KELÂMIN ANLAMSIZLAŞMASI VE SORUMLULUĞU 2 MİZAH VE ŞAKA

.

KELAMIN ANLAMSIZLAŞMASI VE SORUMLULUĞU 2

MİZAH VE ŞAKA

.

.

Günümüzde Mizah ve Şaka

     

Günümüzde mutluluk devamlı kahkaha atmak olarak kabul görüyor. “Ne kadar çok kahkaha atıyorsa o kadar mutlu insan” anlayışı toplum genelinde kabul edilmiş durumda. Gülmenin amaç haline getirildiği; insan şahsiyeti’nin ve manevi değerlerin önemsenmediği gibi, yalan ve hayâsızlık mizah sayılmaktadır.

Üstad (espiri) “Nükte yolunu kaybettiği zaman nereye kadar düşebileceğine en parlak mesaj bizim fikir ve sanat Dünyamızdır. politika alemi de bu dünyanın içinde” der.  Ve şöyle devam eder;

“Tek başına nükte, başıboş nükte her hadisede biri püf noktası arayan Nükte Kuru ve Sefil mantığın kuru ve sefil aldatıcı ve sahte dış nispetlerden faydalanarak ve birtakım istismar oyunlarına girişerek derin ve köklü hakikati katletmesi şeklinde tecelli eden dikte fikir yoksulluğumuzun vahşice varlık alametidir” der. Ve günün espiri anlayışına vurgu yaparak devamla şunları söyler:

“Günün nükte  hastalığı hak veya batıl, her türlü tefekkür çilesine düşman öyle bir suikastçıtır ki, hemen her şahsın cebine yerleştirdiği miskin kestane fişekleriyle, nerede bir fikir örgüsü bulursa onu delmek, yırtmak, patlatmaktan başka heves gütmez”

“İlim, fen, sanat siyaset daha bilmem ne adamlarımız, mesleklerinde, emek ve çile isteyen kitaplık cehd sahibi olmak yerine, tembellik ve çürüklükten başka sermayesi olmayan kelimelik ve cümlelik nükte perendecileridir. Onun içindir ki ortalık hangi cepheden bakılsa sayısız mimari çizgileri arz eden hakikatin lif lif arayıcıları ve dokuyucularıyla değil, her gerçeği bir sapan taşına kurban edici ve her davayı el çabukluğuna getirici tekerleme hokkabazlarıyla doludur.”

Üstad Çerçeveler1 kitabında fikir yoksunu çilesiz gamsız ruhların hakikatleri sahte nisbetlerle vahşice katlettiklerini çerçeveleyerek baş tacı edilecek nükte’nin (espirinin) nasılını da şöyle çerçeveler:

“Hak ve Hakikat kutbuna bağlı bir mizacın, arada bir, biber ve hardal gibi nadir bir lezzet kaygısıyla yerli yerine oturtacağı, sınır tanıyan nükteler başımızın tacıdır. Fakat nükte hastaları, biber ve hardal nevinden şeyleri, hem de taklidi ve adisiyle, fikir yemeği içinde değil, yemek yerine, tencere ve karavana ile önümüze süren kalpazanlar dir.” diye ifade ettiği tiplerin günümüzde çoğalmaları ve bu tiplerin tahkir ve istihzaya kaçarak ortalıkta dolaşmaları, Hak ve Hakikat kutbuna bağlı herkesi rahatsız edecek seviyede maalesef.

Tahkir Takdir İstihza

Tahkir : Onura dokunma, onur kırma, aşağılama.

Takdir : Bir çalışmayı, bir işi, bir davranışı beğendiğinde bunu açıkça belirtme, bir kimseye değer verme.

İstihza : Alay

Şakaları şaka olmaktan çıkaran bir çok husus vardır. Şaka ile alay arasındaki farkı bilmeyen kişilerin “şaka yapıyorum” diyerek muhâtapla alay edip onu tahkir etmesi de “şaka” diye en çok yapılan yanlışlardan biridir.

İslâmî kaynak kitaplarda şaka anlamında “hezl”, “mizah”, “lâtife” ve “nükte” kelimeleri geçmektedir. Kur’ân’ı Kerim’in bir ayetinde “hezl” kelimesi “şaka” (boş söz) anlamında kullanılmıştır. Hadislerde de aynı anlamda “hezl” ve mizah kelimeleri geçmektedir. Müslümanların birbirleriyle “istihza” maksadı taşıyan şakalar yapması haramdır. Kur’an-ı Kerim’in dilinde “istihza” mânâsında “suhriyye” diye de adlandırılmiştır. Suhriyye, “insanları güldürecek şekilde, birinin kusur ve noksanlarına dokunmaktır.’’ O kişinin işini, sözünü, hikâye, ima veya taklit suretiyle de olsa  Hucûrât Suresinin 11. ayetinde Müslümanların bu şekilde birbirlerini alaya almaması emredilmiştir.

Mizah yoluyla “istihza” mânâsına gelen “suhriyye” kelimesinde “öfkelendirecek seviyede tahrik” mânâsı vardır. Bu nedenle Peygamberimiz s.a.v. bu şekilde, “(Mümin) kardeşinle münakaşa ve şaka etme.” buyurmuştur. Hadis-i şerifte şakanın münakaşa ile birlikte zikredilmesi ve yasaklanması düşmanlığa yol açması sebebiyledir. Hadısde geçen şaka (mizah) ile kastedilenin “suhriyye” olduğu yorumu yapılmıştır.

Üstad İstihza bahsinde; “zekâ, ilahi nimetlerin en büyüklerinden biri. İlk insanlardan beri zekâya kötü ve lüzumsuz bir şey gözüyle bakan kimse çıkmadı. Onu, bütün devirler boyunca bütün insanlık ister, sever ve beğenir. Ala”

“Zekâ her işte olduğu gibi belki istihzada da vardır. Belki birkaç kuvvetli kalem bunun şuur ve misalini de vermiştir. Fakat ne yapalım ki, bu hadise de ayağa düşer ve ebedi istismara yol açar. Böylece zekâ, ismine Latife dediğimiz incelikte, istihza dediğimiz kabalık arasında, her istikamete çekilmesi mümkün bir ok gibi şaşırır, kalır.”

“İstihzayı zekânın su içtiği tek Çeşme sananlar, bu Çeşme’deki musluğun kaç türlü çevirici olduğunu, her çevirişte nasıl bir kıvam teşekkül ettiğini, her kıvamının kaç mânâ taşıdıklarını bilmedikleri için, bu musluğu bir hamal gibi açarlar ve bir hamal gibi alay ederler. Neticede bu hareket, belli başlı bir fikir ve duyguya sahip bir ruhun
gizlendiği kıymet hükmünü, onun peçeli sistemini ilk kareden zarafetli bir oyun olmaktan çıkar. Her moda şey gibi, kolaylığa, kabalığı, ve bayağılığa, fenalığa kaçar.”
Diyerek çerçeveledikten sonra üstad; “Bizim istihzamız da bu soydandır ve ismi zekâdır!” diyerek şöyle devam eder.

“Onun içindir ki, bizde arkadaşını en iyi tahlil eden, onunla en iyi alay edendir sanılmıştır. Ve yine onun içindir ki, bütün fikir ve sanat piyasamız, kabuslarda bile rastlanmaz cehennem tasvirleri ile dolu bir resim sergisi dir.”

“Çekirge vücudu üzerinde at kafası taşıyan romancılar… Semiz bir domuz gibi, burnu yerde, süprüntüleri bile karnına çekercesine dolaşan şairler… Akşam üstü bilmem hangi pastahanede bir kurabiye yedikten sonra, sabahleyin, müthiş bir sefahat yaptığını ilan eden mütefekkirler… Frank giymiş tahta kurularından benzeyen alimler.” dedikten sonra en kısa ifadeyle üstad;

“İstihza, iman eksikliğinin en şaşmaz delilidir.” der.

İstihza, tahkir, takdir meselesini daha iyi pekiştirmemiz açısından bir örnekte  İran’ın büyük şairlerinden Sadi-i Şirazî’den verelim;

“Sadi-i Şirazî Mevlâna Celâleddin-i Rumî’yi ziyâret etmiş ve yazdığı “Gülistan” adlı kitabını da takdim etmiş. Mevlâna kitabı okuduktan sonra, Sadi merakla “Nasıl buldunuz?” diye sormuş. Mevlâna tebessüm ederek “Bînemek” yani “Tuzsuz” demiş. Böyle bir karşılığı beklemeyen Sadi bocalamış, şaşırmış, üzülmüş. Mevlâna “Helvaest” yani “Helva gibi” diyerek sözünü tamamlamış. Bu söz Sadi’nin memnuniyetine ve tebessüm etmesine sebep olmuş.”

Mevlâna’nın “tuzsuz” ifâdesi tahkir üslubundadır. Fakat ikinci “helva gibi” ifâdesi bir takdirdir ve “tuzsuz” sözünün “latife” olarak söylendiğinin delilidir.

Sözün sorumluluğu bahsi içinde olan İslâm ahlâkının ölçülerini zedeleyici ve haddi aşıcı “şaka”ları ve “ölçü”lerimize  kaynaklardan devam edelim.

 Latifede muhâtabı rencide etmemek, memnun etmek, tebessüm ettirmek ön plana çıkar. İçinde istihza, tahkir, yalan, korkutma vs olmayan şakalar-latifeler dostlukları pekiştirir. Birliği, dostlukları, arkadaşlıkları bozan istihzanın kaynağı olan gurur, kibir Allah ve Resulü tarafından yasaklanmış, haram kılınmıştır.

Bu konuda Allah Hucûrat Sûresi’nin 11. âyetinde şöyle buyrur;

 

“Ey îman edenler! Bir topluluk başka bir toplulukla alay etmesin, belki de onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Birbirinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir isimdir. (Bu tür fiillerden) tevbe etmeyenler, işte onlar zâlimlerdir.”

 

Hümeze suresinin bir ve ikinci ayatlerinde ise, Allah şöyle buyuruyor:

“İnsanları arkadan çekiştirip, kaş göz hareketleriyle alay edenlerin (hümeze ve lümezenin) vay hâline!”

Peygamberimiz s.a.v., aradaki ihtilaf veya rekabet ne kadar derin olursa olsun, Müslümanların birbiri aleyhine İstihza yapmasını men etmiştir. Şaka-latife ve istihza arasındaki farka bir de Peygamberimiz  ve sahabeleri arasında geçen bir hadiseyle bakalım;

Bedevinin biri huysuz bir deve üzerinde iken Resul-i Ekrem s.a.v.’e dönerek selâm verir, bir şey sormak için Efendimiz s.a.v.’e yaklaşmak ister. Fakat deve aksi istikamette gider. Bedevi deveye, sert davranınca deve iyice huysuzlanır. Bedevinin peygambere her yaklaşma denemesi başarısız olur.

Bu sırada sahabeden bir grup olayı kendi aralarında gülüşerek seyretmektedirler. Deveyle başa çıkamayan bedevi sonun da uzaklaşır, gider. Kısa bir zaman sonra devenin adamı üzerinden attığı ve boynunu ısırarak öldürdüğü haberi Peygamber s.a.v. ulaştırılınca önceki manzaraya gülenlere dönerek;

“Evet, sizin ağzınız da onun kanıyla doldu.” der.

Bu konuda (İstihza) Peygamberimiz (sav)’in bazı hadisleri de şöyle:

 

“(Mahşerde) insanlarla alay eden şahsa cennetin bir kapısı açılır ve ona “Buraya gel!” denilir. Üzüntü ve gamla o kapıya gelir. Geldiği vakit kapı onun yüzüne kapatılır. Sonra ona başka bir kapı açılır ve “Buraya gel!” denilir. Yine üzüntü ve gamla o kapıya gider, kapıya yaklaştığı anda kapı yüzüne kapatılır. Bu hâl devamlı tekrarlanır. Hatta ona bir kapı (gerçekten) açılır ve “Buraya, buraya!” denilir, fakat o (ümidini kestiğinden) kapıya gitmez.” (Kenzü’l-Ummal, 8328)

“Miraca çıkarıldığımda, ateşten makaslarla derileri kesilen erkeklere rastladım. Bunlar kimlerdir yâ Cebrail?” dedim. Bunlar zina için süslenenlerdir” dedi. Sonra bir pislik çukuruna rastladım çok pis kokuyordu. Oradan acı acı bağırmalar işittim. “Bunlar kimlerdir? Yâ Cebrail!” dediğimde “Bunlar zina için süslenen ve onlara helal olmayanı yapan kadınlardır” dedi. Daha sonra memelerinden asılan bir gurup kadınlara ve erkeklere rastladım. “Bunlar kimlerdir ey Cebrail?” deyince de “Bunlar kaş ve gözleriyle işâret ederek insanlarla alay ve gıybet edenlerdir.” dedi. Bu Allah (cc)’ın “Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı (el, kaş, göz işâretleriyle) alay etmeyi ve ayıplamayı âdet edinenlerin vay hâline.”(Kenzü’l-Ummal, 8328) bildirilmiştir.

Düşmana İstihza Yapılır mı?

Allah İslâm Milletini kendi aralarında istihza yapmayı yasaklarken zalimin zelil olması, komik duruma düşmesi durumunda  ise Müslümanların sevinip gülmesini mübah kılmıştır.

Uhut’ta müslümanlara çok zayiat verdiren zorlu bir kâfirin, Sa’d b. Ebî Vakkas r.a.’ın okuyla vurulduğunda avret yerinin açılarak düşmesi, Peygamber s.a.v.’i güldürmüştür.

Yine Müzdelife’de ümmetinin affedilmesi niyazı müstecab olunca Efendimiz s.a.v.’in mübarek yüzüne belirgin bir gülümseme yayılmış, sebebi sorulduğunda, “şeytanın dövünmesini gördüğünü” ifade etmiştir. Bu ve benzeri bir çok hadisten anlaşılacağına göre,  kâfirin-düşmanın, zalimin zelil olması, komik duruma düşmesi durumunda sevinip gülmek müslümanlara mübahtır.

Peygamberimizin (s.a.v) ashabına latife  yaptığına dair  birçok  rivayet vardır. Bu da, içinde yalan ve korkutma olmayan ve haram da olmayan mizahın mubah olduğunu göstermektedir. Peygamberimizin (s.a.v) latifesi boşuna oyalanma ya da sadece eğlence için değildi. Aksine ashabını terbiye etmenin bir yoluydu..

Terbiye Maksadı İle Mizah

Havvat b. Cübeyr el-Ensari, Mekke yolunda Benî Ka’b kabilesinin kadınlarıyla otururken Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) çıkageldi ve şöyle dedi: “Ey Ebu Abdullah! Kadınlarla işin ne?” Bunun üzerine o dedi ki: “Bu kadınlar benim serkeş devem için bir ip örüyorlar da onun için yanlarında oturuyorum.” Bu sözden sonra Resulullah, (sallallahu aleyhi ve sellem) ihtiyacı için dışarı gitti. Sonra döndü ve şöyle dedi: “Ey Ebu Abdullah! O deve hâlâ serkeşliği bırakmamış mı?” Havvat dedi ki: “Sustum ve utandım. Bundan sonra Peygamber’i her gördüğümde utancımdan kaçıyordum. Sonra Medine’ye geldik. Bir gün camide namaz kılarken beni gördü. Yanıma oturdu, ben de namazı uzattım. Bana: “Uzatma! Seni bekliyorum” dedi. Selam verdiğim zaman şöyle dedi: “Ey Ebu Abdullah! Acaba o deve daha serkeşliği bırakmamış mı?” Bunun üzerine susup utandım. Peygamber gitti. Peygamberden kaçıyordum. Ta ki bir gün bana yetişti. Bir merkebe binmiş, iki ayağını bir tarafa sarkıtmıştı. Bana şöyle dedi: “Ey Ebu Abdullah! O deve hâlâ serkeşliği bırakmamış mı?” Dedim ki: ‘Seni Hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim. O deve, Müslüman olduğumdan bu yana serkeşlik yapmamıştır!’ Bunun üzerine şöyle dedi: “Allahu Ekber! Allahu Ekber! Ey Allah’ım! Ebu Abdullah’a hidayet et!” Râvi şöyle demiştir: “(Bu duadan sonra) Ebu Abdullah’ın İslâm’ı güzelleşti ve Allah ona hidayet etti.”

Sınırları aşmamak, şartıyla arada sırada şaka yapmak müstehaptır. Az ve yerinde olan latifeyi Peygamber Efendimiz de tasvip etmişlerdir. Ancak, şakaların devamlı yapılmasından sakınmak gerekir. Hz. Peygamber (s.a.s) ve ashabının yaptığı şakalar, kırıcı ve yalan cinsinden olmayan şakalardı.

Şakacı-latifeci Sahâbe`lerden biri olan  Nüeyman El-Ensarî (r.a)ın  Peygamberimiz s.a.v şakasıyla konumuzu bitirelim.

Nüeyman (r.a) şakacı bir kimseydi. Medine`ye tâze meyve ve süt gelince hemen onlardan alıp Resûlüllah`a getirerek “Ey Allahın Resûlü, bunu senin için satın aldım ve sana hediye ettim” derdi. Birkaç gün sonra malın sahibi Nüeyman`dan malının bedelini istediği zaman, o kişiyi Resûlüllah`a getirip: “Ey Allah`ın Resûlü, şu adamcağızın mallarının bedelini versene” derdi. Resûlüllah da “Ey Nüeyman, sen onu bize hediye etmedin mi?” diye sorduklarında, Nüeyman: “Ya Resûlüllah, alırken onun parası yanımda yoktu. Senin de ondan yemeni istiyordum, onun için alıp getirdim” deyince, Rasûlüllah güler ve parasını verirdi .

Cüneyd Kara

Kaynak: ÇERÇEVELER 1 / S. 14-15-16-17

KÜTÜB-İ SİTTE

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et