KUŞÖTMEZ KONAĞINA HIRSIZ GİRMİŞ!.. “Ama Karıya, Ama Paraya”

KUŞÖTMEZ KONAĞINA HIRSIZ GİRMİŞ!.. “Ama Karıya, Ama Paraya”

İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun Kültür Davamız isimli eserinden:

İnsanın şuuru, ölçülebilir ve anlaşılabilir mahiyetiyle faaliyetinin muhtevasındadır; faaliyetin muhtevası, aktüalize olmuş “ahlâkî karakter”in ele verilişidir.

Bir dünya görüşünün, kurma, koruma, düzenleme veya düzen ve rejim plânına geçme mücadelesi “siyaset” ifâdesi kapsamında olduğuna göre, bir insanın faaliyeti, onun dünya görüşünü ele verir; “faaliyet”, bir insanın dünyaya bakış şuurunun siyasetidir.

(……..)

Faaliyetlerin değer ölçülerine nisbeti, “hak” ile “hakikat” arasındaki uygunluktur ki, “ahlâk”tır. Hakikate uygun hakkın tecellisi, “ahlâkî ölçüler”le mümkün… Diğer bir ifâdeyle: Her dünya görüşü aynı zamanda ahlâkî bir görüştür.” (Kültür Davamız, Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Yayınları, 1982, Shf; 134)

İslâm ahlâkının en başta gelen kaidelerinden birisi yalan söylememektir. Öyle ki diğer bir çok günah için söylenmeyen itikada yönelik tehdit, yalan söylemek üzerine yapılmıştır. Yalan söylemek, sözünde  durmamak ve emanete ihanet etmek münafıklık alâmeti sayılmıştır.

Bizim mutlak ölçülerimiz yukarıda sıraladıklarımızdır. Nefsimizi, dostlarımızı, düşmanlarımızı bu ölçüler çerçevesinde değerlendirir ve ona göre istikametimizi tayin ederiz.

İkili münasebetlerinde, daha doğrusu şahsî menfaatleri sözkonusu olduğu zaman yalana tahammül edemeyen kişilerin siyasîlerin yalanlarına gösterdikleri müsamaha ve savunmacı tavır, bu çevrelerin “şuur”unun ve “ahlâkî karakteri”nin mahiyetinin anlaşılması için yeterli karinedir. Başka bir ifâdeyle, yalan söylemeyi meşru kabul eden bir “ahlâk”!

İşte böyle bir ahlâkla mücehhez zevatın bir yıl -hatta bir hafta- içerisinde kendi kendilerini tekzip eden onlarca beyanları, en son Rusya Büyükelçisinin öldürülmesiyle ahlâkî sükutun -şimdilik- ufkunu gösterdi.

Bir hafta önce Rusya temsicilikleri önüne protesto çağrıları yapan kişiler Rus Büyükelçisinin öldürülmesiyle pabucun pahalı olduğunu hissettiklerinden olsa gerek taziye kuyruğuna girdiler. Gerçi biraz uyanık olan aradan sıyrılmacı tipler bir hafta önceden Suriye’de Rusya ile aynı şekilde müttefik olan İran’ı “şeytanlaştırma” propagandasına başlamışlardı bile. Rusya’yı “barış güvercini” İran’ı Rusya’nın hayırlı işlerine engel olan “çıbanbaşı” şeklinde gösterme yarışına girdiler.

Diğer taraftan Halep’in teslimini, sosyal medyada büyük bir direniş oluyormuş gibi lanse ettiler. Halep’te Rus bombardımanında öldürülen çocuk cesetleri fotoğrafları paylaşarak kontrollü ajitasyon  yapmayı ihmâl etmediler. “Kontrollü ajitasyon” demişken, Mısırda Suud destekli darbe olduğu günlerde “rabiacılığın” revaçta olduğu zamanlarında; darbeye tepki gösteren her samimi insan gibi, o zaman ki başbakanın oğlu Bilal Erdoğan Suud’u hedef alan twitler atmış ve bir süre sonra kaldırmıştı. Sonradan yayınlanan meşhur tapelerden öğrendik ki Tayyip Erdoğan’ın ikazıyla twitlerini silmiş. Ne yazık ki “ideal mevceleri körelmemiş” birçok samimi genç, vitrindeki ağabeyleri gibi profesyonel (onlar gibi iki yüzlü bir ahlâk sahibi) olmadığı için “hakikatte İslâm’a ihanet” projesi olan siyasî hareketlerin gazıyla bu türden “hatâ”lara düşebiliyor. Belki de polis Mert’in “talihsizliği” onu uyaran bir babasının olmamasıydı.

Meselenin politik, stratejik, polisiye yönünü bir tarafa bırakalım… Malum çevrelerin Büyükelçi cinayetinden sonraki telaşları hayli ilginçti. Hele bir tanesi vardı ki sormayın gitsin. Üç-dört gün evvel canlı yayında Halep için gözyaşı (!) döken insan, Rus Büyükelçiliğine taziye sırasına giriyordu ki sevgili Aydın Kalkan gönüldaşın “HALEP’İ SATAN BOP MÜCAHİDLERİ VE TÜRKİYE’DEKİ “İSLÂMCI ABİLER”İN TİMSAH GÖZYAŞLARI” yazısının mücessem delili olduğunun farkında değildi.

Hedefi doğru seçmek, yanlış seçmek ayrı dava, ama sen Rusya’ya “kahrolsun!” diye bağırdığın ve kitleyi politik hesaplarla bu şekilde bağırmaya teşvik ettiğin ânda, o kitle içerisindeki samimi ve henüz abilerinin iki yüzlü ahlâkına bürünmemiş kesim işi fiîliyata dökmek ister. İşte polis memuru Mert’in böyle bir hissiyattaki fedaî olması-olma ihtimâli profesyonel ağabeylerini tedirgin ediyor. O yüzden dört koldan ahlâksızca karalama yoluna gidiyorlar. Buradaki “ahlâk” tan kasıt bizim ahlâkımız, yoksa, kendi dünya görüşlerine göre son derece ahlâkî davranıyorlar.

Anadolu’nun bir şehrinden Avrupa’ya çalışmaya giden bir gurbetçi… Telefonun olmadığı, mektupların dört gözle beklendiği zamanlar… Köyden mektup geliyor selâm-kelâmdan sonra havadisler anlatılıyor. Köydeki eve birilerinin girmeye teşebbüs edip, başarılı olamadıklarından bahsediyorlar. Hâliyle gurbetteki bizim “delioğlan”ı büyük bir sıkıntı basıyor; boşa koyuyor dolmuyor, doluya koyuyor almıyor. Tabiî durumu fark eden arkadaşları soruyorlar. Bizimki: “Delioğlan, bizim eve birileri girivemek istemişte, emme garıya emme parıya orasını bilmiyoz. Garı için girdilese möhüm deel. Ya para için girdilese heç eyi deel!” (Delioğlan, bizim eve birileri girmek istemişler. Belki hanım için belki para için orasını bilmiyoruz. Hanım için girdilerse mühim değil, eğer para için girdilerse hiç iyi değil!)

Yukarıda aktardığımız ayniyle olmuş hikâyedeki gibi Ankara’daki işbirlikçi çevreleri endişeye sevkeden husus, suikastçının herhangi bir devletin hesabına cinayeti işlemesi değil. O meseleyi “hâlletmek” kolay; kim ne istiyorsa üç aşağı beş yukarı bir şekilde anlaşılır, istedikleri verilir. Fakat mesele hamasî duygularla kendini fedâ edebilen bir fedaî ise, işte işler burada karışır.

E. Doğan ŞEYHOĞLU

 

BİR KUMPAS HİKÂYESİ: KUŞ ÖTMEZ KONAĞI

HALEP’İ SATAN BOP MÜCAHİDLERİ VE TÜRKİYE’DEKİ “İSLÂMCI ABİLER”İN TİMSAH GÖZYAŞLARI

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: