Şekerleme… – Atilla ÖZDÜR
Hükümet olmanın sağladığı imkânları kullanarak meşruiyet görüntüsü içerisinde belli kişilere çıkar sağlanması her demde görüp, duyageldiğimiz gerçeklerdendir…
Erken Cumhuriyet’in yönetici kadroları ellerindeki siyasi nüfuzu kullanarak çevrelerine birikim fırsatı sağladılar. İttihat ve Terakki yıllarında sermayeyi Türkleştirme politikasının böyle bir özel arzu ve istekle yapıldığı gibi, Birinci Cumhuriyet ve sonrasının 28 Şubat’a açılan uzun yıllarında da, devlet eliyle ahbap kapitalist yaratma işleri hiçbir vakit ara vermedi…
Aralarında bazı mebusların da yer aldığı müteahhitlik işlerinin korumalı çevrelerde büyük servetlerin birikimine yol açışı, Vehbi Koç’un hatıralarında yer alır…
Yirmili yıllardaki ödemeler dengesinin açıkları, liranın değerini düşürür. Devrin başbakanı bunlara “yorganın boyutlarıyla ayakların uzunluğunu” nisbetleyerek çare arayadursun, iktisat vekili, çaydı şekerdi, bez ve gazyağıydı gibi temel tüketim mallarının ithalatından vazgeçip dahilde üretmenin formülünü arar.
Devletçiliktir, bulunan formül…
•
Türkiye’nin o günlerdeki Kemalist-antiKemalist bir kısım aydın tabakası, devletçiliğin, kapitalist olmayan formatında ısrarcı olurlar. Böylece “sanayide devletçilik politikası, devlet kapitalizmine kadar uzayan uygulamalarıyla Bayar-Menderes”li DP iktidarı sürecinde de hiç aksamadan devam ettirilir…
•
İlk şeker fabrikalarımız Uşak ve Alpullu’da faaliyete geçtiler. 28.000 çiftçi ailesi pancar ekimine başladı. Eskişehir ve Turhal’da da fabrikalar kuruldu. Pancar eken köylü ailesi 65.000’e yükseldi…
Pancar ekecek köylüye konuyla ilgili bilgi, vasıta, alet ve tohum desteği yapıldı. Yüzlerce araba ve pulluk, tohum ekme ve mahsul sökme makinaları, haşeratla mücadele pompaları ve pancar tarımı yapacak beher aileye hektar başına olmak üzere bir kağnı ve çift öküz dağıtıldı. Ayrıca, dönüm başına onar liralık ön ödeme yapıldı.
1935 yılında dört fabrika birleştirilerek “Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi” kurulur.
Bilahare işletmeye açılan diğer fabrikalarla birlikte devlet şeker sanayiine bizzat müdahil olur…
Kapitalist olmayan devletçilik de budur…
Devletlerin hükümetleri eliyle belirli kişileri kollayarak sermaye birikimlerini destekledikleri gibi, cumhuriyet kadroları da, belki de eşyanın tabiatından, İttihatçıların takipçisi olarak Sümerbank’ı kurarken, geleceğin özel sektörünün de temelini atmıştır…
•
Atatürk’ün bu ideali, ölümünden yarım asra kalmadan egemenliğin asker-sivil karma politikacıları tarafından “sermayenin tabana yayılması” adı verilen politikalarla gerçekleştirildi…
Bu politika, devletin küçültülmesini amirdi…
Hedef, büyük kaynaklara sahip az gelişmiş ülkelerin akıllarını başlarına devşirip, bölgelerinde söz sahibi olmalarını önleyerek, sömürge ya da yarı sömürge kurumlarının devamını sağlamak…
Yeni dünya düzeni denilen muhafazakâr yeni sağın temel amacı da, bu hedefe ulaşmaktı…
Şöyle ki;
“Gelişme ekonomisinden el ayak çektirilmiş devletin öncelikli görevi, kendi iç ve dış emniyetini sağlayıcı asker polis teşkilatını kurup, mülkiyet hakkının muhafazası için gerekli yargı ve hapishane hizmetlerini üstlenmenin dışında, ekonomik faaliyeti özel kesime terk ederek, kamuya ait üretim birimlerini de özelleştirmek olmalıdır…”
Ve böyle de oldu…
Atatürk’ün Sümerbank için kuruluşunda açıkladığı, “yeterli sermayeyi sahiplendiğinde” özel sektöre devredilebileceğigörüşüneyapışan, düşmanla savaşmamış ve yoksulluk yaşamamış tuzu kuru çağdaş Kemalistler, teker teker başlayıverdiler, kamu işletmelerinin ve KİT’lerin özelleştirilmesine…
“Sermayenin tabana yayılması” şekerlemesiyle…
Ve çoğu da, tepedeki kadroların yakın çevrelerinde yer alan ham kapitalistlere, hem de öldüm fiyatına…
Tekstil fabrikaları, şeker ve çimento, petrol işletmeleri. Et, süt ve yem fabrikalarıyla devletin üretim çiftlikleri gitti gider…
Şimdi de elde kalmış bir kaç şeker fabrikası sehpada, sırasını bekliyor. Akabinde zaten topu temeli ikiye düşen milli ve yerli bankalarımız, Halk ve Ziraat…
•
Maliye Bakanı Naci Bey, özelleştirme (gelir ve kazanç değildir) hasılatından bahseden konuşmasında, programa alınmış ipe çekilecek şeker fabrikalarından bahsediyordu…
Özelleştirme, tek atımlık bir fişek gibidir. Satarsın, bedelini alıp kullanırsın, seninle ilgisi kalmaz…
Daha önceki satışların takside bağlanmış alacaklarıyla birlikte bu yıla ait varlık ve mülk satışından gelen bedellerle birlikte, kasamıza on milyar lira girmiş…
Sırası gelen birkaç fabrika daha satılacak. Kim alacak bunları ve ne yapacaklar?…
Reagan’ın adamları alacak. Bunlar da mısır ekimiyle uğraşan büyük tarım kapitalistleriyle, halen Türkiye’de faaliyet halinde beş büyük fabrikası bulunan dünyanın başta gelen glikoz tekelleri…
Satılan fabrikalar üretimden alınır. Makinaları hurdaya satılır, arazisi imara açılır. Nişasta tekellerinin Beyaz Saray üzerinden bizim pancar şekerine nisbet kendilerinin nişasta şekeri üretim kotasını arttırmak isterler…
Zaten özelleştirme şeker üretimini düşürmüştür. Nişastalı glikoz üretimi artar. Artınca ne olur…
Ucuz olduğundan, kullanım alanı daha da genişler. Nişasta şekeri, Peygamberimizin Müslümana yakıştırmadığı bir hastalık olan obeziteyipompalar…
Bilhassa kadınlar, mahalle karıları, sosyetik hanımlar, işçi ve memureler yedikçe şişerler ve şiştikçe de ülkemizin sağlık sıhhat harcamaları artar…
Maliye Bakanı Naci Bey’in şahsında hükümet, bu işin sonunun nereye varacağını düşündü mü, düşünebilir mi?
Bakan bey der ki, millet üzülmesin diye sanırım,
“Şeker fabrikaları benim gözümün bebeği”…
Açık ifade edeyim…
Hiç inanasım gelmiyor…
iktibas: http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/atilla-ozdur/sekerleme-21864.html
Not: Bu iktibastaki fikirler yazara ait olup, Adımlar’ın ideolojik ve siyasi anlayışına zıt görüşler sitemizi bağlamaz.