidlere sahip çıkmak, şehidler vermiş ve verecek olan, her biri şehidlik adayı Anadolu insanına, hele İBDA mensuplarına karşı saldırgan tutum göstermeyi gerektirmez.
Şükrü KESKİN: Evet, şehidler verildi. Son rakam 44. Allah hepsine rahmet eylesin. Karakoldaki memur arkadaşlar bilmiyorlar tabiî; benim bütün hayatım şehidlerle ve şehid kardeşlerimizin cenazelerine katılmakla geçti. Mesele “öfke” ise, bizdeki öfke öyle siyasî konjonktüre ve İktidar sahiplerinin söylemine göre değişecek şekilde “ham” ve “geçici” değil. Bu topraklarda İslâm’a bağlı ve Türk usulü bir Adalet sağlanana kadar bu böyle. Bunun için yaşıyoruz. Gerçek bir Hesaplaşma için. Ama hak edene hak ettiği; ne fazla, ne eksik.
Cüneyd KARA: Evet…
Şükrü KESKİN: Aynı maskeli polisler kapıda beklemeye devam eden vefakâr gönüldaşların refakatinde arabaya alıp Vatan’daki Terörle Mücadele Şubesi’ne götürdüler… Ardından bir koridorda beklemeye aldılar. Tabiî hain saldırı sonrası büyük bir koşuşturma vardı emniyette. Rutin adres ve kimlik tespitlerinden bir zaman sonra beni içerisinde genelde âmir olduğu izlenimi veren TEM polislerinin bulunduğu bir odaya aldılar. Şube Müdürü olabileceğini düşündüğü âmir “anlat bakalım” diye başladığı konuşmada bir ânda küfür-kıyamet bir şekilde bana sözlü olarak saldırmaya başladı. Az-çok soğukkanlı insanlarız. Fakat, hakaret hak edene, öfke suçluya. Başlarda tâne tâne anlattım anlaşılmadı, hakaretler devam edince “Küfretmeyin! Açın o sözlerin yazılı olduğu sayfayı, bakın bakalım ben kimim”… Biri masadaki bilgisayardan adımı girerek facebook profillerinden hangisi olduğumu sordu. “Türk Bayrağı’nın önünde İBDA Selâmı veren Şükrü Keskin” deyince, bilgisayara bakıp yazdıklarımı inceleyen polis “âmirim, şuna bir baksanız iyi olur” der gibi, masaya çağırdı hakaretler savuran müdürü. Sonra bir sessizlik… Sessizliği Müdür’ün “alın atın şunu aşağıya da, 30 gün beklesin!” deyişi bozdu.
Cüneyd KARA: Hâlden anlayan ve hâliyle de öyle pek özür bekleyen biri değilsiniz belki ama…
Şükrü KESKİN: Yok yahu. Aldılar yan odaya, bir çok memur geldi sonra. Aralarında benim sayfayı severek düzenli takip edenler arkadaşlar da çıktı. “Olmuş bir yanlışlık” diyen de oldu, “yahu sana bu yapılır mı?” diyen de. Ama memurların herbiri alâkalıydı. Sonra aşağıya hücrelere götürdüler ve yukarıdaki bu konuşmanın üzerine beni Etnik Kürtçülerle aynı hücreye attılar… “Lâ Havle! Bu gece Kandil” diye düşünerek abdest almak istedim, çıkarmadılar. Ben hücredeyken battaniyemi aldılar, ilk gün yemek vermediler. Tepemde, hücreyi tam bir soğuk hava deposuna çevirme işini gören “havalandırma” pervanesi sürekli çalışmakta… Oradayken 20-25 İslâm Devleti sempatizanı da hücrelerdeydi. 20 gündür oradaymışlar. Onlar savcılık ifâdelerini vermiş ve işlemleri bitmiş olduğu için 20 gün sonrasında oranın düzenine alıştıkları gibi, düzeni sürdüren memurlar da onlara alışmış; tuvalete veya namaz için abdest almaya diledikleri zaman çıkabiliyorlar. Ben, 3’ü birbirinden gergin şövenist Kürtçüler arasında geceyi ibâdetle geçirmeye çalıştım. “Arkadaşlar”a açık ve net kim olduğumu söylediğim için “gergin”lerdi. Yani, üçü de ayrı köşelerde “gergin”…
Cüneyd KARA: Niçin aynı hücreye koydular sizi?
Şükrü KESKİN: Güya vatansever veya milliyetçi olduğunu söyleyerek her önüne gelene düşman muamelesi yapmak başka, hayatını bir memuriyete adayan gerçek vatansever inananları Kürtçü faşistlere yem etme niyetinde olmak başka… Boşver… “Hücre katı ile âmirlerin bulunduğu kat arasındaki kopukluk” diyelim, geçsin… Hakkımda uyduruk bir ihbarla işlem yapanlara kim olduğumu ilan etmeme rağmen bir şey değişmedi. Ancak sonraki gün kulaktan kulağa yayılan “Şükür Keskin İBDACIymış”, “yanlışlıkla alınmış” söylemleri sonrasında tuvalete çıkabildim. Genç ve kaliteli, gerçek vatansever-inanan Anadolu evlâdı olan bazı memurlarla sohbet edebildim… Sonraki gün, tekrar yukarı aldıklarında ben gelmeden durumumu öğrenmiş olarak orada hazır bulunan Baro’dan gelen bir avukat, benim adıma bu büyük yanlışlıkla ilgili ifâdemi yazabileceğini söyledi ve polisin de onayıyla ifâdemi yazdırdı. Okudum, imzaladım. Polisler, “Savcı’ya durumunu ileteceğiz. Muhtemelen Savcı’ya çıkmana gerek kalmadan bugün çıkarsın. Kusura bakma Şükrü. Oluyor böyle şeyler” diyerek hücreme yollandım. Akşam geç saatlere kadar bekleyince, “herhâlde yarın Savcı’ya çıkarım, orada derdimi kendim anlatırım” diye düşünürken, geç saatlerde polisler “hazırlan Şükrü, çıkıyorsun” diyerek kapımı açtılar. Hücrelerdeki Müslümanlarla vedalaşıp tekrar üst katta son işlemlerimi yaptım. Beni eve bırakabileceklerini söyleyen memurlara “Metrobüs’e bırakın yeter” dedikten sonra, arabayla Edirnekapı Metrobüs durağına kadar bıraktılar beni. Bu polisler TEM Şube polisleriydi ve ayrılırken helâllik istediler sürekli. Ve eklediler; “seni biz almadık”. O zaman beni alan maskeli ekip kimdi? Ve bu komployu kim veya kimler tezgâhladı? Bunları da konuştuk tabiî.
Cüneyd KARA: Sizin garip bir şekilde gözaltına alınışınız üzerine dışarıda yaşananlardan haberdar olmanız mümkün değildi belki. Büyük bir mutabakat oluştu “Şükrü Keskin” ismi üzerinde.
Şükrü KESKİN: Evet. Çıktıktan sonra haberim oldu. Yeni Şafak adlı yalan makinesinin adımı zikrederek yayınladığı “haber”den de… Tabiî iki-üç günde çıkmış olmamı şubedeki dik duruşuma bağlayabilirdim ama insanların “avukatla görüşebilme”lerinin dahi en az 5 gün sonra gerçekleşebildiği ve sorgusuz suâlsiz 30 gün gözaltında tutulabildiği OHAL şartlarında bunun dışarıdan gelen bir baskı ile olduğu hatırıma gelmedi değil. Başta aralarında olmakla gurur duyduğum ADIMLAR kadrosu, gönüldaşlarım, Alperen kardeşlerim, Ocaklar’daki ülküdaşlarım, Saadet Partili arkadaşlarım, hattâ İktidarın politikalarıyla ilgili sürekli tartıştığım AKP’li arkadaşlar (onlar bile isyan etmiş, düşünün!) ve nihayet ilkeli tutumlarıyla dikkat çeken Türk Solu’ndaki vatansever-inanan dostlarımız… Hepsine ayrı ayrı teşekkür ederim.
Cüneyd KARA: Biz de sizi tebrik ederiz gönüldaş: İfâde ettiğiniz gibi; resmi memurlukla değil, inisiyatif alarak Hamza başta olmak üzere, ailece, ömrünüzü İBDA saflarında Din-Vatan-Millet mücadelesinde memurluğa adadığınız için.
Şükrü KESKİN: Bu hissiyatın merkezi olan ADIMLAR’la adımlamaya çalışıyoruz. Hepsi bu.
15 Aralık 2016
GERÇEK BİR VATANSEVERE KOMPLO – ŞÜKRÜ KESKİN HEMEN SERBEST BIRAKILSIN!