KONJOKTÖREL DAVALAR

KONJOKTÖREL DAVALAR

“Siz Hangi Dindensiniz”

Genellikle siyasi davalar, hukuki olmaktan ziyade “konjektürel davalar”dır. Davada iki taraf vardır. Taraflardan birisi, suçu işlediği iddia edilen “sanık”, diğeri suçtan zarar gördüğü iddia edilen “mağdur” ve her hâlükârda suçtan zarar gören “Kamu”, yani millet.

Ceza yargılamasının birinci amacı sanığı cezalandırmak değil, maddi gerçekliğin aydınlatılması ve nihayetinde adaletin tesisidir. Konjektürel davalarda ise maddi gerçeklik büyük bir maharetle örtülür, suçtan asıl zarar gören millete, farklı bir gerçeklik sunulur, kurdun kuzuyu yeme tiyatrosu faslına geçilir ve “yargılama adı altında sergilenen tiyatro” millete seyrettirilir.

Konjoktürel davaların iki gayesi vardır; birincisi ASIL SUÇLUNUN gizlenerek kurtarılması hatta kahramanlaştırılması, ikincisi ise gerçek mağdurun suçlu ilan edilip yok edilmesi. Böylelikle mevcut sistem açısından tehlike arzeden kişi veyahut yapı ortadan kaldırılarak mevcudun devamı sağlanır. Siyasi davalarda uygulamalar gösteriyor ki umumi olarak yargı, mevcut iktidarın bir sopasıdır. Yargılamayı yapan her ne kadar cübbe giymiş olsa da hakim değil, mevcut iktidarın infaz memuru rolünü üstlenir. Konjoktür değiştiğin de ise yargılananlar kahraman, yargılayanlar ise hain olarak tarihe geçerler. Yakın tarihimizde yaşanan ERGENEKON davalarında olduğu gibi…

2400 yıl önceki Sokrates’in yargılanması gibi… Sokrates gibi, Galileo, Calas, Dreyfus, Çakal Carlos davaları da dünya tarihine geçmiş siyasi davalardandır. Dönemin iktidarlarının ve iktidarların talimatları ile yargılama yapan hakimlerin isimleri dahi bilinmezken, yargılanan bu isimler, insanlığın kalbine ve tarihin baş köşelerine oturmaya hak kazanmıştır.

Dünya üzerinde şu an cari olan Birleşmiş Milletler Domuzlar Diktatöryasına karşı Büyük Doğu Başyücelik Devleti ile Yeni Sistem teklif eden Salih Mirzabeyoğlu’nun idamla yargılanıp müebbet hapiz cesası aldığı davayı bir yana bırakırsak, mevcut dünya düzenin 21. Yüzyıl için sunduğu en büyük projesi BOP’un karşısına dikilen Saddam Hüseyin’in yargılanması da son yüzyılın en büyük siyasi davasıdır. Cari Düzene karşı gelmekten yargılanıp idam edilen Saddam’ı, yarının tarihçileri “kahraman” olarak yazacak ve kalplerdeki yerini alacaktır.

Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun yargılanması ise tüm hukuksuzlukların sembol davası olarak yakında hukuk fakültelerinde ders konusu olarak okutulacağına hiçbir şüphemiz yok.

Cumhuriyet tarihinde de siyasi davalar hiç eksik olmamıştır. Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Adnan Adıvar, Rauf Orbay gibi Kurtuluş savaşının önde gelen isimlerinin yargılandığı İzmir Süikast Girişimi Davası, Adnan Menderes Davası, Necip Fazıl Kısakürek’in Sümerbank’a hakaret davası, 1971 ve 1980 darbesi sonrasındaki davalar, 28 şubat sürecindeki Salih Mirzabeyoğlu davası, GK Başkanı İlker Başbuğ’un da yargılandığı Ergenekon davaları bunlardan birkaç örnektir.

Bu gün 15 Temmuz darbe girişimi nedeni ile açılan “çatı davası” yargılamasının ilk duruşması yapıldı. İddianamede Akın Öztürk dahil yüzlerce sanığa binlerce yıl mahkumiyet cezası istenmektedir. Yukarıda zikredilen siyasi davalar da olduğu gibi bu gün binlerce yıl hapis cezası istenen sanıkların yarın kahraman olmayacağını Türkiye’de kim garanti edebilir? Konjonktürün değişmesi ile sanıklara atfedilen sıfatların değişmesi istenmiyor ise yargılamanın siyasetin güdümünde değil hukukun prensipleri ışığında yapılması gerekir.  Yani hukuk hakikatin tarafında yer alarak tarafsız işletilmeli ki hangi konjonktürde verilirse verilsin mahkeme kararları her dönem için tartışmasız geçerli olsun.

Adalet “herkese hak ettiğini vermek” ise ne eksik ne fazla o zaman hukuk herkese aynı seviyede hak ettiğine nazaran yanaşsın ki “herkes için adalet” söz olmaktan çıkıp yaşanan bir gerçeklik halinde toplumun gündemine otursun.  Mahkemelerin verdiği kararlar karşısında sanık da mağdur da aynı derecede vicdanen müsterih olsun.

Hukuku doğrudan ilgilendiren ve Ankara’nın sokaklarında kendini gösteren darbe davalarına paralel devam eden, KHK ile kamu görevinden ihraç edilenlerin verdiği mücadelelerde kamuoyu gündemini işgal etmektedir.

Eğitimci Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın başlattığı açlık grevi bunlardan biridir. TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi Said Yüce başlatılan açlık grevi ile ilgili “Açlık grevi dinimize uygun değil” açıklamasında bulunmuştur. İşine geldiğinde laikliğe, işine geldiğinde dine vurgu yapan politikacılara şimdilik sadece şunu sormak gerek; Açlık grevi uygun değil de, bırakın yargılamayı, savunma hakkı bile vermeden cezalandırmak dinimize uygun mudur? Ya da siz hangi dindensiniz?

Av. Mehmet TIĞLI

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: