“ALLAH’TAN KORKMAZ, KULDAN UTANMAZ” TİPİN GELİŞİM SÜRECİ
Ölçüyü çiğneyeni çiğnemiyorsan,
Bil ki o ölçü seni çiğneyecek.
“ALLAH’TAN KORKMAZ, KULDAN UTANMAZ” TİPİN GELİŞİM SÜRECİ
-Selâm; bu görüntülü haberleşme ortaya çıktığından beri, insanların karşılıklı birbirlerine yılışmasına ve şebek gibi el kol hareketleri yapmasına acayip uyuz oluyorum… Bir dönem Hıncal Uluç ve onun gibiler spor programları sunduklarında, programın sonunda ekrandan millete sırıtarak gayet lâkayt el kol hareketleriyle veda ederlerdi…
-Aleyküm selâm… Hele bir soluklan, bir sakin ol… Belli ki yine taktın bir şeylere… Üstelik daha bizim “Sözcü” gelmeden bir hışımla girdin meselelere ama, belki seni kızdıracak bir şey söyleyeceğim, ben o bahsettiğin Hıncal Uluç’lu günleri dahi özlüyorum, bugünkü mide bulandıran şebek soyuna baktıkça…
-Tabi, tabi haklısın; ben de bu girişten dolayı özür dilerim, ama inan ki insanlığın bu denli öğütülmesine şahit olmaya artık dayanamıyorum desem abartı değil. En iyi, “transistörlü” radyo kullanan veya onlardan sonra müziği “volkmen”den dinleyen neslin anlayabileceği bir şey var ki, o da şu;
Gözünü bilgisayarla açmış ve internet başında şu kadar saatini geçiren bir insanın , bilgisayarın karşısında büyümesi ne korkunç bir şey; “sosyal olan” her şeyin içinde İNSANÎ olan ne varsa değirmen taşında buğdayın öğütülmesi gibi öğütülüyor. “Sosyal” derken kastımın “sanal sosyallik” olduğunu anlıyorsun…
Bu kişinin, maalesef, zihninde gerçeğe ait hiçbir imaj mevcut değil…
Mesela Hz. Ömer imajını bu kişinin zihninde ne oluşturabilir? Hele bir de “devlet başkanı” adına yaşadığı zaman diliminde “hırsız” ve “yalancıdan” başka bir şey yoksa ortalıkta.
-Hıncal Uluç gibi tiplere ne kadar kızsan da, bir entelektüel seviye belirtiyordu, bugünkü tiplere göre kıyas kabul etmez… “Hedonist” karakterler arasında bile bir fark oluyor!..
-Kesinlikle. Biliyorsun ki, her dönem arasında devamlı kıyaslama yapıyorum ben.. “Ben ne de olsa iyiyi de gördüm…” uyarısına ve bu uyarının devamına nasıl sıkı sıkıya bağlı olduğumu biliyorsun. Daha önceden var mıydı hatırlayamıyorum ama, bu uyarının az-buçuk “şuura” çıkmasından sonra bu anlamda ben de bir “zaman saplantısı” diyebileceğim bir hâl oluştu. Bu saplantı devamlı olarak beni dönemler arası kıyas yapmaya zorluyor. Diğer taraftan ise, insan ömrünün bu kısalığına rağmen nasıl bu kadar alçalabildiğine de şaşırmamak ve bunu “saplantı” haline getirmemek mümkün değil. Akşamdan beri bir taraftan buraya gelmek için hazırlık yaparken diğer taraftan da fikri sabit halinde düşünüyorum: Bunlar kadar çalmanın çırpmanın ve memleketi soyup soğana çevirmenin “ilmine varmış”, tüm yaptıklarını da kendi nefslerine bir hak olarak gören bir siyasetçi kuşağını ne gördüm ne de tarihte hatırlıyorum. Bunlardan önceki siyasetçilere yaptığımız bazı eleştirilere bakıyorum da bugün yapılanlar karşısında, “adamlara haksızlık mı yaptık acaba?” demekten kendimi alamıyorum. Adamlar öyle şeyler yapıyorlar ki değme aklın hayaline uğramaz. Seçim zamanlarında dağıtılan kömür makarna muhabbetini biliyorsun…
-“Sosyal Devlet” olmanın gereği olarak yapılan milletin malının, millete “yardım” adıyla verilmesinden bahsediyorsun…
-Aynen, ondan bahsediyorum. “Sosyal Devlet” tartışması bir tarafa bunların bu adla ortaya koydukları sefalet de başka bir taraf. Neyse, akşamdan beri bu “yardımları” düşünüyorum… Adamların hayatı yolsuzluk ve bunu “ilim” hâline getirip, bu “ilmin” kuruluşunu ve esaslarını sanki açıklamak üzereler… Şaka bir tarafa, “yardım” misali üzerinden kafayı taktığım yolsuzluk olayını eski kuşak siyasetçi yapsa şöyle yapardı, yani kendine şu şekilde yontardı; bedava kömürü makarnayı verir, başkada bir şey yapmazdı… Onun “istismarının” sınırı buydu… Daha sonra da oturur seçim zamanlarında bu istismarının “oy” olarak kendisine dönmesini beklerdi. Peki bunlar nasıl yapıyor bu işi? Milletin malını millete “bedava” kömür, makarna olarak veriyor; bunu verirken kullandığı bir sürü unsur var… Mesela bu kömür ve makarnanın nakliyesi… Misal bu ya; Bedava kömür ve makarnayı motosiklete taşıttırıyor… Bu motosiklet günde “200 kilometre” yaparak bu nakliye işlemini yerine getirirken günde “20 ton” da yük taşımış olsun… Dikkat ettin mi hem nakliye aracı olarak gösterdiği taşıttan hem bu taşıtın yakıtından hem de bu taşıtın taşıdığı iddia edilen yükten vurgun yapıyor. Sonra bir bakıyorsun ki, dağıtıldığı söylenen kömür makarna bir yerler de satılırken ortaya çıkıyor… Yani ne oluyor; “bedava” verilen kömür ve makarnanın bedeli kat be kat devlet kasasından alınırken, yük yine bedava kömür ve makarna aldığını zanneden milletin sırtına biniyor. Peki arada söğüşlenen para? Tabi ki işi yapanın cebine giriyor.
-Vicdanın sıfırın altında bile olmadığı bir durum…
-Hakikaten öyle. Burada güme götürülen tabiî ki İslâm oluyor… Bunlar 90’lı yıllarda “hırsızın elini keseceğiz” diyen tipler… Hatta İslâm’daki “hırsızın kolunun kesilme” emrine karşı çıkan “Laiklere” “hırsızlık yapmayı mı düşünüyorsunuz?..” demiyorlar mıydı? İktidara da böyle gelmediler mi? O zamanlar bir Ergün Göknel olayı, Demirel’in yeğeni filan vardı. Bu tipler demiyorlar mıydı “biz iktidarda olsak bunların kollarını keseriz” diye… Bundan dolayı bunların 90’lardaki “40’ından sonra dünya nimetlerini keşfetmedikleri” yani, genç oldukları zamanlardaki bu tavırlarından dolayı hangi kesime mensup olursa olsun herkesin bu “kol kesme” konusunda ısrarlı olması gerekir. Kendi iddiaları ve inandıklarını söyledikleri mânâlara göre yargılamak gerekir. Çünkü iktidara onları istismar ederek çöreklendiler. Allah’ı –haşa– suç ortağı yaparak devam eden bu soygun düzeninin önüne başka türlü geçemezsin. Haliyle bu işlere karışmış olan herkesin kolunu kütüğün üzerine koymak gerekir. İslâm dışı olanlara merhamet gösterilebilir ama , “Allahsız, dinsiz laiklere” karşı “İslâm, İslâm” diye yumruk sallayarak iktidara gelen hırsızlara merhamet edilmemesi gerekir. Geçmiş dönemlerde ortaya çıkan hırsızlıklara karşı “biz olsak adamın kolunu götürürüz, bir daha kimse milletin bir kuruşunu çalamaz” diyerek iktidara gelenler bu işi yaptı… Hâliyle dedikleri aynen tatbik edilmeli bunlara. Bir Müslüman olarak bir insanın buna isyan etmemesi mümkün mü? Nasıl isyan etmez?
-İyi bir tevafuk oldu… Akşamdan beri nereden zihnime saplandıysa ben de aynı şeyleri düşünüyordum. Bugünkü ele almayı düşündüğümüz meselelere bu düşünceden dolayı da bir türlü konsantre olamadım desem yeridir. Eski kuşak siyasetçiler dönemine baktığımızda şuna benzer ifadeleri çok duyardık: Filanca parti ve lideri veya kadroları sonuna kadar eleştirilir ve saldırı altında tutulur ama “şu adam da dürüst, onurlu, vatanını milletini seven birisi” denilerek, o yapı içerisindeki müspet tipler işaretlenirdi. Şimdi ise ilk defa hepsinin birbirine benzediği ve adeta “suç ortaklığı kardeşliği” gibi bir yapıyla karşı karşıyayız; ve, maalesef içlerinde “şu adam kesinlikle bu işlere bulaşmaz” diyebileceğimiz tek bir fert bile mevcut değil. Bulaşmayacaklar, zaten bulaşmamak için baştan itibaren tedricen bu çeteden koptular. Basında, bürokraside, belediyede, din adamları gurubunda, mahalle temsilciliği görevinde ve devletin tüm kademelerinde yer alan bu yapıya mensup tüm adamlar “suç ortalığı kardeşliği”ne üye ve alayı yolsuz, hırsız. 16 seneden beri ülkemizden başlayarak MOĞOL ORDUSU gibi talan edilmedik ülke kalmadı; kelimenin tam anlamıyla bölgenin başına belâ oldular. Şimdi de “vatan savaşından” bahsediyor bu MOĞOL ORDUSU….
Bu MOĞOL BELÂSINDAN kurtulma hamlesi GERÇEK VATAN SAVAŞI’nın en önemli cephesidir. Ortalığa saçılan tüm bu ahlâksızlıklara “nedir bu hâl” diyecek bir tane adam çıkmaz mı? Çıkmıyor. Hem Türkiye hem de dünya neredeyse yaptığı tahribat nispetinde MOĞOL ORDUSU’undan daha beter diyebileceğimiz böyle bir teşkilâtla ilk defa karşılaşıyor. 2002’den beri süreç içinde görüyoruz ki, “iyi” diyebileceğimiz insanlar farklı farklı sebeplerden de olsa bu yapıdan ayrılmışlar. Bunların ayrılmasıyla da ortada insanı dehşete düşüren bir “menfaat çetesi” kalmış. Özal’ın “BENİM MEMURUM İŞİNİ BİLİR” döneminden, “GÜNÂH İŞLEME ÖZGÜRLÜĞÜ” dönemine geldik dayandık. Ortaya çıkan NETİCE ise, Harami Çeteleri eliyle “inşa” edilen bir HARAM TOPLUMU.
Demek ki, belâ, bu haramiliğe ses çıkarmayanları da kapsar şekilde UMUMÎ geliyor. Daha önce bir benzeriyle karşılaşılmayan bu durumu ilerde sosyoloji başta olmak üzere tüm ilim dallarının her açıdan inceleyeceğini düşünüyorum… Hırsızlıkları nisbetinde seviyesizlikleri de bir o kadar paçalarından akıyor…
-Ben de tam onu diyecektim; Türkiye’yi bilmem ama, Avrupa’da üniversitelerde araştırmalar yapılır ve bu durum tez çalışmaları halinde ortaya konulur. Sen sözünü unutma araya sıkıştırıyorum, bu adamlar, bahsettiğimiz bu yapı yıllarca AHLÂK adına muhalefet ettiler ve kullandıkları ahlâk da İslâm ahlâkıydı… İnsanın ağrına giden bu… Bunun anlaşılması, anlatabilmemiz lazım.
-İşin vahim tarafı ve bizim üzerine eğilmemiz gereken nokta burası zaten.
-Müjde gibi olacak ama, kafa taktığım bu insanların nasıl bu hâle geldiklerini ve psikolojilerinin, ruh hallerinin ne olduğuna, nasıl bir seyir izlediğine dair bir şey buldum. Bu hususu da birazdan açıklamak üzere buraya bir işaret olarak koyuyorum. Çünkü bu hâlin bir açıklaması olmalı, bu insanlar nereden çıktı, nasıl bu hâle geldi, bunlar uzaydan gelmedi bu dünyanın mahlûkları… Epeyden beri buna kafa yoruyorum, zannedersem bu konuda mesafe de kat ettim… Çünkü küçüklüklerinden beri Allah, peygamber, din, imân diyerek büyümüş adamlar bunlar. Mesela CHP veya diğer kesimlere mensup veya İslâm dışı çevrelerde büyümüş adamlar değiller ki, hadi diyelim “Ya zaten Allah korkusuyla büyümediler, şahsiyetleri o şekilde oluşmadı”… Yetiştikleri çevreler belli bu adamların… Ve hep buna kafa yoruyorum… Bunun açıklaması var, biraz sonra söyleyeceğim bakalım sen katılacak mısın bana veya sen ne diyeceksin bu konu hakkında.
-Biz hadiseyi din bağlamında değerlendirirken, “bu hadiseyi bir Batılı nasıl değerlendiriyor?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Mesela Amerika’da görülen davaya gösterilen ilgiyi sadece “siyasî” olarak açıklayamayız. Benzer davalar daha önceleri görülürken kimse böyle bir ilgi göstermedi ve sessiz sedasız o davalar halledildi. Davanın “siyasî” tarafı yok demiyorum, gösterilen ilginin ve merakın başka sebeplerinin de olduğuna dikkatini çekmek istiyorum. Davayı takip edenlerin “bu işi nasıl yapmışlar nasıl örgütlemişler, nasıl bu kadar pervasızlaşmışlar” şaşkınlığını da görmek gerekir. Bir siyasî örgütün sanki “hırsızlık” amacıyla örgütlendiğini gösteren bir duruma insanlar hayatlarında kaç kere şahitlik ediyorlar? Bir kişi, iki kişi değil, tepeden aşağıya tüm teşkilât işin içinde… Bu da insanlarda bu işin nasıl yapıldığına dair büyük bir merak uyandırıyor… Bizim 94 yılından beri takip ettiğimiz dünyanın ise 2002 yılından beri takip ettiği rüşveti, yolsuzluğu devletin temeli haline getirip, daha sonra da “devlet politikası” olarak bu durumun “politik tavır” ve “ahlâkî tutum” hâlinde bugünlere kadar taşınması… İnsanların “merakla” seyrettikleri durum bu aslında… Ahlâkî kaygısı olan ve dünyanın daha yaşanılır bir hâle gelmesini isteyen Batılı bir insanın da kurtulmak isteyeceği bir yapı…
-Tabiî ki… “Genel Ahlâk” dediğimiz bir şey var… Şu dine mensup olursun veya bu dine, “genel ahlâk” dediğimiz şey bunlarla alâkalı değil… Bir takım hususlar için birinin sana bir şey söylemesine gerek yok… Hilkâtten-yaratılıştan itibaren tabiri caizse Allah, bu “Genel Ahlâk”ı senin genlerine kodlamıştır… Durup dururken, komşunu öldürmezsin, onun malını çalmazsın… Bunlar sende mevcut, iyi olan ne, kötü olan ne? İnsan bunları bilir, çünkü insanın VİCDANINDA kayıtlıdır bunlar. Mesela hiçbir canlı gidip onu doğran anneyi öldürmez; ona öğretmesen bile bu böyledir… Kız kardeşine dokunamazsın, kimse öğretmese de bu his olarak vardır sende. Bir de işin tecrübe edilmiş tarafları var, yani insanların tecrübeyle birbirlerine aktardıkları fakat tüm insan topluluklarının hilkatten bildikleri Genel Ahlâk kuralları, sonradan kimsenin bunları öğretmesine ihtiyaç duymadığımız kurallar… Bu “genel ahlâk” kurallarına da aykırı davranan insana ne isim vermek ve nasıl nitelemek gerekir?
-“Sözcü”nün verdiği “kız çocuğunu diri diri gömme” misali buna denk geliyor herhalde. Kız çocuğunu diri diri gömmemen için ayet gelmesine gerek yok, Allah, bu “Genel Ahlâk” kuralını sana yaratılıştan vermiş zaten.. Gömen adama gelen ayet bundan dolayı onu suçlayıcı ve kınayıcı oluyor…
-Çok güzel misâl… Bizim “sözcü”nün diğer başka misalleri gibi meseleye “cuk” diye oturdu. Şimdi soru şu hırsızın en adisi, en kurnazı veya hırsızlığın sınır tanımaz şekli, hayale sığmaz haliyle neden sağ iktidarlar zamanında ve muhafazakâr olduğunu iddia eden “İslâmî” çevrelerden çıkıyor? Bunun kesinlikle “ilme” bakan bir tarafı var… Özal dönemini özetleyen “Benim memurum işini bilir” sözü malûm… O söz bugüne senin de ifade ettiğin üzere “Günâh işleme özgürlüğümüz engellenemez” şeklinde geldi ve Özal dönemindeki hırsız tipi baş döndürücü ve insanı dehşete düşürücü bir şekilde tekamül ederek adeta insan azmanı diyebileceğimiz bir görünüm içinde “dönüştü ve gelişti”. Bir de yapılan ahlâksızlıklara Hz. Ömer’in filân alet edilmesi insanı iyice çileden çıkarıyor… Kudüs Fatihi Hz. Ömer’in, oğluyla, “paraları sıfırla” diye gizli gizli konuştuğunu hayal edebiliyor musun?
Sorduğum soruya Ehli Sünnet inancını ve itikadını ve bu inanç ve itikada karşı içeriden veya dışarıdan oluşmuş sapkın inanç ve itikatları göz ardı ederek bence doğru cevap veremeyiz. Konuşmamızın tabi gidişatında mesele zaten ister istemez oraya kıvrılacak. Buraya dikkat et, bu adamlar küçüklüklerinden beri “Allah nedir, nasıldır, görülür mü görülmez mi, var mıdır, yok mudur” diye kafa yordukları bir çevrede büyümüş… İçine doğdukları çevre bu olduğundan dolayı da devamlı düşünüyorlar: “şunu yapsam günah olur mu, bu günah mıdır, şunun hükmü nedir?” filan… Veya hepimizin çocukluğunda sorduğumuz diğer sorular “Her şey Allah’tansa bu niye oluyor, Allah bizi seviyorsa niye hasta oluyoruz, niye ölüyoruz?” gibi şeyler, herkes bunları çoğaltabilir… Yani devamlı nefsleriyle baş başa bir didişme halinde “ilim tahsil” ediyorlar. Tam bu noktada sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim, bu “didişmeden” iki tip insan çıkar:
1- Allah’tan korkan ve her anını onun huzurunda geçirdiği şuuruyla tüm ilişkilerini Allah’ın hadlerine göre ayarlayan ve Allah’ın yarattığı hiçbir şeyden korkmayan, her şeyi yerli yerine koyan “elinden, dilinden ve belinden” EMİN olunan Mümin tipi…
2- Allah korkusunu yitirmiş ama, menfaati icabı toplum içinde korkuyormuş gibi davranan, diğer taraftan nefsini ilah edinmiş, Allah’tan başka her şeyden korkan Münafık tipi.
Bu iki tip şöyle bir köşede dursun, biz konuya devam edelim… Sana “çözdüm” derken şaka yapmadığımı anlayacaksın…
-Dikkat ediyorsan hiç araya girip sözünü kesmiyorum…
-Farkındayım, sükunetini nadir muhafaza ettiğin anlardan birine şahit oluyorum, neyse devam… Yukarıda bahsettiğimiz “didişmelerine” ek olarak bu adamlar bir de İslâm içi tartışmalara da şahitlik ederek veya duyarak ve okuyarak büyüyorlar. Nelerdir bunlar mesela “kader” bahsi, mesela “O değil ondan” ölçülendirmeleri içindeki “Vahdeti vücut” meselesi, mesela Küllî İrade- Cüzî İrade çerçevesinde “irade” meselesi ve tabiî ki “hürriyet” bahsi… “Her şey Allah’tan” hakikati üzerine bu tipler düşüne düşüne şu noktaya geliyorlar: “O değil ondan, birde ben O’nun en büyük sırrıyım… Ee ne oluyor bu durumda, tamam şimdi buldum demek ki, ben oyum.” Yani “doğru” adına ne varsa hepsini ters yüz edip kendi yaptığına uyguluyor.
-Uluhiyete-İlâhlık taslamaya kıvrılan nokta, tabi KİBRİN en üst noktaya çıkmış haliyle…
-Evet KİBİR mevzuu bu işin can alıcı noktası…Öyle bir nokta geliyor ki, okudukları, yazdıkları, çevreden duydukları ne varsa hepsine nefslerine maletmiş oluyorlar. Nefsin tatmin olmadığı, doymadığı ve dünyayı yutsa “ben ilâhım” diyeceği noktaya varırken KİBİR bunların “can yoldaşı”… İşin “sırrını” çözen bu tip daha sonra, biri ortaya çıktığı çevreye, diğeri de dışa karşı olmak üzere iki tutum geliştiriyor… Dışa karşı geliştirdiği tutum şöyle: “Bu din işi olduğuna göre ve dini hiç bilmeyen adama kıyasla bu işin sırrını ancak ben çözebilirim ve çözdüm de” diyor.. “Bu çalmak-malmak işi benim için söz konusu değil, bana günah filan yok; onlar işin sırrını çözememiş, “din işlerinden” anlamayan birer “salak” oldukları için ben onlar üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip olarak onların elinde avucunda ne varsa çalabilir ve yağmalayabilirim” şeklinde çoğaltıyor düşüncelerini… Bence “”ar damarlarının” çatlayıp haya duygularının biterek “Allah korkusundan” kurtuldukları nokta buralarda başlıyor.
İçe karşı geliştirdiği tutum ise, sapkınlığına gelebilecek mukavemete karşı zorla veya hile ve aldatma ile “biat” ettirme şeklinde ortaya çıkıyor ve içinden çıktığı kesimin tutum-eğilimlerine göre her türlü istismarı yaparak istediği algıyı inşa ediyor. Her iki tutumda ortak olan ise, her türlü haksızlığın kendisi için bir hak olduğu, “hakkını” alırken de her yolu mübah kabul ettiği tavrı… Bundan dolayı bu tip kendisini hiçbir AHLÂK ANLAYIŞI VE KURALIYLA bağlı hissetmiyor. İşte İTİKADÎ SAPITMANIN kendini gösterdiği nokta tam da burada ortaya çıkıyor. Sapıtmayla birlikte yitirdiği ilk şey de ALLAH KORKUSU oluyor. Bu tipin MUTEZİLE gibi, Ehli sünnet itikadına zıt örtülerle kendini göstermesi de bu tutumundan dolayı tesadüf değildir. Şimdi “mezhepsizliğin dinsizliğe” neden köprü olduğunu daha iyi anlıyoruz. İşin “sırrını çözdüğünden” dolayı bu İblisin çocuğunun artık ALLAH’TAN KORKMASINA gerek yoktur ve her türlü hakkı yemek, anasının AK SÜTÜ gibi helaldir, bu onun hakkıdır. Hırsızlığın her türlüsünü hiç sıkılmadan yapabilen, vatan duygusu olmayan, vatandan anladığı tek şeyin ise, ele geçirdikten sonra yağmalanması, çalıp çırpılması ve soyulması gereken toprak parçası olduğuna inanan bu tipin Ehli Sünnet düşmanı veya Ehli Sünnet kılığına bürünmüş itikadı bozuk bir MEZHEPSİZ olması da tesadüf değildir. Çünkü devleti önceleyen ve İslâm’ın devletle yaşanabileceğini söyleyen Ehli sünnet itikadı içinde bunları yapamazsınız, burada yaptığınız pisliklere meşruiyet zemini bulamazsınız. İslam dışı çevrelerin akıl edemediklerini bunlar yetiştikleri İslâmî çevrelerde uğraştıkları “ilimle” akıl ediyorlar… İşin “ilmine vardılar” dediğim nokta burası.
Yaklaşık 25 yıldır cezaevinde yatan gönüldaşım Cihat Özbalat’ın tavsiyesiyle okuduğum Van GOG’un abisine yazdığı“mektuplar”ın da geçen güzel bir sözü var:
“Vicdan aklın en yüksek aşamasıdır.”
Son derece hassas ve duyarlı bir insan olan Van GOG’un Bu cümlesini okuduğumda bu yüzyılda insanlığın vicdanını temsil eden İBDA Mimarı’nı düşünerek çarpılmış, ona nisbetle bu tiplerin nasıl bir sapkınlık içinde olduklarını bir kez daha anlamıştım. Belki basit bir ifade olacak ama bu kalbindeki haya duygusu yitip gitmiş hırsız ve mezhepsiz tayfasında VİCDAN yok… Din içinden vicdansızlığa ve imansızlığa varmak korkunç bir şey, bu insan tipi her türlü kötülüğü yapabilir… “İYİDEN KÖTÜYE GİDENİN” kötülüğü hiçbir kötülüğe benzemez. Ayrıca “CAHİLİYYE” dediğimiz durum da bununla yakından alakalı… “Cahil” bilmiyen mânâsına cahil değil… “Koca karı imanından” olabildiğince uzaklaşmış tipler. Sıradan bir insanın imanı bunlarınkinin yanında neredeyse “ulaşılması” gereken olarak kabul edilebilir. Sıradan insanın ALLAH KORKUSU bunlar için alay ve istismar mevzuudur. Sıradan insan kendi cahilliği içinde kendi anlayışına göre kalbinde varolan Allah korkusu ve utanma duygusu içinde AHLAKLI davranırken, bu HIRSIZ VE MEZHEPSİZ tipin ise, “ilmi” artıkça AHLÂKSIZLIĞININ DA arttığını görürsün. Şeytan’ın ilmi gibi… Sıradan, saf ve masum dediğimiz insanın imanı “bilmenin gayesi” olan bir noktada dururken bunlar ise, ilimleri ve bilmeleri arttıkça o “gayeden” uzaklaşıyorlar. İnşallah İBDA DEVRİMİNİN neden “ahlak devrimi” olduğu bu ahlaksız iki tipe bakarak daha iyi anlaşılır. Anlaşılıyor ki bu sapıtma nuktasında bu iki tip şöyle düşünüyor;
“Ne iyilik ne kötülük, ne sevap ne günah bunların hiç birisi bana yok. Ye, yiyebildiğin kadar, çal çalabildiğin kadar. İhanet diye bir şey hakikatiyle olmadığından, dine, millete,vatana, dosta yani her hangi bir değere ihanet de söz konusu değil. Tek gaye iktidar olmak ve orada kalmak; bu gaye için de her türlü yalan söylenebilir ve her türlü fırıldak çevrilebilir. Zaten yalan diye bir şey de yok.”
Bu iki tip yani, dinin içinden çıkmış İTİKADI SAPKIN HIRSIZ ve MEZHEPSİZ tipi dünyadaki en tehlikeli insan tipidir. Çünkü bu iki tip geldikleri aşamada artık Allah’ı kendileri gibi “zan” etmektedirler; her şeyi unutan ve aradan zaman geçince sanki hiçbir yapılanın hesabını sormayacak olan… Bu noktaya Şeytan’ın “ilmiyle” vardıklarının farkında bile değiller. Ama bir kere imân, kılıcın kınından sıyrılması, gecenin gündüzden çıkması gibi bunların kalplerinden sıyrılıp çıkmıştır. “İşte CAHİLİYYE devrindeki putperestler de sizin gibiydi, sizin atanız EBU CEHİL” desen bu “ilim sahiplerine” sana kostaklanıp kızmaktan da geri durmazlar.
-Hırsızlığıyla meşhur birinin “Necip Fazıl” istismarıyla MEZHEPSİZLİĞİ meşhur birine verdiği ödül bunun için şaşırtmadı seni. Aynı, bu iki tipin TÜRK düşmanı olmasına şaşırmadığın ve bunu tesadüf görmediğin gibi…
-Hem Türk düşmanlığı, hem devlet olgusuna düşmanlık, hem de “Necip Fazıl” istismarıyla İBDA’ya düşmanlık ve önünü kesme gayreti benim için kesinlikle tesadüf değil. Milletin malını bu pervasızlıkta çalan ve devlet kasasını yine aynı pervasızlıkta boşaltan bu tipten daha fazla kim MİLLET, DEVLET, VATAN ve DİN düşmanı olabilir? Sahabe ve Sünnet ve Cemaat Ehli ve tabiî ki “İSLÂMA MUHATAP ANLAYIŞ” kapsamında meselenin daha iyi anlaşılabilmesi ve benimsenebilmesi için daha sonra devam etmek üzere bu tipin ALLAH’TAN KORKMAZ KULDAN UTANMAZ hâlini tahlil etmeye şimdilik burada ara verelim. “Sözcü” teşrif ettiğine göre, bize üzerinde çalıştığı yeni “ŞİFRELEME” sistemi hakkında bilgi versin, hem de bu gün asıl gündem maddemiz olan ülke çapında nasıl organize olacağımıza, bozulan ve kurulan yeni ittifaklar karşısında nasıl konum belirleyeceğimize dair meseleleri değerlendirmeye geçebiliriz… Yani İktidarın nasıl fethedileceği ve yeni iktidarın nasıl teşkil edileceği meselesi…
-Sen nasıl uygun görürsen Başkan.