HÜR SAVAŞÇI’DAN NOTLAR – MAKİNE VE İNSAN
– “Bizim yaptığımız işin karikatürüdür makine” der İBDA Mimarı Salih MİRZABEYOĞLU. Üçüncü senesine yaklaştığımız Konferans’ında söylediği bu söze karşılık, makine icat edildiğinden beri bu şekil mânâsını yakalamış bir materyalist, filozof veya sanatçı var mıdır diye araştırsak, sanırım bulamayız.
Bunları söyledikten sonra; “Müsaadenle hemen geliyorum” dedi ve telefonunu yanına alarak yan odaya geçti. 2. Dünya savaşının ardından inşa edilmiş bir bina olduğu için duvarları ince ve ister istemez “tamam kızım!” dediğini duyuyor, kiminle konuştuğunu anlayabiliyordum. Fakat gözlerim, her defasında gördüğüm halde yine de bıkmadan ve heyecanla izleyebildiğim kütüphanesinde. Birden Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na ait Zoraki Diplomat adlı kitap dikkatimi çekti. Kalktım, kapağını incelemeye ve sayfalarına göz atmaya başladım. Hızlı hızlı geçtiğim için, diplomatlık yaptığı dönemlere dair yaşadıklarını kaleme aldığını düşünüyordum ki, birden Hür Savaşçı içeriye girdi.
Kitabı yerine yerleştirip, yerime geçerken;
– “Enteresan bir kitaba benziyor efendim. Bir Türk diplomatının, özellikle Cumhuriyetin ilk ve 2. Dünya Harbi dönemleri ile alâkalı yaşadıklarını kaleme alması, ayrıca farklı ülkelerde geçmesi beni meraklandırdı. Ödünç alabilir miyim?”
– “Neden olmasın. Ama okuduktan sonra geri getirmek şartıyla…”
– “Başüstüne. Demin makine ile alâkalı demiştiniz…”
– “Evet. Kumandan’ın söylediği bu söz, aslında çağımızın tüm “Hümanist” geçinenleri de dâhil, bütün fikirci ve ruhçu kesimlere bir şeyler söylüyor. Tabi ki Müslümanlara da! Daha doğrusu İslâm ilimleri ile yakından ilgilenen Müslümanlara. Bir şeyi anlamak için sadece maddî olarak duymuş, görmüş ve dokunmuş olmak yetmiyor dostum. En başta samimiyet gerek. Daha burunlarının ucundaki zamanın bilgesini tanımıyorlar ama birçoğu kendilerini yüzlerce, binlerce yıl evvelkilerini beğenip beğenmeme makamına nedense yakıştırıyorlar. Bunu, şu an Kumandan’a şaşı gözlerle bakanların alayına bir eleştiri olarak söylemiş olalım. Fakat bugün “makine ve insan” üzerine sohbete niyetlendim, ne dersin?”
– “Memnuniyetle… Hatta bayılırım. Çağımızın sahte özgürlüğü ve esirliği ile birlikte sistemler arası çarpışmaya kadar varan bir konu.”
– “En azından fikri plânda kendimizi eğitmeye bakalım. Nasıl ki fikir, iki kablonun birbirine değmesiyle enerji üretimini sağlamanın kaynağı ise, daha da ötesi ve aslı, insan olmanın ve insanca yaşamanın sistemini kurabilmenin ana kaynağıdır. İnsanın dünya üzerinde maddî ihtiyaçları olduğu gibi birde öz yaradılışının vesile-i merkezi olan ve bu dünya ile birlikte ötesine bağlanan ruhî ihtiyaçları vardır. İslâm literatüründe “Hak ile Bâtıl” diye ifâde edilen amansız mücadele, bugün resmi olarak makineyi insana hâkim kılma davasında, “insanın muhtaç olduğu her şey” olarak pazarlayan, insanı makineye esir eden, bunu yaparken kendisi de esir düşen ve artık makinesiz bir hayatın olamayacağına kendini inandıran zavallı materyalist zihniyet ile insanın İNSAN olduğunu ve makineyi “Mutlak Fikrin” emrinde sımsıkı zaptetmenin idealini ortaya koyan ruhçular arasında cereyan etmektedir. Bir yanda makineyi idealleştirip insanı robotlaştırma davası, diğer yanda fikri idealleştirip insanı ahlâklaştırma davası! Salih Mirzabeyoğlu’nun Şubat 2012 tarihinde “Keşfü’z Zunun” başlığı ile yayınlanan Ölüm Odası B-Yedi’nin 92. bölümünden konumuza dair can alıcı bir kesit okuyarak meseleyi gediğine koymuş olalım. Bu arada “Keşfü’z Zunun”, Katib Çelebi‘nin Arapça olarak kaleme aldığı ve bilimler hakkında ansiklopedik bilgiler sunduğu bibliyografya (kaynakça) eseridir. Ölüm Odası’ndan okuyorum;
(İnsanın hayatta hayat iradesini gösteren ilk davranışı, “dokunma hassesi-duyusu” ile bitişik gıda ihtiyacı ve iştiyakı ile ilgilidir. Bu temel ihtiyacı ile şekillenen ve kısaca “üretim ilişkileri” içinde görünen, –mevzuumuz bu–, ilişki ve kurumlara etkileyici ve etkilenen olarak bu ihtiyaç, iktisadî alanda teknolojinin bütün alanlara hâkimiyeti içinde değerlendirilir olmuştur. Onun tek tayin edici oluşu içinde. Makinenin insan emeğinin yerini alarak zamanla ezen rolü, her ne kadar bütün kurumları şekillendirir görünse de, bu neticede tıpkı ŞAMAN ruhuna âit bazı hünerlerin teknoloji ile marifetten çıkması gibi, “ruhçuluğun hakikati”ne ihtiyacı belirtir bir çığıra varmıştır. İnsanın canlı kalma ve bütün faaliyetlerinde mevcut “ruhî çaba” esası, yine “başı da o, sonu da” aslının bu yoldan tezahürüne… “Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, kendine bir müeyyide arayan makine bilmecesinin çözülemeden kalmasıyla neticelenmiş” diyen Üstadım, teknolojinin siyaseti de ne türlü şekillendirdiğini – tayin ediciliğini… Neticede, “gölgesinden ürken eşek”; gölge yerine “makine”, eşek yerine de onun lûgat karşılıklarını, “uzun zaman, dünya, nefs, dil, kültür”ü, yâni insanın maddî ve mânevî suretlerini koyalım. Halen devam eden bu süreçte, insan ve toplum meselelerinin bir parçası yahut sistem çapında bütünü şekillendiren olarak görünen iktisadî ve elbette siyasî çalkalanmalarda, “doğru bir, ihtimaller ise sayısız; elverir ki ihtimâl hesabı o doğru olan bir ile olsun” tesbiti çerçevesinde, söylediğimiz gibi, MUTLAK FİKRİN GEREKLİLİĞİ davası kavransın. Bu herşeyden önce “bir hayat tarzı – ahlâk” davasıdır – “faiz yasağı ve zekât şartı”ndan sonra iktisadla doğrudan veya dolayısiyle ilgili bütün bir ölçüler manzumesi… Bundan sonra da, her davada ona mahsus niteliğiyle görünen ve gösterilmesi gereken Büyük Doğu-İBDA “İslâma muhatab anlayışı”…)
Buradan yola çıkarak, “Bütün insanlığa gösterilebilir ve tavsiye edilebilir bir fikir” gerekliliğini de apaçık anlamış oluyoruz. Ve bu Sistem, elbette ve sadece muhatabına ve tâliplerine hitâp ediyor. “İlim” meselesi gibi… Kâinatın efendisi ve Allah Resûlü’nün “Faydasız ilimden Allaha sığınırım!” duasını hatırlamak gerek. Demek ki faydasız nice ilim var değil mi? Biz de Peygamber duasına âmin diyerek, Kumandan’ın “sistem” muradını kestirmeye çalışalım. En başta söylediğimiz sözün anlamı, insan hayatı, fikri, ahlâkı ve sanatı üzerinde asıl emek sahibi olanların, en zirveden söyleyecek olursak en başta Peygamberlerin, sonra çile ve imân ehli veya imân arayan fikirci ve ruhçu insanlar olduğudur. Hani bugün çelimsiz adıyla “idol”, ki çok hayranlık duyulup benzemeye çalışılan tipler anlamında kullanılır ya, onun asıl anlamı “Put”tur. İnsan eliyle yapılan tapınmalık, küçük tanrıcıklar. İşte makine de aynen budur. Sanki makinesiz bir hayat düşünülemezmiş gibi bütün insanlığa zorla dayatılan put. Ve varılan nokta itibâriyle neşesini, hüznünü, namusunu, ticaretini, dünya görüşünü, kısacası maddî ve mânevî ihtiyaçlarını bu putun şekillendirmesiyle gideren İnsanoğlu!”
– “Neticede faydalı olduğu yerler de var ama makine ile alâkalı olarak aklıma reklamcılık geldi efendim. İnsanın elinde bir ürün vardır ve böyle bir ürünün kullanımına dair bir anons yapmak, haber etmek doğaldır. Hele de faydalı bir şey ise duyumunu gerçekleştirmek zaruri de olmaz mı? Ama bu böyle değil artık. Zorla almaya yöneltme olarak görüyorum. Yâni, “bak o aldı sen de al”. Yoksa istenilen “insan” tipi olmazsın ve dışlanırsın. Kapitalist baskı!”
– “Haklısın. Ticarî ahlâk olarak yerlerde sürünen düzenin varabileceği nokta da ancak burası olurdu. Meselemize geri dönecek olursak, helvadan yaptığı putunu hunharca yiyen ile kendi yonttuğu putuna tapıcı insan tipinin yerini, 20. yüzyıldan itibaren modern ve çağdaş olduklarını iddia eden ve kendi ürettikleri veya programladıkları mekanik şeylere esir düşen, varlığını ve insan olmayı yalnız bunlarla ölçen, nihâyetinde kullandığı şeye tapmaya kadar varan insan tipi peydahlanırken, buna karşı en sert cevap demin örnekleştirdiğimiz gibi “İNSAN”a değer veren ve insan emeğine sahip çıkan Müslüman Anadolu’dan, yâni mekanik dünya karşısında İnsan dünyasının ve ötesinin mücadelesini verirken, bunu bütün müesseseleriyle sistemleştiren (programlayan) dahi yönetmen Kumandan Salih Mirzabeyoğu’ndan geldi. Makinenin esareti altında “insan hakları”, “özgürlük” falan diye zırvalayanlar, oturup hallerine ağlasınlar. Savaş bütün şiddetiyle devam ediyor. Bu savaşı makine değil insan kazanacak!”
– “Efendim, demin insana hâkim olma ile ilgili bir şeyler söylediniz.”
– “Mesele bu. Makine deyince “teknoloji”yi anlıyoruz. Son teknolojik gelişmelere göre “yüz tanıma” teknolojisi öyle bir noktaya vardı ki, 0,02 saniyeye ulaştı. Bunu bu hafta içinde SVA adlı İnformasyon Teknoloji firmasının organize ettiği fuarda tanıtırken makinenin insandan daha akıllı olmasına ramak kaldı olarak lanse ettiler. İş bununla da sınırlı değil. İstihbarat teşkilatları ile birlikte çalışan bu gibi özel teknoloji firmaları tâlep üzerine bir cep telefonunu 30 gün geriye doğru takip edip, bir insanın ileriye doğru 30 günü hakkında neler yaptığı, nerelere gittiği, nerelerde kaldığına dair bilgiyi kaydedebiliyorlar. Ayrıca yakın zamanda insan tenine yerleştirmek ve anı anına kontrol etmek üzere hazırlanan “ÇİP”leri ekleyelim. Bu düzen kimin için hazırlanıyor? Amaç ne? Anlaşılıyor sanırım. Kumandan’a yapılan ve bugüne kadar eşi benzeri görülmeyen “TELEGRAM” işkencesi ortada. Bu bile savaşın kimler arasında gerçekleştiğini ispat etmeye yeter. En son bölümünde yine Ölüm Odası’nda kendisi tarafından işaretlenen zikri sürekli okuyup, Allah’tan Kumandanımıza güç, kuvvet, afiyet ve muzaffer olmayı niyâz edelim… “YA LÂTİF!”.
– “YA LÂTİF.”
– “Gayemiz ahlâkî boyutuna el atmak olduğu için fazlaca makinenin teknik olarak faydaları veya zararları etrafında uzun uzun değerlendirmeler yapmak niyetinde değilim. İnsan emeğini yok ettiği yerler ile birlikte günlük hayatı kolaylaştıran bir yanı da var ki, bu hem üretime katkı sağlarken hem de diğer yandan insanın uyuşukluğundan tutalım aptallaşmasına kadar varan bir hâl belirtebiliyor. Gelelim sahtekâr düzencilerin asıl yüzlerini ortaya çıkarmaya. 18. Yüzyıl’a kadar süren Ortaçağ’ın karanlık idaresinden kurtulma iradesiyle, Rönesans’ı icat ettikten ve bunun getirdiği dikta rejimlerini de ortadan kaldırdıktan sonra demokrasi sistemiyle birlikte özgürlük safsatasını ileri sürüp, “Hayat Tarzı” olarak, insanlara dilediğini yaşama imkânı sunduğunu iddia eden kâfirler, bu dönemi, asıl gayeleri olan tek dikta rejimini ve tek robot insan tipini oluşturmak üzere kullanmayı ve bunun gerçekleşmesi için şartların oluştuğuna da karar vermiş gözüküyor. Bu insanlık düşmanı rejim, demin bahsettiğimiz ÇİP meselesi gibi diğer mevzulara karşı çıkacak kim varsa isyankâr ve terörist olarak yok etmek, korku ve baskıyla ihtiyaç bahsini insanlara dayatıp milyarlarca insanı açlıkla tehdit etmek ve bu düzene boyun eğdirmek isteyecektir. Böylelikle Albert Camus’nün, “Ateşten ve yiyecekten yoksun bir insan için özgürlük, hiç de acelesi olmayan bir lükstür” tesbitinin işaret ettiği üzere nice insanın buna boyun eğeceği aşikâr. Nietzsche’nin, “Ev yandığında, insan öğle yemeğini bile unutabilir. Evet; ama sonra küller arasında yer.” sözünü de aynı perspektif içinde ele alabiliriz. Şunu da araya sıkıştıralım isterim; “Modern Sanat” denilen şey, aslında, mekanikleşen dünyanın etkisinde kalan bir günâh çıkarma psikolojisidir. Yâni “özgürlük”, öyle bilindik mânâda belirli kalıplara sıkıştırılmış bir şey değil. Makinenin bugün insana kazandırdığı düşünülen özgürlük, aslında tamamen hapsolma, bağımlılaşma ve robotlaşma! Fakat Batı’nın “özgürlük” diye dayattığı karikatür makineleşme, kendi içinde isyancılarını bulduğu ve bulacağı gibi ruhçuluğundan ve imânından taviz vermediği için en büyük tehlike olarak gördüğü İslâm Coğrafyası’na panik hâlinde saldırıyor. Öyle ya, Doğu’nun kendine has bir “hür olma” anlayışı var ve Batı’nınki gibi materyalist değil, tamamen ruhî. İşin vardığı boyuta dair bir Türk teknoloji yazarının bir televizyon kanalındaki konuşmasından ufak bir örnek verelim. Teknoloji’nin geldiği noktadan yola çıkarak Türkiye’nin eğitime, üretime ve sair gibi farklı alanlara ne derece katkı sağlaması üzerine çalışıyoruz muhabbetinden yola çıkıp, işte, Afganistan’a “Joystick”i ile gelip bomba attıktan sonra evine gidip oyun oynayan conilerden falan bahsediyor. Biz de diyoruz ki, “ıstırabını anlıyoruz teknoloji yazarı!”… İnsanı makineleştiren, makineyi de insanlaştırmaya çalışan bu manyak çağın, bir yandan doyumsuz, diğer yandan aptal insan kitleleri ürettiğinin sen de farkındasın. İnsan, ruhu düzgün olduğu sürece manyaklıktan ve aptallıktan korunabilir değil mi? Demek ki çözüm, teknolojinin büsbütün hâkim olması değil, aksine, başıboş bırakılınca ne kadar büyük bir tehlike olduğunun farkına varılması ve acilen, mutlaka, hâkikatini çözen bir fikrin emrine tâbi kılınıp öylece nereye fayda sağlayacaksa entegre edilmesidir. Yani bizzat makinenin özgürlük yularını elinde tutan fikir!.. Mesela, joysticki ile gelip Afganistan’da insanları parçalayan bombaları attıktan sonra evinde oyun oynayan aşağılık şerefsizleri başarılı göstermek durumunda değiliz. Çünkü Taliban, teknolojisi olmadığı halde bu şerefsizlere kök söktürüyor. Demek ki, insan ruhu ve imânı her türlü teknolojinin üstünde. Eğer ki insanî bir “Hayat Tarzı”, özgürlük, huzur, alışveriş, temiz ve sağlıklı bir toplum meselesine reçete aranıyorsa, insanlık bunu ancak İslâm’da bulabilir. İBDA külliyâtı bunun için var. Ve kim neyi dayatma sevdasında olursa olsun plân Mutlak Murad’ın doğrultusunda işlemeye devam ediyor. Açıkçası, asıl İslâm nizâmı kendisini dayatıyor. Adımlar Dergisi sözcüsü Sayın Cem Türkbiner Bey’in kısa zaman önce “Diyalektik ve Mantık” üzerine gerçekleştirdiği sohbette meselemize uygun harikûlade bir söz ediyor: Masumluğunuzu feda etmeden hür olabilmenin tek rejimi İslâm’dır!”
– “Mükemmel bir cümle!”
– “Devrimci, sadece mevcudu yıkmanın değil, yeni anlayışın hâkim olmasına dair bir hamle gerçekleştiren olduğuna göre, masumluğunu feda etmeden, mimarî ahlâktan siyasî ahlâka kadar sınırsızca hür olacağı bir rejim inşâ ve imar edebilmek için yıkmayı göze alandır aynı zamanda. Bunu gerçekleştirirken Kumandan’ın, yine konferansında söylediği; “Bir başkasının nefsiyle ilgilenmekten zevk duyar!” sözüne muhatap olur. Haklı olduğunu, hak ettiğini ispatlamak üzere zıt olduğu kesimlere en net bir biçimde diyalektiği ve eylemleriyle fikri aktarmayı ve hazmettirmeyi hedefler. Haklılık davası hak etmek meselesiyle iç içe olduğundan acısına talip olmadığı sevdaya yüz sürmez, süremez. İster ki; daima “nefsi ağlarken ruhu gülsün”. Çünkü son tahlilde zulmün kolay, merhametinse zorların zoru olduğunu bilir. En nihayetinde kim neyi hak ediyorsa, karşılığını tam olarak alacağı rejime imân eder. Bu dünya ve ötesinde… Dolayısıyla, “Kâfir cennete sokulsa huzursuzluk ve rahatsızlık duyar, mümin de, cehenneme sokulsa yanmaz!“ ölçüsüne inanır. Son olarak tekrar edip sohbetimizi bitirelim… İslâm, dünya ve madde âleminin bütün zıtlarını bir arada yaşatabilen ve imân ehli için ahirete köprü olan tek rejimdir. Muhatap Anlayışı da İBDA!
Nihan ÖZTÜRK – ADIMLAR Avrupa
24.11.2017