Mustafa Fişenkçi ile Hac Sohbeti -4-
Mustafa Fişenkçi ile Hac Sohbeti -4-
Medine’ye doğru…
Bugün bizi işyeriniz de ağırlıyorsunuz. Bize bu imkânı verdiğiniz için teşekkür ediyoruz. En son Hacı olmuştunuz, sohbetimizi burada noktalamıştık. Medine yolculuğunuz başlamadan önce Mekke hakkında eklemek, söylemek ve aktarmak istediğiniz bir şeyler daha var mı?
Buralara kadar yorulduğunuz için ben size teşekkür ederim. Dediğiniz gibi bugün iş yerinden bu sohbeti gerçekleştirmeye çalışacağız, imkân çerçevesinde. Sohbetimize Mekke ile alakalı olarak şöyle başlamak isterim. Daha önceki sohbetimizde de izâh ettiğim gibi Mekke şehri daha çok ibâdet şehri. Orada Kâbetullah var, Allah’ın Evi’ndesiniz. Dolayısıyla ağırlıklı olarak ibâdet ile meşgulsünüz. Medine şehri ise daha çok ziyaret şehri… Başta Allah Resûlü olmak üzere birçok ziyaret edilecek yerler var, bunları sırası gelince anlatacağım. Bunun yanı sıra Mekke’de ziyaret edilecek yer yoktur değil. Elbette ki Allah’ın ilk kelâmının indiği Hira Dağı var, râbıta ve tarikâtın başladığı Sevr Dağı, Allah Resûlü ile Hz. Ebubekir’in r.a. hicret esnasında üç gün kaldıkları mağara. Bunun yanı sıra Cennet-ül Mûallâ var, ki başta Hz. Hatice vâlidemizin kabri bulunmakta. Peygamber Efendimiz’e biât edilen Cin Mescidi var. Hemen Kâbe’nin yakınında bunlar. Bu gibi yerler Mekke’de ziyaret edilebilir. Fakat Allah nasip ederse acizâne tekrar bir Umre’ye niyetlendiğim için, bu ziyaretlerimi Cennet-ül Mûallâ haricinde gerçekleştirmedim. Hirâ ve Sevr Dağ’larına çıkmadım. Yâni Dağ’ların eteklerine kadar geldim ama tepelerine çıkmadım. Umre yaptığımda inşâllah buraları daha geniş ve rahat bir şekilde ziyaret edeceğim.
Evet, Mekke’de Veda Tavafı’mızı yapıp otele geldik. Abdestlerimizi tazeledikten sonra otobüslere binip “Bismillâh” diyerek Medine’ye doğru yola çıktık. Tâbi bu esnada müthiş bir heyecan oluşuyor insanda ve yerli yerinizde duramıyorsunuz. Yol boyunca hep aklınıza Allah Resûlü’nün Mekke’den Medine’ye Hicret anı geliyor. Her gördüğünüz taşı, toprağı, ağacı, dağı Allah Resûlü’nün eli ayağı değdi düşüncesiyle yolculuk yapıyorsunuz. Bu da bambaşka bir haz, bambaşka bir duygu. Bunu şöyle de açıklayabilirim; yani Allah Resûlü bir nevi misafirlerini ağırlamak için hazırlıyor, öyle diyeyim. Bende bu duygu oluştu ve bu duygularla yola çıktık. Tam bilmiyorum ama aşağı yukarı dörtyüz kilometrenin üzerinde Mekke ile Medine arası. Sabah yola çıkıp akşam namazına doğru Medine sınırına geldik. Önce şehrin gümrüğünde durduk, orada işlemler yapıldı ve Medine merkezine, otelimizin bulunduğu yere doğru hareket ettik. Tabi o anki ruh halini anlatamam. Müthiş bir heyecan ve duygu. Yâni Allah Resûlü’ne gidyorsunuz. Bunu kelimeler ile anlatmak mümkün değil. O kadar bir heyecan kaplamıştı ki bizi, gözlerimizle Mescid-i Nebevî’yi arıyorduk. Otobüs sokaklar arasında hareket ediyor ama bilmediğimiz ve ilk defa gittiğimiz için nere olduğunu bilemiyoruz hangi tarafta olduğunu, gözlerimizle arıyoruz. Tam o esnada Allah Resûlü’nün kabrinin olduğu yerin üstündeki yeşil kubbeyi görünce artık o duygu yüklü halimiz gözyaşlarıyla buluştu. Salâvatlar getiriyorduk zaten, daha yüksek Salâvat getirmeye başladık ve dualar ediyorduk. Bu duygular ile ootele vardığımda ise daha farklı bir sevinç bende oldu, çünkü otelimiz ile Mescid-i Nebevî arası yüz metreydi. O kadar yakındı. Hemen abdestlerimizi tazeledik odalarımıza yerleştikten sonra. O esnada akşam ezânı okundu ve biz akşam namazını kılmak için Mescid-i Nebevî’ye gittik. Mescid-i Nebevî ve dışındaki alan müthiş büyük. İlk göze batan Mescid-i Nebevî binâsının yapı itibâriyle yapılışı, onları gözlemledik ama hani bir an öncede Allah Resûlü’ne kavuşma arzusu var. Kâfile başkanlarımız bizi Allah Resûlü’nün bulunduğu kabrinin olduğu yöndeki kapıya doğru yönlendirdiler. Uzunca bir koridor ve koridorun sonunda Allah Resûlü’nün kabri olduğunu, oraya geldiğimizde O’nu selâmlamamız gerektiğini ve şartlarını her şeyi ile izâh ettiler bize. Tâbii müthiş bir kalabalık var, yâni küçük adımlarla ilerliyorsunuz oraya doğru. Ama her adımda heyecan bir kat daha artıyor. Çünkü Hâdis olarak şunu biliyorum. Allah Resûlü s.a.v. buyuruyor ki; “Kim ki beni kabri başımda ziyaret edip selâm verirse, bana ruhum tekrar teslim edilir ve ben o selâmı canlı olarak alırım.” diye Allah Resûlü’nün Hâdisi Şerifi var. Bu hisler ile ilerliyorsunuz. Yâni Allah Resûlü birazdan sizi karşılayacak, canlı olarak karşılayacak ve karşılıklı selâmlaşacaksınız. Adımlar bir türlü bitmek bilmedi. Kabrinin olduğu yerin önüne geldiğimizde artık Allah Resûlü’nün karşısındaydık. Selâmlaştık, selâmımızı verdik, duamızı ettik. Ve oradan çıkmak mecburiyetinde kaldık. Çünkü oradaki görevliler bekletmiyor. Hele hele elinizi açıp hiç dua ettirmiyorlar. Haramdır, bidâttır diye engelliyorlar ve hemen çıkarıyorlar. Allah Resûlü ile karşılaşmamız bu şekilde oldu. Mescid-i Nebevi’nin tam karşısında bulunan Cennet’ül Bâki’ye giremedik çünkü akşam olduğu için kapalıydı. Sadece sabah namazından sonra genellikle öğlen veya bazen ikindiye kadar açık tutuluyor.
Allah Resûlü ile selâmlaşmanın, mânen görmenin vermiş olduğu huzurla yatsı namazını kıldıktan sonra dinlenmek üzere hotelimize geri döndük. Ertesi günü sabah namazını kılmak için Mescid-i Nebevî’ye doğru hareket ettik. Sabah namazını Mescid-i Nebevî’de kıldıktan sonra dualarımızı ettik. Medine’de bulunduğunuz süre içerisinde hergün Mescid-i Nebevî’ye gidip Allah Resûlü’nü selâmlamak gerekiyor. Yine aynı has hislerle ve duygularla ile sıraya girip Allah Resûlü’nün huzuruna geldik. Malûm olduğu üzere Allah Resûlü’nün s.a.v. hemen ayak kısmına doğru Hz. Ebubekir’in r.a., onun da ayak kısmına doğru Hz. Ömer’in r.a. kabirleri bulunmakta. Dolayısıyla önce Allah Resûlü’nü, daha sonra Hz. Ebubekir ve r.a Hz. Ömer’i de r.a. selâmladıktan sonra Mescid-i Nebevî’den çıktık. Oradan direk olarak Cennet’ül Baki’ye geçtik. Cennet’ül Baki’yi daha sonra geniş şekilde anlatacağım, ancak şu kadarını söyleyeyim; başta Allah Resûlü’nün s.a.v. eşleri Hz. Ayşe vâlidemiz, Hâlifelerimizden Hz. Osman r.a., Peygamber Efendimiz’in amcası Hz. Abbâs, Peygamber Efendimiz’in torunlarından Hz. Hasan ve kesilmiş başıyla Hz. Hüseyin olmak üzere binlerce sahâbenin yatmış olduğu yerdir Cennet’ül Baki. Oraya gittik ve onlara selâm verdir. Oradan çıkıp tekrar Mescid-i Nebevi’ye geri geldik. Çünkü Peygamber efendimizin minberi ve kabri arasında bir yer var ki, buraya Ravza-i Mutahhara denilir. Müsadeniz olursa, yanlış olmasın diye şöyle okumak istiyorum;
(Resûlullah efendimizin Kabri Şerif’leri ile minberi arasında bulunan mübarek yerdir. Ravza-i Mutahhara’dan başka yeryüzünde cennetten olduğu bildirilen başka bir yer yoktur.)
Yâni Allah Resûlü’nün minberi ve kabri arasında bulunmak cennette bulunmakla eş değerdedir. Buraya gitmek için yine sıraya girdik. Burası küçük bir alan, 15 metreye 22 metre, aşağı yukarı 300 metrekarelik bir alan. Dolayısıyla da oradaki görevliler insanları küçük küçük gruplar halinde yaklaşık on ilâ onbeş dakika müsaade ediyor. Oraya girenler namazlarını ve dualarını ettikten sonra görevlilerin ikâzıyla orayı terk ediyorlar. Sıradayken buraya ulaşmak yaklaşık iki ile üç saat sürüyor. Adım adım yaklaşıyorsunuz. Daha öncede bahsettiğim gibi kâfile başkanımız Rıdvan hoca yanımızdaydı, onunla birlikte hareket ettik. Tâbi cennete doğru gidiyorsunuz ve bunun apayrı bir heyecanı oluyor. Bunu biliyorsunuz ama bu heyecanla bir şaşkınlık içerisindesiniz ve ne yapacağınızı bilemiyorsunuz. Şunu da izâh edeyim, Mescid-i Nebevi namaz kılınan bütün yerlerdeki halılar kırmızı renklidir. Yanlız Ravza-i Mutahhara’nın olduğu yeri yeşil halılar ile kaplamışlar, ki yeri tam belli olsun diye. Görevliler bize girebilirsiniz işâreti verince, tabi herkes koşuşturuyor, bende ilk defa gittiğim için ne yapacağımı bilemiyorum. Bir yerde durup namaz kılacağım diye hesap ediyorum ama çok büyük bir kalabalık ve namaz kılabilecek bir yer kapabilmek için birbirini iteliyor millet. Ben tabi cennete adım atmanın heyecanıyla hocaya bağırıyorum “Hocam cennetteyim, cennette girdim hocam artık” diye. Hoca tecrübeli olduğu için “Mustafa namaz kılmak için yer kap!” dedi bana. Ve ben orada farkında olmadan bir direğin önünde hemen namaz kılacak yer ayarladım kendime. Ondan sonra orada namazımızı kıldık, dualarımızı yaptık. Ve orada müthiş bir kokuyla tanıştım. O kokuyu ben bu dünyada anlatamam. Çok müthiş ve bir tarifi yok, böyle bir kokuyu bugüne kadar dünyada almadım. Daha sonra Rıdvan Hoca “Biliyor musun nerde namaz kıldın sen?” diye sordu. Dedim bilmiyorum hocam. “Orada Hz. Ayşe vâlidemizin Haced direği var. Sen o direğin önünde namaz kıldın.” Öyle mi deyince hocamız anlattı ama yine buradan okumak istiyorum;
(Hz. Ayşe vâlidemizin duâsının kabul olunduğu mahaldir. Hz. Ayşe “insanlar orada namaz kılmanın faziletini bilselerdi yarışırlardı.” buyurmuştur. Peygamber efendimiz: “Mescidimde bir yer vardır, insanlar bilseler ancak kur’a atarak orada namaz kılarlar.” buyurmuştur. Hz. Ayşe vâlidemiz bunun bu direk olduğuna işâret etmiştir.)
Ve ben böyle mübarek bir yerde, farkında olmadan, yarışarak o direğin önüne gelerek namaz kılma şerefine eriştim. Çok bambaşka bir duyguyla, bambaşka bir heyecanla cenette namaz kılmanın şuuruyla on onbeş dakika kadar orada kaldıktan sonra ayrıldık.”
Peki, bu direğin neden böyle bir mânâya sahip olduğu ile alâkalı bilgi verebilir misiniz?
“Şimdi orada bir kaç tane direk var. Hannâne direği deniliyor, Ebû Lûbabe direği deniliyor. Bu Ebû Lûbabe direği yine tövbe direğidir. Yine rehberimizden okuyup geniş bir bilgi vermiş olalım;
(Ebû Lûbabe, Kurayza savaşında yahudilere, teslim oldukları takdirde öldürüleceklerini işâret etmiş olduğundan kendini mesciddeki bu direğin bulunduğu yere bağlattı. Tevbesi kabul edilmeden çözülmeyeceğine dâir yemin etti. Peygamber Efendimiz bu hâli öğrenince: “Eğer bana gelmiş olsaydı, kendisi için istiğfar ederdim. Madem ki böyle yapmıştır Allah’u Teâlâ katında tevbesi kabul edilmedikçe serbest bırakmam” buyurdu.
Ebû Lûbâbe Hazretleri 15 gün kadar bağlı kaldı. Nihayet affına dair müjde geldi. Resûlullah Efendimiz mübarek elleriyle iplerini çözdü.)
Bunların dışında Serir Direği var, Peygamber Efendimizin itikafa girdiği zaman eşyalarını bıraktığı direk. Hannâne direği var ki, malûmunuz üzerine ilk dönemlerde Peygamber Efendimizin minber yoktu. Bir Kütük üzerinde Hutbeyi okuyordu. Daha sonra kendisine üç basamaklı merdivenvâri bir minber yapılınca Kütük dışarıya bırakıldı. Dolayısıyla Kütük ağlar şekilde feryat etmeye başladı. Bunun üzerine de Allah Resûlü kütüğe gelip şöyle seslendi, yine kitaptan okuyayım;
(Ey hurma ağacı! Kesildiğin bahçeye mi, yoksa Firdevs bahçesine mi girmek istersin? Seni bu iki emirden birini seçmekte muhayyer kıldım. Eğer eski yerini istersen oraya döndüreyim, eskiden olduğu gibi neşvü nemâ bulup meyve verirsin. Şâyet cennet bahçesini istersen Firdevs-i Âlâ’ya dikeyim tâ ki, cennet ırmaklarının tesiriyle her an tâze meyve verip Allah dostlarını nimetlendiresin” buyurdular ve gülerek, “evet isterim” dedikten sonra yeni minberin altına, bir rivayete göre sol tarafında bir yere gömdüler.
Ashâb-ı Kirâm “Evet isterim” buyurmalarının sebebini sual ettiklerinde, “O ağaç cenneti istedi. Ben de onun isteğini va’dettim” cevabını aldılar.)
Sonra Muharres direği, Vüfûd direği var. Bunların kendilerine göre hepsinin bir yaşanmışlığı vardır. Bu direklerin hepsi Ravza-i Mutahhara’nın sınırları içerisindedir. Biraz öncede bahsettiğim gibi bu direklerin bir taneside, benim için mânen çok kıymetli olan, Hz. Ayşe vâlidemizin tövbesi kabul olunacağına dair Allah’dan emir gelmeyinceye dek kendisini çözmeyeceğini söyleyip bağladığı direk. İşte o direk önünde namaz kılmak nasip oldu.
Evet, Medine’de ki günlerimizde bu minvâl üzerine hareket ettik. Yâni sabah namazını kıldıktan sonra Allah Resûlü’nü ziyaret ettik. Daha sonra Cennet’ül Baki’yi selamlayıp diğer ziyaret yerlerine de gittik. Bunlar bir tanesi, ki birincisi ve başlangıç olarak Mescid-i Kubâ’ya gittik. Mescid-i Kubâ, Allah Resûlü’nün Mekke’den Medine’ye hicret ederken uğradığı Medine’ye yakın Kubâ köyünde. O zaman tabi köy ama şu an Medine ile iç içe girmiş bir durumda. Burada Allah Resûlü 14 gün kalıyor ve yeryüzündeki ilk mescidin inşaasını Allah Resûlü yapıyor, kendisi de bulunuyor bu inşaada. İlk namaz da ilk namazı Mescid-i Kubâ’da kılıyor. Bunun üzerine bir Âyet ve Allah Resûlü’nün bir hadisi şerifi de var. Müsadenizle önce Âyet’i okumak isterim, Tevbe Sûresi – Âyet 109;
“Tâ ilk günden takva üzere tesîs edilen mescid içinde namaz kılman elbette daha layıktır. Onun içinde çok temizlenmeyi sevenler vardır. Allâhü Teâlâ çokça temizlenenleri sever.”
Rasûlullah Efendimiz de (s.a.v.) şöyle buyuruyorlar:
“Kim evinde güzelce temizlenip abdest aldıktan sonra başka maksatla değil, sade namaz kılmak için Kubâ Mescidi’ne giderse bir umre yapmış gibi sevap kazanır.”
Bizde bu sevaptan nasibimizi almak için Kubâ Mescidi’ne gittik. Kubâ Mescidi beyaz bir boya ile boyanmış, kendi ismine lâyık bir şekilde tertemiz büyük bir mescid. Allah nasip etti orada namaz kıldık, dualarımızı ettik ve çıktık. Daha sonra Kâfile başkanlarımızın nezaretinde Uhud Dağı’na gittik. Uhud, malûmunuz üzerine Allah Resûlü’nünde bizzat teşrif buyurduğu büyük Cihad’lardan bir tanesi. Burada Peygamber Efendimizin Amcası Hz. Hamza r.a. başta olmak üzere yetmiş tane Sahabe şehid oldu. Benim şahsen Hz. Hamza’ya karşı çok büyük bir sevgim vardır. O’nun yolu yolumuzdur. Şehidlerin pîridir. Orada hüzünlenmemek tâbi imkânsız. O’nun kabri başında O’nu selâmlayıp duâ ettik, onunla birlikte yatan Sahabelere duâ ettik. Uhud ile ilgili hikâyeler çok, bunları tek tek anlatabilecek durumda değilim. Fakat bilinen Okçular Tepesi var, orayı gördük. Allah Resûlü’nün gâzi olup yaralandığı tepeyi gördük. Fakat daha öncede belirttiğim gibi Umre seyâhatime sakladığım için oralara çıkmadım. Uhud’uda bu vesileyle ziyaret etmiş olduk. Tâbi “Cihad” kelimesini sadece kullanıyoruz ama o an, bildiklerimiz, okuduklarımız ve dinlediklerimizden dolayı hatırlanınca oranın mânâsı insana apayrı bir hava veriyor. Sanki o an oradaymışsın, o savaşı seyrediyormuşsun ruhunu yakaladığın zaman bambaşka bir tâd veriyor. Ben o ruhu yakalamaya çalıştım, ne kadar muvaffak oldum bilemiyorum ama dediğim gibi Hz. Hamza’yı r.a. ziyaret etmiş olmaktan çok büyük bir haz duydum. Allah bizi onun şefaatine nâil eylesin.”
Âmin.
Nihan ÖZTÜRK