TÜRKİYE BÜYÜMÜYOR, YOKSULLAŞIYOR – Kaya ATABERK
TÜRKİYE BÜYÜMÜYOR, YOKSULLAŞIYOR…
Kaya ATABERK
Ekonomik büyüme çelişkileri…
TÜİK ekonomik büyüme rakamlarını açıkladı açıklamasına ama iktisatçılar arasında önemli bir tartışmanın başlamasına da neden oldu.
TÜİK’in rakamlarına göre Türkiye ekonomisi 2017’nin ikinci çeyreğinde %5,1 büyümüş. Yani Gayrisafi Milli Hâsıla (GSMH) bu oranda artmış. 2017’nin ilk çeyreği ile ilgili verilen “revize” edilmiş büyüme oranı da %5,2.
Peki, “büyüdük”, “büyüyoruz” sözleri gerçeği ne kadar yansıtıyor? Gerçekten Türk ekonomisi büyüyor mu? Ya da büyüyorsa bile bu “büyüme” gerçekten her şeyin iyiye gittiği anlamına geliyor mu?
Biraz baştan başlayalım…
Bir ekonomi için büyüklük ölçütü GSMH… GSMH’nin en kısa tanımı bir ülkede, bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin toplamının para birimi ile ifadesi. (Tabii hesap tüketilen mal ve hizmetler yönünden de yapılabilir.) Bir ülkenin nüfusu fazlaysa o ülkenin GSMH’sinin yüksek çıkması da büyük ihtimal. Bu nedenle GSMH ülkenin zenginliğinin ya da refahının bir ölçütü değil. Refahla ilgili bir hesaplama yapmak için atılması gereken ilk adım kişi başına düşen GSMH’nin hesaplanması. Yani ülkede üretilen toplam mal ve hizmet değerinin ülkenin nüfusuna bölünmesi…
Yani GSMH ve kişi başına düşen GSMH, ülkenin ekonomisini anlamak açısından en temel iki kavram. Fakat sorun daha bunların hesaplanmasında başlıyor. Çünkü ekonomiyi (aynı zamanda ülkeyi de) yönetenler içinde bulunduğumuz durumu hep olduğundan daha iyi gösterme eğilimindeler. Hâl böyle olunca da büyüme oranında TÜİK’in yaptığı “revizyona” yani rakamların yükseltilmesine de daha en baştan kuşkuyla bakılıyor. İktisatçıların ilk başta tartıştıkları konu bu…
Fakat sorun sadece bu “revizyon” yöntemlerinden ibaret değil.
Mesela Hürriyet’in ekonomi yazarlarından Uğur Gürses, 2017’nin ikinci çeyreğine eklenen %10’luk (yaklaşık 100 milyar TL’lik) Kredi Garanti Fonu’nun neden kayda değer bir etkisinin olmadığını haklı olarak sordu. İlk çeyrekte %5,1 olan büyüme, ikinci çeyrekte bu kredi katkısıyla %5,2’ye değil çok daha yukarıya çıkmalıydı. Ama olmadı…
Bu bile başlı başına önemli bir soru işareti… Ama bir diğer sorusu daha var Gürses’in.
İktidar epey bir zamandır faizlerin yükselmesinin büyümeyi engellediği iddiasındaydı. Fakat istese de istemese de en sonunda faizleri yükseltti. Ama faizlerin yükseldiği bir ortamda büyüme nasıl olabilmişti?
Biz de soralım? Hangi söylem gerçeği yansıtmıyor? Faizlerin büyümeye engel olduğu mu, yoksa faizlerin yükselmesiyle beraber büyüdüğümüz mü?
Ama AKP’nin yarattığı Türkiye ekonomisi tam bir ilginçlikler ekonomisi. Normal olmayan her şey burada… Hem enflasyon artıyor hem de işsizlik. Hem döviz kuru yükseldi, hem de faiz oranları… Bu konular ayrıca üzerinde durulması gereken son derece riskli hallere işaret ediyor. Ama şimdilik biz yine büyüme ve yoksullaşma meselesine dönelim…
Rakamlar Türk Lirası cinsinden, peki dolar cinsinden olursa…
Şimdi biraz daha sorunlu bir alana girelim. Önemli iktisatçılarımızdan Mahfi Eğilmez 13 Eylül’de kendi blog sayfasında “Yoksullaştıran Büyüme” başlıklı bir makale yayınladı. Burada büyüme ile ilgili çelişkilere ve sorunlu durumlara değindi. Ardından da bir ülkedeki iktisadi büyümenin o ülkeyi yoksullaştırması ihtimaline geldi. Bu ihtimale gelmeden önce Eğilmez’in değindiği birkaç çelişkiyi aktaralım:
Bu çelişkilerden ilki büyüme hesaplarının Türk Lirası ile yapıldığında alınan sonuçlar ile dolarla yapıldığında çıkan sonuçlar arsındaki fark. Yukarıda gördük: TÜİK verilerine göre ekonomimiz 2017’nin ilk çeyreğinde %5,2; ikinci çeyreğinde ise %5,1 büyümüş. Bunlar TL ile yapılan hesaplardan çıkan sonuçlar. Ama yapılması gerektiği gibi dolar üzerinden bir hesap yapıldığında ne oluyor? Görelim:
2016 yılının ilk iki çeyreğinde GSYH’miz 409 milyar dolarmış.
2017’nin ilk iki çeyreğindeki GSYH’miz ise 380,7 milyar dolar…
Yani ilkokul düzeyinde bir matematik bilgisi gerektiren bir çıkarma işlemi aradığımız bilgiyi veriyor. Türk ekonomisi büyümediği gibi aksine 28,3 milyar dolar kadar küçülmüş. Bu da %6,9 oranında küçüldüğünü gösteriyor.
Çarpıtma payını da biz hesaplayalım: İki çeyreğin ortalama büyümesinin %5,15 olduğu görülüyor. Ama aksine küçülmüşüz. Yani vatandaşa verilen rakamdaki çarpıtma oranı (%5,15 + %6,9) = %12,05… Tabii ki böyle bir çarpıtma oranı hesabı iktisat literatüründe yok.
Ama bu gidişle Türkiye olarak bu katkıyı da yapacağız gibi duruyor.
Suriyeliler hesaplara iktidarın işine geldiği gibi dâhil edilmiş
Eğilmez’in dikkat çektiği diğer bir şey de Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin bu hesaplamalara etkisi. Türkiye’de 3 milyon civarında, belki de daha fazla Suriyeli yaşıyor. Bu insanlar bir yerlerde çalışıyor, hatta aralarında ticarete atılan, kendi mağazasını açan vs. epey insan var. TÜİK, GSMH’yi hesaplarken bu insanların katkısını hesabına dâhil ediyor. Ne var bunda diyeceksiniz belki? Doğru. Bu insanlar halen Suriye vatandaşı da olsalar ekonomik faaliyetleri Türkiye sınırları içinde. Dolayısıyla da bunların Türkiye GSMH’sine katılmasında bir sorun yok.
Fakat… Suriyeliler Türkiye içinde ürettikleri gibi tüketiyorlar da. Tüketimde bulunabilmeleri de gelirlerinin olduğu anlamına geliyor. Gelgelelim bunlar son derece doğal gerçekler ama TÜİK hesapları hiç de doğal değil. GSMH’yi yüksek göstermesi için hesaba katılan Suriyeliler, kişi başına düşen GSMH hesaplanırken hesaba katılmıyorlar. Bundaki amaç açık: Kişi başına düşen GSMH’yi olduğundan yüksek göstermek. Fark 397 dolar kadar… Yani TÜİK hepimizi olduğumuzdan yıl bazında ortalama 397 dolar daha zengin göstermeyi “küçük” bir oyunla başarıvermiş.
Teşekkürler…
Diğer tutarsızlıklara değinmek bu yazının sınırlarını aşacak…
Yalnız şunu da söyleyelim: Kişi başına düşen GSMH 2014 yılında 12.112 dolarmış. Şimdi 2017’de ise 10.900 dolar. Tüm zekâ oyunlarına rağmen rakamlar hâlâ 2014’ten bu yana kişi başına ortalama 1.112 dolar yoksullaştığımızı söylüyor. Demek ki TÜİK rakamları hâlâ “yerli ve milli” olamamış. En az YSK kadar olması lazım, değil mi yani? Acil müdahale lütfen!
“Yoksullaştıran Büyüme”
Şimdi konunun en can alıcı yerine gelelim.
Türkiye ekonomisinin gerçekte büyümediğini, aksine küçüldüğünü gördük. Rakamlarla istenildiği kadar oynansa da işin gerçeği bu…
Peki, verilen tüm bu rakamların gerçek olduğunu varsaysak bile yine de bu büyümenin bizi daha iyi bir duruma getirdiği, daha zengin ya da müreffeh kıldığı doğru mu?
Mahfi Eğilmez burada da Hintli iktisatçı Jagdish Bhgawati’nin “yoksullaştıran büyüme” tezini gündeme almış. Tezin özeti şu cümle: Ekonomide büyümenin olduğu ama buna rağmen yine de refahın düştüğü yani ülkenin yoksullaşarak büyüdüğü haller mümkündür.
Bu durumun oluşmasının bazı şartları var. Ülke ekonomisinin büyümesi ülkede daha çok üretim yapılıp dışarıya daha çok mal satılması anlamına geliyor. Ama dışsatım yani ihracat artarken diğer taraftan da dış ticaret hadleri bozulmuşsa bu durumda ülkenin büyümesine yoksullaşmanın eşlik etmesi mümkün.
Dış ticaret hadleri ihracat fiyat endeksinin, ithalat fiyat endeksine oranı olarak tanımlanır.
Basit bir anlatımla, ülke yurtdışından pahalıya alıp, oraya satarken ucuza satmaya başlamışsa dış ticaret hadleri gerilemiş demektir. Yani ülke daha çok üretip, dışarıya daha çok satmasına rağmen; dışarıdan daha pahalıya alıp, yine daha ucuza satıyorsa bu durumda ülkenin GSMH’si artsa bile tüketimi düşecektir.
Tüketimin düşmesinin ise tek bir anlamı var: Ülke yoksullaşmıştır.
Türkiye’nin dış ticaret hadleri 2016’nın ilk altı ayında 113,6 imiş. (Dolar cinsinden ve 2014 baz alınarak, yani 2014 dış ticaret haddi 100 kabul edilerek) 2017’nin ilk altı ayının dış ticaret hadleri ise 106,4. Bu gerileme ihracattaki %10’un biraz üzerindeki artışa rağmen yaşanan bir durum. Yani tam da Bhgawati’nin işaret ettiği durum bu: Daha çok üretip, daha çok satmışız ama ucuza satıp, pahalıya almışız. Sonuçta da açık bir şekilde yoksullaşmışız!
Bunun iyiye yorulacak bir tarafı yok…
Gelişim mi bağımlılıktan kaynaklanan “lümpen gelişim” mi?
1960’lı yıllarda sömürgeci metropolün uydusu olmuş Üçüncü Dünya ülkeleri Batı iktisadınca “gelişmekte olan ülkeler” diye tanımlanırken bu tezlerin eleştirisi yine Üçüncü Dünya’dan gelmişti. Alman kökenli iktisatçı Andre Gunder Frank, Allende döneminde Şili’de çalışıyordu. Burada yaptığı çalışmalarla uydu ekonomilerin gerçekte gelişmekte olan ekonomiler olmadığını öne sürdü. Buralardaki gelişme ya da büyümeler gerçekte sadece lümpen gelişimlerdi. Ya da azgelişmişliğin gelişmesinden ibaretlerdi. Uluslararası işbölümü bu ülkelere ne görev verirse ancak o üretilir, bunun sonucunda da her zaman çevreden merkeze yani ezilen ülkeden sömürgeci ülkeye değer aktarılırdı. Böylece Üçüncü Dünya ülkeleri geliştikçe, büyüdükçe yoksullaşmaya devam ederdi.
Frank, Bhgawati’nin tespitlerine böyle ulaşmıştı. Ama aslında Frank ve diğer Bağımlılık Okulu iktisatçılarının öncüsü Şevket Süreyya Aydemir ve Kadro’nun 1930’ların Kemalist Türkiye’sinde yaptıkları çalışmalardı. Bu da başka bir yazının konusu…
İşin özü şudur: Ülke iktisaden bağımsız olmazsa yoksullaşma sürer. Gerçek bir gelişme olamaz. Bu çarpık ve sözde bir büyüme veya gelişme olur.
İnşaat büyüyor, makine yatırımı düşüyorsa yoksullaşma nettir
Türkiye’nin lümpen gelişiminin lokomotif sektörü inşaat…
TÜİK rakamlarına göre inşaat %20 büyümüş. Bu gerçek bir gelişim ve refah için hiçbir şey ifade etmiyor neredeyse. Fakat diğer bir rakam çok önemli: İnşaattaki büyümenin tersine makine ve teçhizat yatırımlarında %10’luk düşüş var. Esas üretim burada, esas istihdam burada…
Bir ülkede inşaat büyürken, makine ve teçhizata yani gerçek üretime yatırım düşüyorsa orada gerçek bir büyüme asla yoktur.
Gerçek bir yoksullaşma ise üstü örtülemeyecek kadar açıktır.
Grafikte ülke ekonomisi A ve B mallarını üretmektedir. İlk durumda PP1 üretim imkanları eğrisi üzerinde ekonomi dengededir. Bu halde A malından A1 kadar, B malından da B1 kadar üretilir. TT1 ise ticaret hadlerini gösterir. Tüketim farksızlık eğrisi olan C1 de TT1’in üzerinde oluşur. Yani ekonomideki tüketim bu kadardır.
İkinci durumda ise ekonomide hem A malının hem de B malının üretimi artmıştır. (A2 ve B2 kadar olmuştur.) Dolayısıyla bunların ihracatı da artmıştır. Denge ise PP2 üzerinde daha yüksek üretim düzeyini, yani büyümüş ekonomiyi gösteren Y noktasında oluşmuştur. Fakat ticaret hadleri gerilediği için tüketim farksızlık eğrisi yeni ticaret hadlerini gösteren TT2 üzerinde C2 olarak oluşur. Görüldüğü gibi ekonomi büyümüş ama tüketim düşmüştür. Yani yoksullaşarak büyüme gerçekleşmiştir.
(Grafik Mahfi Eğilmez’in bahsettiğimiz makalesinden alınmıştır.)
İktibas: http://www.turksolu.com.tr/turkiye-buyumuyor-yoksullasiyor/
Not: Bu iktibastaki fikirler yazara ait olup, Adımlar’ın ideolojik ve siyasi anlayışına zıt görüşler sitemizi bağlamaz.