BAŞKANLIK VE “KONTROL” MEKANİZMASI

BAŞKANLIK VE “KONTROL” MEKANİZMASI

Getirilmek istenen sistemle, Başyücelik arasındaki dağlar farkı, daha doğrusu taban tabana zıt ve düşman iklimleri temsil edici mânâ tezatlarını göstermeye devam edelim…

Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nun ortaya koyduğu “Başyüce”, hem siyaseten hem de hukuken her adımı ile her ân zapturapt altındadır.

Getirilmek istenen sistemde ise Cumhurbaşkanı, siyasi olarak sadece 5 yılda bir seçim yoluyla hesaba çekilir gibi yapılmış olunacak. Diğer yandan hukuki olarak da aynı Kanunî gibi, kendisinden hesap sorabilecek üst derece yargı mensuplarını kendisi atayacağı gibi, bugün HSYK olarak bilinen kurulun üyelerini de ya bizzat kendisi veya zaten mclis çoğunluğunu elinde bulunduruyor olmasından mütevellit meclisin atayacağı, yani kendi partisinin ataması yoluyla yine kendisi atamış olacak ve böylece bütün bir kaza -yargı- organın kontrolü de doğrudan kendisine ait olacaktır… Böyle bir kaza organından tarafsız ve bağımsız bir karar çıkmasını beklemek mümkün değildir. Yan oraya tarafsız ve bağımsız yazmakla bu iş tarafsız ve bağımsız olmaz. Tarafsız ve bağımsız olacak şartların oluşturulması gerekir. O da yine Üstad’ın belirttiği üzere, kaza organının özerkliğidir. Özerk olmayan bir yargı tarafsız ve bağımsız olamaz. İşte, yargıya bu tür müdahale, kendisini İslâmî hükümlere karşı hâkim mevkide görmeye, yani Firavunlaşmaya delalettir.

Başyüce’nin hukukî kontrolü yanında bir de esas olarak siyaseten kontrolü de gerekmektedir ki, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere hak ve halk adına bunu yapacak olan da ilk etapta ve aslî olarak Yüceler Kurultayı’dır.

Yüceler Kurultayı sadece Başyüce’yi denetlemekle kalmaz aynı zamanda Başyücelik Hükûmetini de denetler ve gerek gördüğünde hükûmeti de düşürür.

Oysa getirilmek istenen sistemde meclis Cumhurbaşkanı’nı sözde denetleyebiliyorken, hükümeti denetlemesi söz konusu dahi değildir.

Bunun yanında getirilmek istenen sistemle, Cumhurbaşkanı’nın her sözü kanun hükmünde olmaktadır…

Görülüyor ki, getirilmek istenen sistemle Cumhurbaşkanı’na sonsuz derecede yetkiler verilmekte, bunun yanında hiçbir şekilde hesaba çekilmesi ve kontrol edilmesi mümkün gözükmemektedir.

Oysa, yapıp ettiklerinden hesaba çekilemeyecek bir tek Allah vardır ve bu getirilmek istenen yeni sistemin sinsiliği de, kontrol mekanizmalarının varmış gibi yapılıyor olmasındandır.

Böylece, İslâm’ın, işlerinizi danışarak görünüz emrindeki şûra ruhu da yok edilmek istenmekte, herşey, tek bir kişinin iki dudağı arasına terk edilmektedir.

Bu yapılırken de istikrar vs. gibi süslü laflar kullanılmaktadır ki, unutulmasın, şeytanın adamları hiçbir zaman “Şeytan Şeytan!” diye ulumazlar! Gerçek mânâda istikrar, ölçüye uygunluk demektir. Ölçüye aykırı bir istikrar arayışı, istikrar değil daha çok kaos, daha çok kargaşa, daha çok yıkım,  daha çok zulüm getirir. Ölçü de devlet başkanının kontrol edilmesini gerekli görmektedir.

İşte, İslâm’ın devlete idaresi anlayışının öz ve temeli böyledir ve bu öz ve temele aykırı olarak, “ya bu adam çok iyi, buna güveniyoruz!” demekle bu işler olmaz. Olmadığı da bizzat Kanuni gibi bir adamın şahsında gösterilmiştir. Gösterilmiştir ki hangi adamın iyi niyeti ve güvenilirliği Kanunî ile kıyas edilebilir? Mesele iyi niyet ve güvenilirliğe ısmarlanamaz. Bu Kanunî de olsa böyledir, bir başkası da olsa böyledir. Bizzat Kanunî’ye güvenilemeyecekken, bir başkasına niye güvenelim?

Zaten siyaset “güven” gibi sübjektif kavramlar üzerine inşa edilemez. Güven’den önce objektif şartlar göz önünde tutulmalıdır ki bunun da mevzumuzla alakalı kavramı “sistem”dir. Teklif edilen sistemin muhtevası, teklif sahibine dair bir itimat, bir güven oluşmasına dair karine teşkil eder. Teklif edilen sistemin kendisi, “Bu firavunlaşma sistemidir!” diye bas bas bağırırken, bu konuda Kanunî’ye bile güvenilemeyecekken, kime niye güvenelim? Unutulmasın ki, “cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşelidir!”… Kuru kuruya iyi niyet, kötü niyetten başka bir yere çıkmaz. Bir erkek, namusunu, ırzını, “ben istediğimi yaparım, kimse de bana hesap soramaz. Ama ben iyi niyetliyim, merak etme sen!” diyen birine emanet edebilir mi? Kendi şahsi namusumuz söz konusu olduğunda kılı kırk yarar bir titizlikle meseleye yaklaşıyoruz da doğrudan doğruya bütün bir milletin mukaddesatının, istikbalinin, ırz ve namusunun söz konusu olduğu yerde bu lakaytlığın sebebi ne?

Bu başkanlık denilen şeyden Başyücelik çıkar mı?

Çıkarsa nasıl ve niçin?

“Benden hesap sorulamaz” diyen bir adama namusunu emanet etmiyorsun da topyekûn bir milletin istikbâlini, kendisinden hesap sorulamayacak bir adamın yöneteceği böyle bir sisteme emanet etmeyi neyle izâh ediyorsun?

Bu yönetim iddia edildiği gibi İslâmî de değil, millî de. Bilakis bu yönetim, Üstad’ın izâh ettiği üzere tamamen Fars ve Bizans tesiri ile Firavunlaşmanın müşahhas ifâdesi iken, bunu anlayabilmek için, Şeytanın adamlarının “Allah, Allah!” demeyi bırakıp ille de “Şeytan, Şeytan!” diye ulumalarını duymak mı gerekiyor?

İşte, gerçek tarihçinin görevi de eşya ve hadise üzerindeki bu perdeleri kaldırmaktır ki, Üstad’ın ortaya koymuş olduğu Tarih Muhasebemiz de de yapılan budur. Sûreten işitilen “Allah, Allah!” nidalarının nasıl ve niçin “Şeytan, Şeytan!” demek olduğunun izâhı. İşin madde ve şekil yönünde kalınmaması, ruh-zaman plânında ifade ettiği mânâ… Eşya ve hadise üzerine tutulan ışık… Aldatıcı ve etrafı olduğundan farklı ve cazip gösterici pavyon ışıkları değil, hakikatin hakikatine göre şeylerin yerini tesbit edecek anlayışın nurunun aksi…

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: