İslâma Muhatap Anlayışa Dair: 2 “PEYGAMBER’İN MEZHEBİ”
İslâma Muhatap Anlayışa Dair: 2
Selim Gürselgil
“PEYGAMBER’İN MEZHEBİ”
Şimdi böyle Sünnet ve Cemaat Ehli mensubu sıradan insanları apıştırmaya yönelik bir çaba da bu. Mezhepsiz tip çıkıyor sıradan müslümanın karşısına diyor ki:
– Peygamberin mezhebi neydi acaba?
Müslüman buna cevap veremeyecek ve mezhepsiz tip de çıkıp, “ya demek ki mezhepsiz olmak gerekiyormuş” diyecek ya.
Bize pek denk gelmiyor bunlar. Gelse, bizim gibi tipler onların laf ebeliklerini nasıl karşılayacaklarını bilir:
– Sen Peygamber misin lan geri zekâlı? Vahiy mi alıyorsun? Vahyin mezhebi mi olurmuş? Mezhep senin için! Şüpheye düşen, müphem hatırlayan, kıyas eden, zan ve tahmin yürütmek durumunda kalan sensin!
Ama biliyorum, anlamayacak. Bunların fabrikasyon olarak hepsi böyle geri zekâlı oluyor. En basit anlattığın bir şeyi bile anlamıyor. Bir karambolde birisi ona bir şey ittiriyor, o artık ömrübillah onun türküsünü söylüyor. Başka bir şey almıyor.
29 Ağustos 2012
“HAK DİNİN MEZHEBİ OLMAZ”
Bulanık suda balık avlamaya yeltenen tiplerin, “benim mezebim yok” diye yeni mezheb yapanların (Selefîlerin ve Edip Yüksel takımından reformistlerin) avlandığı, gençleri tuzaklarına düşürdüğü ve kötü emellerine âlet ettiği bir alan burası.
Mezheb insanî bir şey; zamanla ortaya çıkan bazı tereddüdler ve tartışmalar karşısında “asıl kaynağa nisbetle rey izhar etme” ihtiyacından doğmuştur.
İnsanlar arasında tartışmaların, görüş ayrılıklarının, farklı yorumların olmasının tabiîliğini anlayanlar, mezhebin doğuş zaruretini de anlarlar. Zirâ bu tartışmalar ve görüş ayrılıkları, hak mezhebler itibariyle, farz ve sünnet olmayan teferruata ve sonradan ortaya çıkan yeni meselelere ilişkindir.
29 Ağustos 2012
“HAZRET-İ M…….’İN MEZHEBSİZ OLMASI – I”
Ben yeni farkediyorum ama, bayağı şamatalı tartışmalar dönüyor bu alanda. Ben bunları daha önce görmediğim için, bir eksiklik duymalı mıyım? Yalnız şöyle bir tesellim var: Realitesi olmayan fikirlere “oyun” deriz. Oyun ise her yaşa göre değildir. Belli bir yaştan sonra oyun oynamak, insana eski eğlencesini vermemeye başlar. Ben de aranızda galiba biraz bu durumdayım.
Mezhebsizlik propagandası, özünde Selefî propagandasıdır. Zaten Selefî kavramı da bu fikirden doğmuştur. “Bizler mezhebsiziz, tıpkı selefler (ilkler) gibi; işte Peygamber, Sahabî, onlardan sonra gelenler gibi” derler. İslâm tarihinde İbn-i Teymiyye ve ondan sonra -kendisi inançsız olmasına rağmen- İbn-i Haldun, mezhebsizlik (selefîlik) propagandası yapanların en ünlüleridir. Modern çağda ise bu bir İngiliz buluşu ve Hilâfetin İngiliz oyuncağı yapılması adına İngiliz işgâli altındaki Mısır’da üretilmiş bir akımdır. Netice itibariyle bu da ayrı bir mezheb oluşturmuştur; mezhebsizlik mezhebi…
Dinî hükümlerle oturup kalkanların bir müddet sonra kendilerini müçtehid zannetmelerini ve önceki müçtehidleri beğenmeyip kendileri mezheb kurmak istemelerini anlarım: Fakat din düşmanlarına ve onlarla aynı yolun yolcusu İslamoğlu müridlerine bu işin neden bu kadar sempatik geldiğini, Selefîlerden rol çalmaya neden bu kadar meraklı olduklarını hiç anlamam. Sanırım, mezhebsizliğin argümanlarının kolay olmasından ve düşük zekâ seviyelerinde avlayıcı özelliğinin çok olmasındandır.
Şimdi burada problem şu mu:
– Allah Resûlü’nün ve Sahabîlerin mezhebi olmadığı halde sonradan neden mezhebler doğdu?
Şu âna kadar hiç kimsenin düşünemediği, bir tek İslamoğlu müridlerinin ve -bu mevzular açılınca hemen onlar arasına karışan- Edip Yüksel şakirdlerinin akıl erdirebildiği girift bilmece bu mu? Ondan kolay ne var: Bunun neden böyle olduğunu anlamak için, biraz İslâm tarihine bakmak, mezheblerin nasıl ve neden ortaya çıktıkları ve neden bir değil de birçok oldukları üzerine göz gezdirmek yeter de artardı. Kusura bakmayın, bunu söylemek zorundayım: Hayatımda bu kadar salakça ileri sürülmüş bir mesele duymadım daha!..
Yahu ayrılık hayatın tabiî yapısında vardır. Bugüne kadar ortaya çıkmış hangi fikir, üzerinden bir müddet geçince fraksiyonlara bölünmemiştir, çeşitli meseleler karşısında çeşitli yönlere dönmemiştir? Böyle bir şey olabilir mi? 1400 sene önce ortaya koyulmuş bir hakikatin tek bir çizgi halinde günümüze ulaşacağını, ondan başka hiçbir dal ve budak ayrılmayacağını düşünmekten daha saçma bir şey olabilir mi? Şurada bir olayı iki kişi seyretsin, ikisi de farklı anlatır. Kafanızda bir fikir tutup yolunuzda yürüyün, hiç olmazsa bir saat sonra onun yanında veya karşısında başka bir fikir oluştuğunu göreceksiniz.
Mezheblerin varlığından ve onların en başta değil de sonradan ortaya çıkmalarından daha tabiî, daha insanî, hayatın ve insanın yapısına daha uygun ne olabilir? Şurada mezhebleri reddeden mezhebsizler bile bin ayrı fraksiyona (mezhebe) bölünmüşler ve her nesilde bu fraksiyonlar ikiye katlanıyor. Demek ki, mezhebsizlik de bir mezheb ve “mezheplere hayır” sözü de her adımda yeni mezheblere ayrılma istidadı taşıyor!
O hâlde, mesele zaman içinde mezheblerin ortaya çıkmasında değildir; mesele, mezheplerin “asl’a uygunluğu“nun olup olmamasındadır. “Asl’a uygunluk” ise zandır, fikirdir, görüştür, içtihaddır. Başka türlü asl’a uygunluk olmaz. Bu itibarla, İslâm tarihine bakıldığında tüm mezheblerin doğuşunun başlıca iki saik etrafında olduğu görülür:
- Hak ve hakikat kaygısından doğan mezhebler (Sünnet ve Cemaat Ehli mezhepleri): Bunlar, Allah Resûlü‘nün hangi mevzuda ne dediğini ve ne yaptığını ince ince araştırmış, herbiri kendi usûllerine göre doğru ve yanlışı birbirinden ayırmış ve inanç ve ibadet esaslarını sistematik hale getirmişlerdir. Bugünün diliyle bunlara “ilmî mezhebler” denebilir.
- Hamasetten doğan mezhepler (Ehl-i Sünnet dışında kalanlar): Bunlar çeşitli siyasî kavgalardan, iktidar mücadelesinden ve İslâm’dan önceki eski dinlerinin esaslarını da İslâm’la beraber veya onun kılıfı içinde koruma içgüdüsünden doğmuşlardır. Kronolojik olarak da bazıları Ehl-i Sünnetten öncedirler. İşte Haricîler, şiiler, şii markası altında çeşitli eski dinlerden gelen esaslarını korumaya çalışan batınî akımlar, İslâmı felsefî metodla temellendirme dâvâsında Mutezile, daha sonra İslâmın özüne dönelim diyen (sanki başkaları bunu demeyi bilmiyormuş gibi) Selefîler, Vehhabîler vesaire, vesaire… Bunlar da “ütopik mezhebler“dir.
Görüldüğü gibi mezheblerin doğmamış olması (mezhebsizlik) gibi bir tercih hakkı sözkonusu değildir; çünkü hayatın getirdiği yeni meseleler karşısında birtakım tartışmalar ortaya çıkmıştır. İkincisi, hak mezhebler, herhangi bir siyasî veya hamasî etkiden bağımsız olarak, tamamen hak ve hakikat kaygısından, asl’a uygunluk kaygısından doğmuşlardır. Onların iktidarla birleşmesi çok sonraları, ancak Samanîler ve Gazneliler zamanında olmuştur.
Gerekirse ayrıntısına da girerim.
20 Mayıs 2013
“HAZRET-İ M…….’İN MEZHEBSİZ OLMASI – II”
Herhalde ben kendimi ifade edemiyorum. Yoksa bu kadar geri zekâlı burada toplanmış olamaz.
“Hayatın tabiî yapısında var” dedim, davarın teki oradan çıkmış “insanın doğasında varmış, he he” diye dilini çıkarıyor. Evlâdım, aynı şey mi bunlar? Siz nasıl anlayabiliyorsunuz, öyle anlatayım.
Şöyle yapalım: Ortaya bir “anayasa” koyulur. “Hayatın tabiî yapısı” içinde, anayasada açıkça öngörülmemiş çeşitli meseleler ortaya çıkar; veya olgular her zaman kurallara uymaz, çeşitli “içtihadlar”a, “açılımlar”a, “yorumlar”a ihtiyaç doğar. Bu da kaçınılmaz olarak “çeşitli” mezhebleri ortaya çıkarır. Yasa koyucu mezhebli olur mu, salak mısın sen? Mezheb uygulamada ortaya çıkar.
İslâm (Kitab ve Sünnet), evet Mutlak Fikir’dir ve kuşatıcıdır; fakat Mutlak Fikir’e bakış, daimâ “zan”dır. Kur’ân’da namaz kılmak emredilir, sünnette namaz tarif edilir. Ama namazdaki bir incelik, misal “iftitah tekbiri” sünnette mübhem (karaltılı) kalmıştır. Bu mübhemliğin aydınlatılması da, içtihaddır, zandır, mezhebtir. Mezheb, Kur’an hükümünü veya sünnet beyânını geçersiz kılmak değil, “onun mübhem noktaları üzerine içtihadda bulunmak“tır.
Bunda anlaşılmayacak bir şey var mı? Zaten, al bir namazı, bellidir: “Bu farz”, “bu sünnet”, “bu müstehab”, “bu mubah”… Öyle değil mi? Mezhebte aslolan “asl’a uygunluk”tur; Kur’ân ve sünnete uygunluktur. Bu uygunluğu muhafaza eden mezhebler “Hak mezhepler”dir; bu uygunluğu kaybeden mezhepler, “Bâtıl mezhepler”dir.
Bunda anlaşılmayacak bir şey var mı? Abdestin hangi hallerde bozulduğu Kur’an’da yazmaz. Sünnette ise belirtilen yerleri vardır, belirtilmeyen yerleri vardır. Misâl, Allah Resulü bir durumda abdest almıştır; acabâ kendisine kadın eli değdiği için mi abdest almıştır, vücudundan kan çıktığı için mi abdest almıştır? Bu mevzu içtihaddır, mezhebdir. İçtihad, abdesti kaldırıp yeni bir abdest getirmek değildir.
Bunda anlaşılmayacak bir şey var mı? Hak mezhebler, Kur’an, sünnet ve içtihadların sistematize edilmiş şeklidir. Bâtıl mezhebler, Kur’an ve sünnet kaygısı dışında çeşitli nisbetsiz yorumlardan ve çıkış noktalarından doğmuştur. Misâl, Emevîler demiş, “Savaşı biz kazandık, demek ki İlâhî rızâya uygundur”. Mutezile karşısına geçmiş, “Kul fiilini yaratır, Allah onun hakkında bir şey dilemez” demiş. Ehl-i Sünnet de her ikisinin karşısına geçmiş:
-“Ne senin dediğin, ne senin dediğin… Allah’ın rızâsı ayrı şeydir, kazâsı ayrı şeydir! Fiilî yaratan Allah’tır, kul onun yarattıkları arasında seçme yapabilir!“
Demiş. Ve bunu Kur’an ve Sünnet ölçüsüyle delillendirmiş. İşte Hak mezheb! Bunda anlaşılmayacak bir şey var mı?
20 Mayıs 2013