Mustafa Fişenkçi ile Hac Sohbeti -2-

Mustafa Fişenkçi ile Hac Sohbeti -2-

Mustafa Fişenkçi ile Hac Sohbeti -2-
“İki ibdacı’nın Kâbe’de buluşması..”

Sohbetimize kaldığımız yerden devam etmek üzere buluşup gönüldaşımız Aytekin Kılınç’ın evine geçtik. Kendisine evini bize açtığı ve nazik misafirperverliği için teşekkür ederiz.

Sayın Fişenkçi, ilk görüşmemizden sonra sizden aldığımız bilgiler doğrultusunda aydınlandığımızı düşünüyorum. Bugün farklı bir mekandayız. Sağolsun gönüldaşımızın evindeyiz. En son Tavaf ruhu ile alâkalı ile ilgili bize bilgiler vermiştiniz. Bu Tavaf ile ilgili bize anlatmak istediğiniz birşeyler daha var mı? Teknik bilgi olur, mânevi bilgi olur. Buyrun.

Öncelikle Aytekin gönüldaştan bahsettiniz de ismini zikretmediniz, ben etmiş olayım bu arada. Aytekin gönüldaştan Allah razı olsun. Evini ve bu röportajı burada gerçekleştirdiğimiz için. Allah ne muradı varsa versin.

Tavaf, Allah’ın Hac ile ilgili emirlerinden bir tanesidir. Dolayısıyla hacca giden veya umreye giden insanlar Kâbe etrafında yedi şavt yaparak bir Tavafı tamamlıyorlar. Bunun ruhunu anlayabilmek için bir anektod ile izâh etmeye çalışayım. Malûmunuz Osmanlı Kâbe’yi ve Mekke’yi korumak için bir Kale yaptırmıştır. Ecyad Kalesi isminde. Orada Osmanlı askerleri görev yapmaktaydı. Bir gün komutanlarından birisi askere diyor ki, “git çarşıdan, bizim kasaptan et al gel”. Asker emre uyarak kasaptan gidiyor eti alıyor, dönerken bakıyor ki Kâbe sakin, kalabalık değil. Diyor ki, “gelmişken bir Tavaf yapayım”. Eti sırtına bağlıyor ve Tavafını gerçekleştiriyor. Ondan sonra kaleye tekrar dönüyor. Eti pişirmeye çalışıyorlar. Ateşe atıyorlar, etin bir türlü piştiği yok. “Allah Allah” diyor komutan, askere soruyor; “Oğlum sen bunu her zaman aldığımız kasaptan mı aldın?”, “Evet efendim”. “Ya bu et niye bir türlü ateş yakmıyor, sen ne yaptın?” falan deyince askerin o zaman jeton düşüyor. “Tavaf yaptım efendim” diyor. Kumandan da öyle diyor; “Ölmüş bir hayvanın etini dahi yakmaktan hâyâ eden Allah, insanı hâyli hâyli yakmaz. Şimdi bu Tavafın ruhunu bu hikâyeden anlatabildiysem, anlayabildiyseniz, çok şey anlatıyor. Dolayısıyla Tavafı, yâni kelimeler ile anlatabileceğim, bilgi olarak da fazla bilgim yok ama kelimeler ile anlatabileceğim bir şeyi fazla yoktur. Çünkü bunu yaşamak lâzım, oradaki şeyi yaşamak lâzım. Teknik bilgilere gelecek olursak, ilk önceki röportajda bahsetmiştim. Tavafın başladığı yer Hacer-ül Esved. Fakat çok kalabalık olduğu için insanlar, kimi uzun kimi kısa insanlar. Hani Hacer-ül Esved’in tam hizasında bu iki eli havaya kaldırıp “Bismillahi Allah-u Ekber” diyerek Tavafa öyle başlanıyor. Daha sonra işte avucun içi öpülüyor. İnsanlar tam o hizaya gelip gelmediklerini anlayamayabilirler diye Suudlar bir teknik ek yapmışlar. Tam o Hacer-ül Esved’in geldiği hizânın karşısında bulunan binanın oraya yeşil ışıklar takmışlar. Eğer o kalabalıkta Hacer-ül Esved’in nerede olduğunu, varıldı mı, o hizâya gelindi mi gelinmedi mi diye anlayamayanlar, bu sefer dönüp o ışığa bakıyorlar. O ışığın hizasına geldilerse o ışıktan itibaren tavafa başlamış oluyorlar. Tavaf ile ilgili şu anda söyleyebileceklerim bunlar. Ama siz başka sualler iletirseniz ben o doğrultuda daha da açabilirim.

Müsadenizle şunu sormak istiyorum. Daha doğrusu benim de şahsen merak ettiğim bir konu. Umre zamanında bir boşluk olur ama, Hac mevsiminde mâhşeri bir kalabalık var. O kalabalıkta şavtları nasıl sayıyorsunuz? Yâni ağır bir ilerleyiş var. Neticesinde dua olsun hem de mânevi bir doluluk içerisinde yedi şavt yapıp tavafınızı gerçekleştirmek istiyorsunuz. Bu dönerken diyelim, daha doğrusu birinci, ikinci, üçüncü şavt derken bunu sayarak nasıl gerçekleştiriyorsunuz? Bunu başarabiliyor mu insanlar?

Şimdi burada tabi benim gözlemlediğim şeyler de vardı, benim yaptığım, uyguladığım bir metod da vardı. Birçok metodlar var. Bunlardan bir tanesi, orda herhangi bir tesbihâtı eline alıp, yedi tane sayıp, elinde hazır bulundurup. Her şavttan sonra bir tanesini azaltarak bu şekilde yapanlar oluyor. Benim yaptığım tavaf ise, her şavtın kendine has bir duası var. Yâni benim gittiğim grup tarafından öğrendiğim. Dolayısıyla her şavt bittiğinde ikinci bir şavtın duasını okuyorsun. Ve ben bu vesileyle, yedi tane dua ayrı ayrı olduğu için, yedisini bitirdiğimde tavafı bitirdiğimi anlıyorum. Yoksa dediğimiz gibi o hengâmede unutabiliyorsunuz, kaçıncı şavttayım, kaç oldu. Hatta bazen okumamıza rağmen, mesela Güven bey ile tavaf yaparken soruyorduk birbirimize “ya hocam kaçıncı şavttayız” diye. Ne zamanki Hacer-Üd Esved’e gelip bir diğerki duayı okuyunca o zaman anlıyorduk ki şu an beşinci veya altıncı  şavtı yapıyoruz gibi. Böyle imkânlar var. Unutmamak için bu şekilde de yapılabiliyor.

Tavaf gerçekleştikten sonra Tavaf olayı bitiyor mu yoksa daha yapılması gereken görevler varmı?

İki türlü şey var. Ya Umre yapmış oluyorsunuz Tavaf yaparken yada nâfile tavafı yapmış oluyorsunuz. Umre yaptığınız vakit ihrâmlı yapmanız gerekiyor. Yâni üzerinizdeki iki parça olan, üst ve altta beyaz olarak belirlenen giysi var, onunla tavaf yapıyorsunuz. Umre de tavaf bittikten sonra iki rekât Tavaf Namazı kılıyorsunuz. Allah Resûlü’nün s.a.v. sünneti üzerine. İlk Fatihâ’dan sonra “Kul yâ eyyühel kâfirûn” sûresi, ikincisinde de “İhlâs” sûresi okunarak iki rekât Tavaf namazı kılınıyor. Tavaf namazı bittikten sonra Zemzem suyu içmeniz gerekiyor. Yine Allah Resûlü’nün s.a.v. buyurduğu üzere, “Kılcal damarlarınız patlayıncaya kadar zemzem suyu içiniz” diye buyurmuşlar. Zemzem’in tabi ayrı bir özelliği var. Hangi niyetle içerseniz o mâkbûl olarak geçiyor. Zemzem suyunu içtikten sonra Safa ve Merve tepeleri arasında Say yapıyorsunuz. Say‘ı da bitirdikten sonra traş olup İhrâm’dan çıkıyorsunuz. Umre’nin şekli bu. Ama nâfile tavafı yaparken, yâni yedi şavtla tavafı tamamladıktan sonra sadece iki rekat tavaf namazı kılınıyor ve zemzem içiliyor. Bu vesileyle nafile tavafı tamamlanmış oluyor.

Umre’yi de, nâfileyi de anlattınız. Umre’yi de gerçekleştirdiniz tâbiî ki.

Elbette. İlk gider gitmez zaten ihrâmsız mikad bölgesine giremiyorsunuz. Yâni dışardan gelen herkes ihrâmlı olarak girmek mecburiyetinde. İhrâmlı girdiğiniz taktirde de biraz önce bahsettiğim Umre şartlarını yerine getirdikten sonra ancak ihrâmdan çıkabiliyorsunuz. Onun haricinde, eğer ki bir tanesini eksik yaparsanız ömür boyu, mesela diyelim ki ihrâmlıyken tavafı yaptınız, namazını da kıldınız, zemzemi de içtiniz ama Safa ile Merve arasında Say yapmadınız. O arada haber aldınız ve memleketinize geri dönmek zorunda kaldınız. Siz hâlâ ihrâmlısınız! Tek o vazifeyi yerine getirene kadar, tamamlayana kadar ihrâmlı sayılıyorsunuz. Dolayısıyla ihrâmlı yasaklar devam ediyor. Nedir bunlar? İşte küçük bir hayvanı dahi öldüremezsiniz, kötü bir söz söyleyemezsiniz, hanımınızla ilişkiye giremezsiniz gibi birçok şartlar var. Tabi bunların da ihlâli halinde kurban kesme, bir deve kesmeye kadar cezaları var. Bunları da yerine getirmek mecburiyetindesiniz. Aynı zamanda bu arada ihrâmlıyken bile bu hatalardan birisini yaptığınız taktirde cezalandırılıyorsunuz, cezaları var kendine göre. Şu an tabi hangisi nedir aklımda yoktur benim ama en önemli şeylerden bir tanesi, Haccın ve umrenin tamam olabilmesi için en büyük şartlardan birisi hanımına yaklaşmamak, bir, ikincisi de kötü söz söylememek, herhangi birisiyle kavga etmemek. En büyük şartlar bunlar. Bu ikisini koruduğunuz sürece inşallah Umreniz ve Haccınız veya tavafınız kabul olunur.

İlk röportajda da dediğiniz gibi “sabır sabır sabır”. Yâni büyük bir sabır gerektiren bir ibâdet.

Baştan sona. Orada Kâbe, Mekke sınırları içerisinde bulunduğunuz sürede tamamen sabır. Herşeyi ile. Oturmanız, kalkmanız, yürümeniz, konuşmanız.. Çünkü tavaf yaparken binlerce insanla aynı anda tavaf yapıyorsunuz. Kimi iteliyor, kimi çekiyor, kimi tekme atıyor, kimi dokunuyor, yâni o anda müthiş bir sabıra ihtiyâcınız var. Öbür taraftan şeytan dürtüyor. Orada şeytanın müthiş bir saldırısına uğruyorsunuz. Bunu çok açık ve net olarak söyleyebilirim. Sadece ben yaşadım diye söylemiyorum. Bütün hacılarla, kiminle konuştuysam hepsinin söylediği aynı şey. Şeytanın vesvesesi müthiş oluyor orada. Dolayısıyla bunların karşısında da müthiş bir şekilde sabırlı olmak gerekiyor. 

Bu bahsettiğim Mekke ve Kâbe’nin içerisinde Umre ve Nâfile ile alâkalı vazifelerdi. Ama bizim gitme sebebimiz, en büyük sebebimiz,  İslâm’ın şartlarından biri olan Hac vazifesini yerine getirmek. Dolayısıyla Haccın şartları daha farklı. Bu nasıl oluyor? Hac bölümüne geçeyim mi yoksa?

Eğer Kâbe’nin etrafında bizi bilgilendirmek istediğiniz daha meseleler varsa, onları da alalım sizden tabi.

Kâbe’nin etrafındaki bahsetmek istediğim tek şey daha var, o da şudur; Tavaf olayında, Kâbe’nin bulunduğu alanda tavaf yapabildiğimiz gibi, Suud yönetimi, üç kattan oluşan, yine tavaf yapabileceğiniz alanlar, binalar inşaa etmişler. Oralarda da tavaf yapabiliyorsunuz fakat buradaki tek fark şu oluyor; oralarda yaptığınız zaman aşağıdakinden farklı olarak iki nokta dört kilometre, bunu daha önce hocalarımız ölçmüşler, onlardan aldığım bilgi bu. Daha fazla yürümüş oluyorsunuz. Yâni şöyle izâh etmeye çalışayım, Kâbe’nin bulunduğu alanda bir tavaf yarım saat, kırkbeş dakika falan sürüyorsa, bu alanlar içerisinde tavaf yaptığınız zaman bir saat on beş dakika, bir buçuk saate kadar varabiliyor. Bunu sadece bir ek olarak söylemek istedim. Tabi Kâbe’nin içerisinde bulunan Hacer-Üd Esved’den hariç Hazreti İbrâhim’in a.s. mâkamı var. Mâkam-ı İbrâhim denilen yer var. Orada da Hz. İbrahim’in a.s., Kâbe’yi yaparken üzerine çıktığı taş ve o taşın üzerinde de Hz. İbrahim’in a.s. ayak izleri bulunmakta. Bu taş herhangi öyle bir taş değil. Mânevî bir güçle asansör vazifesini gören bir taş. Kâbe inşaa edilirken o taş havaya kalkıp sağa, sola hareket edebilen bir taş. Bu da aynı zamanda Kâbe’nin bulunduğu alanda mevcut. Orayı da ziyaret etme imkânı var. Bir de Kâbe’nin içerisi ile ilgili de bir kaç kelime anlatmaya çalışayım. Hz. Adem a.s., cennetteyken meleklerin Beytü’l-Ma’mûr’da tavaf ettiklerini görür. Ve daha sonra dünyaya gönderildikten sonra Allah’a yalvarıyor. Der ki “Yârabbi Beytü’l-Ma’mûr’da meleklerin tavaf ettiğini görürdüm. Onu yeryüzünde de görmek mümkün mü?” diye duada bulunur, arzu, istekte bulunur. Bunun üzerine Cenabı Allah, bildiğim kadarıyla Cebrail de başlarında olmak üzere melekleri gönderir; şu anda Mekke’nin bulunduğu yere Kâbe’yi inşaa ederler. Büyükler şöyle buyurur; “Meleklerin tavaf ettiği Beytü’l-Ma’mûr’dan taş atsanız direk Kâbe’nin üzerine düşer.” Yâni Kâbe’nin hizâsı, semaya doğru hesap ettiğiniz zaman direk Beytü’l-Ma’mûr’a gider. Bunu hatta oradaki arkadaşlarla istişâre ettim. Üçüncü katta tavaf yaptığınız zaman Kâbe duvarının üzerinde bir seviyeye geliyorsunuz, Kâbe’ye böyle yukardan bakmış gibi tavaf yapıyorsunuz. Bu da benim hiç hoşuma gitmeyen bir şeydi. Orada da bu mevzu anlatıldı. Dolayısıyla Kâbe’nin şu anki şekli gözükebiliyor ama mânen onun yüksekliği devam ediyor. Beytü’l-Ma’mûr’a kadar devam ediyor. Dolayısıyla kaçıncı katta nasıl tavaf ederseniz edin Kâbe’nin üstüne çıkmış olmuyorsunuz. Kâbe yine mânen yüksek bir seviyededir. Buna mukâbil olarak da tabi Hz. Adem’dan a.s. beri Kâbe vardır. Tâ ki Hz. İbrâhim a.s. Allah’ın emriyle yeniden inşaası, Nuh Tufanı olmuştur, Nuh Tufanından sonra yine tekrardan inşaası, daha sonraları birçok deprem yahut da su baskınlarından dolayı bir kaç defa Kâbe binası yıkıma uğramıştır ve yeniden inşaa edilmiştir. Kâbe duvarının önünde Hicr-i İsmâil diye bir bölüm vardır. Aslında burası daha önce Kâbe’ye ait bir bölüm. Yâni duvarları aslında bu Hicr-i İsmâil’e kadar geliyormuş. İşte bahsettiğim gibi bu yıkımlardan dolayı Kâbe’nin şu anki pozisyonunu almışlar. Ama imâre olarak da, iz olarak da şöyle bir hilâl şeklinde, Hicr-i İsmâil bölümünü işaretlemişler. Dolayısıyla orada namaz kıldığınız zaman Kâbe’nin içerisinde namaz kılmış gibisinizdir. Yâni bunu ruhen bir anlamaya çalışırsanız, ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlayabilirsiniz. Burada dikkat edilmesi gerek bir şey daha var. O boşlukta tavaf yaparsanız, tavafınız iptâl oluyor. Kâbe’nin içerisinden geçmiş olduğunuz için. Diyelim ki beşinci şavta geçtiyseniz sıfırdan başlamanız gerekiyor. Diğer tavaflarda ise, diyelim ki dördüncü şavttasınız ve herhangi bir şeyden dolayı, mesela abdest tazelemeniz için tavaftan ayrılmanız gerekiyor. Tekrar geldiğiniz zaman aynı noktadan devam edebiliyorsunuz tavafınıza. Ama Hicr-i İsmâil’in arasından geçtiğiniz zaman tamamen siliniyor, sıfırdan başlamanız gerekiyor. Bunu da Tavaf ile ilgili ek bilgi olarak aktarmak istedim.

Teşekkür ediyoruz. Demin Osmanlı İmparatorluğunun kurduğu kaleden de bahsettiniz. Şimdi ona denk olması açısından hâni Kâbe’nin manevî yüksekliği ile alâkalı sözler sarfettiniz. Benim de bugüne kadar duyduğum ecdadın çok dikkat ettiği, belki de ondan önceki İslâm büyüklerinin, İslâm devletlerinin de dikkat ettiği mevzu olarak, Kâbe’nin daha yükseğine bina inşaa etmeme olayı! Bugün zannedersem bu geçerliliğini kaybetmiş durumda. Suudi yetkililerin çerçevede yaptığı inşaatlardan. Bunlardan da biraz bahsedebilir misiniz? Kâbe’nin çevresi şu ân ne durumda?

Tabiî fazla bir gözlem yapma imkânımız olmadı. Çünkü ibâdet için oraya gitmişsiniz, kendinizi tamamen ibâdete verdiğiniz için bütün program o. Elbette ki, dışarıya çıktığınız zaman dışarıdaki dünyayı da görme imkânınız olabiliyor. Bundan birkaç gün önce Kâbe imâmının bir sözü vardı. “Dünya’yı Amerikalılar ile biz yönetiyoruz” diye. Sayın Salih Mirzabeyoğlu ile,  geldikten sonra kendisiyle bir görüşmem olmuştu; orada da kendisi beyân etmişti, “İslâmiyeti yaşamak, anlamak, o ruhu tatmak sadece Kâbe’nin içerisinde mevcut.” Bunlar Kumandanımız’a dair sözler. Fakat dışarıya çıktığınız zaman tamamen Amerikan ve İngiliz sömürgesinin hâkim olduğunu görüyorsunuz. Her yönüyle ama her yönüyle. Alış verişinden tutun binaların yapılış şekline kadar. Hatta oradayken sayın Ali Osman Zor Bey’e bir video göndermiştim. Tâm Kâbe’yi çektim ve kamerayı yukarıya doğru doğrulttuğum zaman şu an yapılan Zemzem Tower dedikleri bir bina var üzerinde saat. Sanki o onun üzerine inşaa edilmiş bir pozisyonda. Yâni her şeyi ile haşa ve haşa biz daha büyüğüz havası estirilmekte orada. Yine Allah adıyla anılan ama hani şu an var ya “her şey Kur’ân Kur’ân” deyip de Kur’ân’dan çok uzak bazı sapıklar var. O zihniyetin yaşam tarzını da Kâbe’nin duvarları dışarısında görmek mümkün. Her yönü ile ama dediğim gibi. Arabalarından tutun, inşaatlarından tutun, alışveriş yerlerinin isimlerine kadar, yani nerde görsen “koko kola”, Pepsi, bilmem ne, Mc Donnalds hepsi var, hepsi orada.

Bir bakıma Emperyalizm Kâbe’nin duvarlarına kadar yanaşmış vaziyette.

Aynen öyle.

Peki umrenizi bitirdiniz, ihrâmdan çıktınız. O andan itibaren, Haccın başladığı döneme kadar, vaktine kadar, o arada yaşadıklarınızı bize biraz anlatır mısınız? Neler yapılabiliyor, neler edilebiliyor, tekrar Kâbe’ye gidiyorsunuz galiba.

Elbette. Tabi o andan itibaren dediğiniz gibi Hac Umresi tamamlanmış oluyor. Hac zamanına kadar nâfile ibâdetler ile meşgûl olabiliyorsunuz. Yâni istediğiniz kadar tavaf yapabiliyorsunuz, istediğiniz kadar namaz kılabiliyorsunuz, istediğiniz kadar Kâbe’yi seyredebiliyorsunuz. Bunları anlatmamdaki sebep, birinci bölümde de bahsetmiştim, Cenabı Allah her gün yüz yirmi rahmetini indirir. Bunun altmışını tavaf yapanlara, kırkını namaz kılanlara, yirmisini de Kâbe’yi seyredenlere verir. Dolayısıyla ana ibâdetler olarak bu üçünü her zaman yapabilirsiniz. Artı nâfile ve kaza namazları kılabilirsiniz, sohbet edebilirsiniz. Eğer uygun bir yer bulabilirseniz orada uyuyabilirsiniz. Ki orası öyle bir mübarek yer ki, yaptığınız her şey ibâdet sayılıyor. Yâni uyumanız dahi ibâdet orada. Biz de bu zamanı bu şekilde değerlendirmeye çalıştık. Elimizden geldiği kadar. Hatta ve hatta nâfile umreler de yapabilirsiniz. Yâni tekrardan ihrâma girebilirsiniz. Bunun içinde mikat bölgesi içerisinde belirli bölgeler var, Mescid-i Haram’ın dışına çıkmanız gerekiyor ama mikat bölgesi içerisinde olmak şartıyla. Biz de Mescid-i Ayşe vâlidemizin bulunduğu yere giderek, orada ihrâma girerek, Allah nasip etti, sayısını bilmiyorum, Umre’de yaptık artı nâfile tavaf da yaptık. Yeri gelmişken anlatayım. Sayın Avukat Güven Bey ile buluşmamız da çok enteresandır. Düşünebiliyor musunuz, binlerce insan tavaf yapıyor. Şöyle anlatayım, ben tavaf yapıyordum ama o gün Güven bey ile buluşacaktık. Fakat araya bazı şeyler girince buluşma saatinden ben biraz geç varmıştım oraya. Aşağı yukarı nerede buluşacağımızı tam kararlaştırmıştık ama yâni mekânı belirleseniz bile o kalabalıkta birbirinizi bulmanız mümkün değil gibi bir durum vardı. Ben gittiğimde bakındım fakat Güven Bey’i orada göremedim. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun sözüyle hareketle, “Doğru düşünce olunca doğru da faaliyet oluyor!”. Dolayısıyla ikimiz de aynı şeyi düşündük. Yâni ben tavafıma başlayayım, Güven bey de herhalde dedim buralarda olursa öyle ya da böyle birbirimizi bulabiliriz düşüncesiyle tavafa başladım. Tavaf yaparken, tabi daha önce bahsettim, yâni kimi iteliyor, kimi çekiyor, kimi eliyle omuza tutunuyor, bir müddet öyle yürüyor falan. Birden iki el omuzuma geldi. Ben dedim herhalde arkadan birisi bana yaslanıyor, yâni destek alıyor. Ama baktım ki eller gitmiyor hemen çekilmiyor, anladım Güven beyin olduğunu. Döndüm ki Güven bey karşımda. Dolayısıyla sarıldık birbirimize, birbirimize hoşgeldin dedik. O kadar, binlerce insanın içerisinde birbirinizi bulmanız ayrı bir zevkti, ayrı bir taddı. Yâni iki ibdacı’nın Kâbe’de buluşması! Yâni  muhteşem birşeydi bizim için. O tadı anlatamam. Ve beraber tavafa başladık. O günden sonra işte Hac zamanına kadar hemen hemen her nâfile tavaflarımızda olsun yahut umrelerimizde olsun, beraber yaptık. Güven Bey ile beraber yaptık. Yâni iki ibdacı orada Hac vazifesini yerine getirdiği gibi nâfile ibâdetleri de yapmış olduk.

Çok teşekkür ediyoruz. Bugünlük de sizi yorduk. Allah razı olsun, çok güzel bilgiler edindik. Bir daha tekrar sizi rahatsız edeceğiz ve devam edeceğiz. Hac mevzusunda sizinle görüşmüş olacağız inşallah.

Ben teşekkür ederim. Bana da bu imkânı verdiğiniz ve bu duyguları tekrardan bana yaşattığınız için ben size ayrıyeten teşekkür ederim.

Nihan ÖZTÜRK

Mustafa Fişenkçi ile Hac Üzerine Sohbet

 

 

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: