ÂŞIK – ŞAİR – SAVAŞÇI – 2

ÂŞIK – ŞAİR – SAVAŞÇI – 2.ÂŞIK – ŞAİR – SAVAŞÇI – 2

Burhan Halit KOŞAN

.

.

AŞK, TECELLİ ÖLÇÜSÜNDE, TECELLİ İSE MARİFET ÖLÇÜSÜNDEDİR!

Türk kiliminin nakışı, Endülüs’ün incisi Muhiddin-i ARABÎ, böyle buyurdu. Kalbimize közü, gönlümüze ateşi ve ruhumuza sancısı düştü. Sütten ak, kara kovan balından tatlı, akarsulardan berrak ve çoban yıldızından parlak bu sözü pusulamız oldu.

Bahtımıza düştü; iplik iplik dikmek, ilmek ilmek dokumak, sicim sicim işlemek ve aheste aheste yürümek… Bu yürüyüşte, Adımlar  şahidimiz, saf yürekler yârenimiz, pak gönüller sırdaşımız, Ashabı Kehf’in bereketi bizimle olsun. Bizimle olsun çehresi Türkistan, ay yüzlü mavera dede…

Gülsuyu ile aşk duygusunu meleklere değil, hazreti insanın balçığına döktüler. Toprakları zemzem ile yıkanan, balçıkları gül suyuyla yoğrulan ve kalpleri aşk üzerine inşa edilen seçkin insanların, tek kanunu ve biricik yasaları vardır; Müessir Eser / Hakikati Ferdîyye / Allah Resûlü’nün ayak izlerinde, iz iz, adım adım, ardı sıra yürümektir.

Erdemliler kervanının, yaşayan remz-mihrak şahsiyeti, Bilge Kumandanım Salih MİRZABEYOĞLU ile alâkalı satırlara başlamadan önce hakikat lokması (iman, ilim, irfan, hakikat, marifet, hikmet, ahlâk, idrak) ile rızıklanan, ruh kumaşları seçkin, vahdaniyet odaklı öncüllerin; âşık-şair-savaşçılarını yâd edelim.

Selâm! Allah’ın seçtiği, aziz Türk milletinin kutlu Başbuğu Bilge Kağan’a.

Merhaba! Merhaba! Museviliğin hikmet ehli çocuğu, muzdarip Adonya.

Selâm; çokça tebessüm eden Meryem oğlu Jesus/İsa (a.s), çok ağlayan Yahya (a.s) ve kıvırcık saçlı Musa (a.s) ile olsun.

Selâm, İseviliğin gökteki yıldızı balıkçı Petrus, yurtsever Simun ve aynı toprakların çocuğu olmaktan gurur duyduğum Bartelemi ile olsun.

Sizinle olsun selâm!

İsevîliğin reşat altını, Ashabı Kehf’in bilge azizleri…

Selâm, “Emaneti ehline veriniz!” ayetinin inmesine vesile olan Türk sahabe Talha (r.a.), İtalyanların seyyah çocuğu sahabe Şuayip (r.a),  İslâm tarihinin ilk gerilla savaşını başlatan sahabe Ebu Basir (r.a.) ve Tabiinden Ermeni ekalliyetinden, Sancaktar Vartan ve Doktriner İslâm / Ehli Sünnet’in itikat esaslarını sistemleştiren Semerkant’ın Türk Çocuğu İmam Maturidî ile sonsuzluk kervanına perçinli Salih MİRZABEYOĞLU ile olsun.

Eşyanın yaratıldığı ilk andan itibaren tüm kutlu kişiler onurlarıyla, haysiyetleriyle ve mümtaz şahsiyetleri ile temeyyüz ettiler. Tarih disiplininden ve şifahi kaynaklardan öğrendiğimiz uslanmayan, eğilmeyen bükülmeyen, kırılmayan ve taviz vermeyen erdemliler kervanı / sonsuzluk kervanının kutlu öncülerine karşı sürçü lisân ettik ise af ola.

Üstadımızın, Sonsuzluk Kervanı şiirindeki muradıyla mutabık olma hassasiyetimiz ve çağlar üstü anlayışla vahdaniyet üzere yürüyenleri zikretmemizi fark edenlerin; MİRZABEYOĞLU’nun tarihî derinliği ve coğrafî genişliğini de işte bu, sonsuzluk kervanı / erdemliler kervanına perçinli bir bakış, bitişik bir anlayışla idrak etmeleri gerektiğini altını ve üstünü çizerek belirtmeliyim.

Tarihte, vakanüvislerce altın varak ile yazılan binlerce aziz / alperen / gönüldaş kaydı var iken, biz ancak bir kaçına değinebildik. Doğu’nun ve Batı’nın çift yürekli cengâveri, hayatıyla ve yaşamıyla ölümsüzler kervanına katılmaktan zerre kaçınmayan, Âşık-Şair-Savaşçıların son fedaîsi, kutlu yolun şahidi, çağımızın tanığını dillendirmeye başlamadan önce müsaadenizle kısa bir lahza mola verelim ve Arif NAZIM beyin seslendirdiği “Kimsesizim, gözlerini getir öleyim” dinletisi eşliğinde, kaşık sallayalım çorbamıza.

Hacı Bektaşi Velî, Mevlâna Hazretleri’ne iletilmek üzere müridini gönderir ve der ki: “Hakikati bulduysan ne diye bağırıyorsun?”

Mevlâna ise Hacı Bektaşi veliye iletilmek üzere der ki: “Hakikati bulduysan ne diye bağırmazsın?”

Evet, “yarın değil hemen şimdi” prensibimizle, rahman sofrasının yemişlerini hikmet ile dillendiren, bereketli mahsulünü yoksullarla paylaşan ve “iki nefes arası gaflette olmayın” (1)  şiarıyla, hayatı ölüme giden bir yol olarak değil, ölümü hayata giden bir yol olarak yaşayan şahit, Yürüyen Şehit Kumandan MİRZABEYOĞLU aynasında, inşallah kendimizi görebiliriz.

Erdemliler kervanının, yaşayan remz şahsiyeti Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU’nun, maddede ve mânâda, Müessir Eser / Hakikati Ferdîye / Allah Resûlü’nün ayak izlerinde, iz iz, adım adım, ardı sıra yürüyüşünde, hangi kimliği ile başlayacağımın şaşkınlığını yaşıyorum. Kronolojik vatandaş kimliği, tefekkür kimliği, bilge kimliği, muzdarip kimliği, entelektüel kimliği, aydın kimliği, mazlum kimliği, irfan ve hikmet kimliği, şair kimliği, savaşçı kimliği, ressam kimliği ile hepsinden kıymetlisi; VARİS kimliği arasında med-cezir yaşıyorum. GÖKKUŞAĞI HANGİ RENGE HAPSEDİLEBİLİR Kİ?

Biz, Allah ve Resûlü’ne adanmışlığında aşkını,  irfan yemişi hikmetleri ile zarif ve kibar diyalektiğinde şair naifliğini, aziz Türk milletinin hürriyeti, ümmetin özgürlüğü ile vicdan sahibi Batı’yı, batılı, insanları imâna davet eden kutlu mücadelesindeki savaşçı kimliğini aksettiren ruh kumaşı üzerinden anlamaya/anlatmaya ceht edelim/çaba gösterelim.

Ruh kumaşı seçkin olanlar, sadece ve sadece ekmekle değil, Allah’ın her sözüyle yaşar. Mütefekkir MİRZABEYOĞLU’ ise, Allah’a inanmanın hakikati, Allah sevgilisi’ne imanla mümkün” (2) demektedir. Bu şiarıyla; Allah’ın sözleri ve Allah’ın yürüyen Kur’ân’ı, konuşan kelimesi, ete kemiğe bürünen sözü ve canlı ayeti olan Allah Resulü’nün  Ahlâkî tavrı, edası, bakışı, üslubu, nezaketi ve zarafeti, kısaca Allah Resûlü’nden tezahür eden güzel, iyi, doğru ile birlikte yaşadığını fark edelim. Allah aşkına!

Aynı düzlemde yürüyüşümüze devam edecek olursak karşımıza şu çıkar. Müessir eser/Hakikat-i Ferdiyye/ Allah Resulü’ne pazarlığı olmayan bir coşkunlukla bağlı olan MİRZABEYOĞLU ‘’Biricik taktik ve diyalektik olarak, Allah ve Resûlü’ne hakikat dedikleri mevhumelerden değil, bizzat hakikati Allah ve Resulünün emirleri terazisinde tartanlardan olacaksın’’ (3) şiarıyla; sadece insanî davranışları değil, disiplin dalı edebiyat, kimya, riyaziye/matematik ve benzeri branş/alanlarda da işi nereye bağlamamız gerektiğini göstermektedir. İnsanî verim şubelerinin ürün ve mahsullerinin bizzat Allah ve Resulü’nün terazisinde ölçülüp, biçilip, muhasebesi yapılıp, hesabı verildikten sonra, kıymete haiz olabileceğini söylemek, elbette ki, pazarlıksız Allah ve Resulü’ne bağlı, berraklaşan bir kalbin yansımalarıdır.

Bizler, elbette ki renk körü,sezgi özürlü, ayarı oynanmış hassas duygular ve bulanık akıl ile değil, çağının mihrak noktasını bulmanın getirdiği teslimiyet ve sol tarafı hırpalanan yoksul bir Türk dervişinin hassasiyet ölçülerinde hareket ediyoruz.

‘’Şiir idraki kuran idrakidir’’ (4) sözüyle kelimeler izdivacı olan kafiyeli söz dizisinin ötesinde; Allah Resulü’nün şairlerinden, Hassan bin Sabit (r.a.)’in ayak izlerini takip eden iman cevherini görmeliyiz. Bu minvalde, bizlerin de giymeye mecbur olduğumuz elbiseyi, bürünmeye mahkûm olduğumuz vasıfları, göstermemiz gereken zarafetin, Kuran idrakiyle mutabık yürüyen şiir bütünlüğünde olması gerektiğinin ihtarı  elbette!

Mütefekkir Salih MİRZABEYOĞLU’ nun, gül goncası şiir dizelerinin arka planında, maziyi anlatan bilgiyi, yarını inşâ edici satırlarını, insanı hayrete düşüren hikmetlerini heceleyebiliriz. Şiirlerinde hayretin marifete, marifetin irfana, irfanın hikmete, hikmetin hakikate, hakikatin bilgiye, bilginin kitaba,kitabın hayretle bezeli yansımasıdır.Göz kamaştırıcı bir mânâ derinliği ve muhteva bütünlüğünün kuşattığı dizelerinde, harflerin hat sanatına dönüşünü ve kelimelerin kaligrafi ritmiyle dans edişini seyredebiliriz.

Allah’a karşı suç nedir bilir misiniz? Kutsiyi görüp de tanımazlıktan gelmektir, ona gülüp geçmektir. İşte bu, merhameti ayaklar altında çiğnemektir.

 Bu soruyu ve cevabı niye yazdım? Unutmamak lazım ki, ilahi vahiy/ayet ile beşeri geleneklerde saklı hikmetler de rahmettir, buna da merhamet derler. Azizler, veliler, muttakiler, bilgeler, muzdaripler de toplumlar için rahmettir. Şiirleri ile Allah Resulü’nün “kapısının süpürücüsü” olan Mütefekkir Salih MİRZABEYOĞLU ise Anadolu için rahmettir.

Unutmayalım ki, toplum için rahmet mânâsına gelen ve milletin nefes alma borusu olan şahsiyet yoksa, varlığıyla topluma hayat vermiyorsa, toplum fosilleşir ve atmosfer zehirlenir. Dünyevî alış-veriş matrisinde şekillenebilenin çok üstünde derin ve küresel/evrensel bir sorumluluğun faili olan Kumandan MİRZABEYOĞLU,  hükümet/hükümetlerin/rejimin emriyle hareket eden, sahneye emzikle çıkan insan değildir.Allah için unutmayalım! Toplum için rahmet olan insanın kalbi, her yerdedir. Sonsuzluk kervanına perçinli, Türk milleti için rahmet olan Mütefekkir MİRZABEYOĞLU’ nun belirttiği toprak üstü keyfiyette bu değil midir?     

Sonsuzluk Kervanı/Erdemliler Kervanı’nın kutlu yolcularına perçinli Kumandanın, savaşçı kimliği üzerine girizgâh yapmadan önce müsaadeniz ile son teneffüs molasını verelim.

Meryem oğlu Nasıralı İsa bir gün bir ifrite rast geldi. Dedi ki,’’ yedi yüz yaşındasın. Hala bir barınağın yok!’’ İfrit de cevap verdi,’’ Kaç günüm kaldı, bilmem ki, değer mi?’’ İsa tebessüm edip güldü ‘’Doğru’’ dedi ve selâm verip uzaklaştı.

Şimdi insan, günü kaç gün ki konutlansın! Burada anlatılmak istenen ebedi göçebelik, evsizlik, yurtsuzluk, köksüzlük olmayıp hayatın faniliği, dünyanın geçiciliğine göndermedir.

Adanmışlık sevdasıyla; Allah’ın hizmetkârı, şiirleri ile Allah Resulü’nün kapısının eşiğini süpüren; Şair MİRZABEYOĞLU elbette ki Sevr mağarasının gölgesinde açan kardelen olarak kaderinden kaçınamaz.

Fanilik ile ölümsüzlüğün savaştığı, Bedir’de başlayan mücadelenin bu çağda devam etmemesi düşünülebilir mi? Faniliği törpüleyen ve terkipleri ile olsun kavramlara getirdiği izahlar ile olsun batıya/batıla karşı; batmayan, yanmayan,kalıcı sabit adalar inşâ etti. Kalıcı ve sabit adalar inşâ eden Kumandan MİRZABEYOĞLU aynı zamanda “Sonsuzluk Kervanı”nın yolcularına has ve belirgin nişane olan; Ebedi ışığın gereği olarak, ölümsüzlüğün safında çarpışmaya ve mücadeleye devam etti/etmektedir. Mücadele sonuçta yenilgiler ve galibiyetler tarihçesinin adıdır. İlle de muzaffer olmayı gerektirmez ve ayrıca şunu bilmek gerekir ki, yenilgi izafidir. İmanımız ve tarih disiplini; ağlayanların güleceğini ve kendini büyük gören kibirlilerin alçalacağını söylemektedir. Agora, emniyet ve hapishanede; Rejimin, hiçbir ahlakî ölçüye uymayan işkencelerine ve kuduz saldırganlığına karşı, zikrin en yücesi, fikrin en büyüğü olan sonu dünyevî ölüm olacak şehadet taarruzlarıyla karşı koyma cesaretini gösteren, elbette ki kılıcın keskin kısmını öpen Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU’nun savaşçı kimliğinden başka kim olabilir ki?…

Gecesini, uykusuyla kısaltmayan ve gündüzünü, suçlara/günahlara bulandırıp karartmayan Kumandan MİRZABEYOĞLU; ‘’Benim işim, bir ağaçaltında yağmurun dinişini beklemektir. Sonra yoluma devam edeceğim’ buyuran Allah Resulünün istikametinde yürümesinin gereği;yerel çaşıt/ajan/hainlere karşı “DİK DURUŞUNA” ve küresel çetelere karşı mücadelesine/savaşına devam ediyor. Farkında mısın?

Not: Bu makaleyi Kumandanın ‘’Ahirette komşu olmayı dilediklerimden’’ iltifatına mazhar olan şehit Ünsal ZOR ve Matematiğin çılgın çocuğu şehit Cahit AYAZ Gönüldaşların aziz hatırasına ithaf ediyorum. 

Ek:1-2-3-4 / Eser: Necip Fazılla Başbaşa

                                             

 

 

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: