CAM İŞÇİSİ DİRENDİ, KAZANDI!
Cam işçisi grev yapmak istedi, grev yaptırmadılar, “yasak, hakkınızı arayamazsınız!” dediler. “Bu memleket sizin değil, parası olanların, patronların, onlar ne isterse o olur!” dediler ve ardından grev yaptırmadıkları işçileri bu kez işten attılar. Sonra o işçiler yürüyerek bu durumu protesto etmek, işlerine geri dönme taleplerini bir yürüyüşle dile getirmek istediklerinde bu defa yürümeleri yasaklandı.
Her defasında OHAL bahane olarak gösterildi.
“Memlekette OHAL var, hakkınızı arayamazsınız!” dediler…
Erdoğan’ın Temmuz ayında söyledikleri geldi akıllara. 12 Temmuz’da Ankara TOBB salonunda Uluslararası Yatırımcılar Derneği’nce (YASED) düzenlenen “Uluslararası Yatırımcılarla İstişare Toplantısı”nda bir konuşma yapan Erdoğan, şu anda OHAL ile uğraşıp durulduğunu belirterek, “Kusura bakmasınlar, bu OHAL olmamış olsaydı bu kadar rahat, huzurlu olarak bu adımlar atılamazdı. OHAL’i iş dünyası daha rahat çalışsın diye yaptıklarını” söylemiş, “Soruyorum, iş dünyasında herhangi bir sıkıntınız, bir aksamanız var mı?” diye soran Tayyip Erdoğan, devamında, “Biz göreve geldiğimizde, 15 sene önce Türkiye’de olağanüstü hal vardı ama bütün fabrikalar hep grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri ama şimdi böyle bir şey var mı? Tam aksine, şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifadeyle anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki ‘Hayır, burada greve müsaade etmiyoruz çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız.’ Bunun için kullanıyoruz biz OHAL’i.” İfadeleriyle OHAL’i, patronun işçiyi sömürmesi için kullandıklarını açıkça itiraf etmişti.
Cam işçisi bütün bunlara rağmen, Erdoğan’a, Erdoğan’ın OHAL’ine rağmen direndi.
Önce grev dediler, grev yapmaları yasaklandı.
İşten atıldılar, buna karşı yürümek için yola çıktıklarında yürümeleri yasaklandı.
Onlar da sabırla beklemeye devam etmediler, pes etmediler, geri adım atmadılar, hak arama mücadelesine devam ettiler ve nihayetinde tam da bugün, biz cam işçisinin direniş ve İstanbul’a yürüyüşüne dair bu satırları yazdığımız esnada, işten atılan işçilerin yeniden işe alınacağı konusunda bir anlaşmaya varıldığı haberi geldi.
Cam işçilerinin direnişi ve bu mücadele neticesi haklarını almış olmalarını selâmlıyoruz…
Bu işin bir yönü…
İşin diğer yönüne gelince…
Dikkat edildiyse, Erdoğan yukarıda mezkûr konuşmayı yabancı yatırımcılara hitaben yapıyor.
Bu, “yatırımcı” denilen kapitaliste, patrona, sömürücüye, Türk işçisini istedikleri gibi sömürebilecekleri garantisini vermekten başka bir mânâya gelir mi?
Onlara karşı sendika, grev, eylem gibi hak arama mekanizmalarını OHAL bahanesiyle devre dışı bırakacakları sözünü bizzat veriyor.
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun, “Kültür Davamız” adlı eserinden takip edelim:
“Bizim düzenimizde sendika olmaz ama, bu patron sultası da olmayacağı içindir; yani, patronun cebini şişirmek için değil… Kaldı ki, düzen bizim değil. Şimdi sendika zaruri; bu apaçık bir vakıa…” (s: 23)
Hadi Beştepe bunları yapıyor…
“İşçinin alın teri kurumadan ücretini verin” ölçüsüne bağlı olduğunu iddia edenler bu yapılan adaletsizliklere nasıl da sessiz kalıyor ve işçinin feryadını bastırmak için kanun gücünün kullanılmasına itiraz etmiyor, görmezden gelmeyi yeğliyorlar? Haksızlık karşısında bu suskunluk, diliyle dahi olsa kötülükleri engellemeye yanaşmama, dilsiz şeytan olmaktan başka ne ki? Sonra da utanmadan adaletin olmadığını ve adalet olmayan bir düzende yaşamak istemediklerini söylüyorlar…
Adaletsizliğin kaynağı bizatihi kendileri!
İşte, işçiler direndiler ve haklarını aldılar.
“Bu haksızlıklara madem elimizle mani olamıyoruz, bari dilimizle olsun itiraz edelim!” dahi diyemeyerek, bir kez daha “dilsiz şeytan” olmayı tercih eden “imânsız İslâmcılığın” sefaleti ortaya dökülmüş oldu.
Ahmet ÖLÇÜLÜ