ESATİR VE MİTOLOJİ’YE DAİR: 4 – SİYAHÎ PEYGAMBER
ESATİR VE MİTOLOJİ
Eserin ikinci bölümü A’raf Suresi’nden, Âdem’in Yaratılışı, Yeryüzünün Hâli, Cennet’ten İnişin Mahiyeti, Hikmet Üzerine, Hatâ, İniş gibi başlıklardan oluşuyor.
Hatâ isimli bölüm, aşağıdaki gibi:
– “SİYAH TAŞ hakkında hadîs:
‘Hacer-i Esved Cennet’ten
sütten daha beyaz inmiş idi
Ademoğullarının günahları
onu karartmıştır…’
Bu hadîs vesilesiyle görelim
lâfız menfî bir mânâ gibiyken
mânânın müsbete işaretini
sözler giderken tersine
mânânın gidişinin Mersin’e…
Mesele:
Âdem’in hatâsı olmasaydı
ortaya çıkmayacaktı efendiliği dünyada
hatâ Âdem’i efendi yapan
ve O’na seçilmişliği kazandıran şeydir
–dikkat etmek gerekir!–
bu sözler hatâya medhiye değildir
Âdem’in hatâsındaki hikmet nedir
bunu gösterir!
Siyah mânâsındaki `SEVD` ile
EFENDİ anlamındaki `SEYD` arasında
mânâ ilişkisi
Âdem ve Âdemoğulları ile
Hacer-i Esved arasında…
Âdem’in hatâsı sebebiyle cennetten çıkarılması
O’nun efendiliğini ortaya çıkarmak için de
Allah’a daha yakın kılan
bir tekâmül süreci
ki İNİŞ hikmeti
KEMÂLE KEMÂL KATAN!
Hacer-i Esved Cennet’ten çıkarken
beyaz idi – Cennet’e döndüğünde de
sayesinde başkalarından farklılaştığı
ve Hakka yakınlık elbisesinin
üzerinde göründüğü bir izin
onda kalması gerekir
Allah onu Hakk’ın sağ eli
konumuna yerleştirmiştir
bu el Âdem’i yaratırken
çamurunu yoğurduğu eldir!
EFENDİLİĞİ gösteren renk SİYAH
Allah Hacer-i Esved’e
siyah rengi giydirdi
Âdem’i efendi yaptığı gibi
onu da Âdemle efendi yaptığını
öğretmek için…
–SİN’in bir mânâsı da İRİCE KAYA–
ADEM’İN YERYÜZÜNE İNİŞİ
UZAKLAŞMA DEĞİL
HALİFE OLMAK DEMEKTİ
Allah Sevgilisi bir hadîs’te
Hacer-i Esved’in siyahlaşmasını
Âdemoğullarının HATÂ’larıyla ilişkilendirdi
bu yüzden o taşa secde edip
onu öpmeleri ve teberrük etmeleri emredildi
hatâlarına karşı bir kefaret!
*
Suadî: Topalak otu. Kust otu. (Gılgamış destanında “ölümsüzlük otu”. S.G.)
Suda’: Sıkıntı verme. Baş ağrısı.
Sud: SEVD. Rengi kara olan şeyler.
Sud: Sevda.
24 Mart 2013
HİÇ SİYAHÎ PEYGAMBER GELMİŞ MİDİR? – I
Bir zamane hastalığı olsa gerektir. İnsanlar bilmediği konularda atıp tutmaya bayılıyorlar; şöyleymiş de, böyleymiş… İyi de canım benim, sen bunu nereden bilebilirsin ki? Ha, amaç öğrenmek değilse bilmen gerekmez tabiî, salla gitsin. Ancak din yalan çıkarsa, senin efendilerine dindarlar da köle olabilir.
Pekâlâ, senin efendilerinin taptığın düzeninde hiç siyahî bilim adamı ve filozof da yok, o ne olacak? Seninkilerin, bildiğin mal gibi alıp sattığı, adlarını ve dinlerini zorla değiştirip kendilerine uşak yaptığı, insan olup olmadığını, maymun olup olmadığını tartıştığı, hatta hararetle savunduğu kimselerden bahsediyorsun burada.
İnsan, böylesi kirli bir geçmiş üstünde, nasıl insanlığın sahibiymiş gibi ortaya çıkabilir ki? Biraz utanma olması gerekmez mi?
10 Haziran 2012
HİÇ SİYAHÎ PEYGAMBER GELMİŞ MİDİR? – II
Hâlâ saçmalanıyor!
Bakın, eğer İslâm’ı kötülemek istiyorsanız, İslâm’da siyahî Peygamber yoktur diye bir şey de yoktur.
İsrail Oğulları, büyük Peygamberlerin geldiği bir soydur. Elimizdeki Tevrat’ta bunların millîleştirilmiş, kronolojisi çarpıtılmış ve aralarına birçok yalanlar karıştırılmış hikâyelerini görürüz. Tevrat, günümüzdeki örneğiyle, sonradan yapılmıştır. Bugünkü Tevrat’ta Peygamberler, hele bütün Peygamberler değil, bazı Yahudi millî kahramanları anlatılır. Meselâ bir dünya devleti, bir dünya hükümranlığı kurmuş olan Süleyman Peygamber, orada birkaç yüzyıl önce yaşamış küçük bir Yahudi kralı olarak geçer. Orada sadece Yahudi olanlar Peygamberdir ve sadece onlar olabilir.
İslâm’a göre ise 124.000 Peygamber gelip geçmiştir. Her millete Peygamber gönderilmiştir. Bunların bazılarına hiç inanılmamış, bazılarına az kişi inanmış, çoğunluk zulmetmiş, bazıları ise milletinin başına geçmiş, tarih yazmıştır. Bu Allah elçilerinin tek tek hepsini tarihte bulamazsın. Onlara benzer bir şeyler bulsan bile, Peygamber olup olmadığını anlayamazsın. Bu hususta ilmî merak sahibiysen ne yaparsın?
Bakarsın, misal Afrika mitolojilerine… Benzerlikler ve ortak yönler, kaynak birliğine işarettir. Orada İslâmî düsturlara benzer unsurlar görürsen, anlarsın ki, bunlar Allah’tan gelmiş ve bir Peygamber tarafından bildirilmiştir. Aslında hemen hemen bütün mitlerde bu vasıf vardır. Ama zamanla bazıları bozulmuş, bazılarının dilleri ve benzetmeleri günümüz anlayışına uzak kalmış, bazıları insanlar tarafından yeniden üretilmiştir. Tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün İlahî hakikatler son din olan İslâm’da toplu olduğuna göre, hakikat ölçüsü odur.
Böyle bakarsan, Afrika’ya veya Amerika’ya Peygamberler gönderilmiş olduğunun izlerini de bulabilirsin. Bulamazsan, gel ben göstereyim. Doğu Afrika’da bir Mvindo efsanesi vardır meselâ, orada Peygamberlerin anlattığı hususlara benzer şeylerden bahsedilir. Başkaları da vardır.
11 Haziran 2012
ZENCİ PEYGAMBER
İki ayda bir ısıtılıp ısıtılıp gündeme getiriliyor bu da. Hayır, ne çıkaracaksınız buradan, onu da anlamıyorum ki. Olmuş olsa Müslüman mı olacaksınız yani?
Bırakın bu işleri de sizin kaç tane zenci filozofunuz, şairiniz var da, dinin Peygamberi yok, onu söyleyin bana.
Daha adamların insan olduğuna inanmıyor sizin evrimci antropolojiniz. “Aşağı ırk” olarak kabul ediyor. Zenci sahabilerden, Zenci İslâm âlimleri ve müçtehidlerinden size bahsetmeye değer mi?.. Sizde de var mı bunlar? Olabilir mi?
7 Eylül 2012
ÂDEM
Bir yakınımın rüyasında gördüğüne göre, Âdem esmer biri… Hattâ:
-“Siyah, tamamen siyah. Yüzü, saçları, gözleri, her yeri siyah. Ama zenci değil. İnsanın bakmaya doyamayacağı bir güzelliği var. Bana, ‘size yardım etmeye geldik’ diyor.”
Bunları bana anlatırken, tasavvufta, Hazret-i Âdem‘in cennetten inmesinin, onun mahlûkat arasındaki efendiliğinin açığa çıkması hikmetinden olduğunu, efendiliğin renginin siyah olduğunu ve dolayısiyle Hazret-i Âdem‘in siyah renkle vasıflandırıldığını bilmiyordu.
Bu iki veri örtüştüğü için rüyayı çok önemsedim.
29 Mayıs 2014
MİTOLOJİ
Mitolojilerin, “bozulmuş din ve tasavvuf” olduğunu gösteren birçok veri mevcud. Yunan mitolojisi hakkında, bütün diğer mitolojilerin toplamından daha fazla şey bildiğimiz için, öncelikle oradan alalım:
– Üçlü bir kâinat modeli, üçlemeye dayalı bir kâinat modeli, yaratılışın esasıdır. Zeus göklerin, Poseidon denizlerin, Hades yeraltının efendisidir!
Bu modeli, sadece Yunan mitolojisinde görmeyiz. Kronolojik olarak ondan çok daha eski medeniyet çevrelerinde oluşan ve onunla arasında hiçbir kültürel alışveriş bulunmayan çevrelerde de vardır:
– Kuzey Amerika’da yaşayan İrokua kabilesinin kâinat görüşü, eski Yunan’dakinin hemen hemen aynıdır. Bir “yukarı âlem / Olümpos” vardır, orada gök halkı yaşar. Bir “aşağı âlem / Hades” vardır, ona “büyük karanlık” denir. İkisi arasında da “büyük su / Poseidon” vardır. (Bu kabilenin efsanelerinde gök halkının reisinin kızı olan Atahensik‘in hikâyeleri revaçtadır. Zeus kızı Athena‘ya benzetilebilir. Veya Fars mitolojisindeki Anahita‘ya…
– Nijerya’da yaşayan Yoruba kabilesinin inancına göre de, üçlü kâinat sistemi aynen mevcuttur. Gökyüzünü Olorun, denizleri Olokun, yeraltını ise Obtala yönetir.
– Zaire’de soyları tükenmekte olan Nyanga kabilesi kezâ benzer şeyleri söyler. Göğün hâkimi ve yaratıcı Onfo, yeraltı ve ölülerin efendisi Muisa, denizlerin padişahı ise Mvindo‘dur. Ama Mvindo destanı, Poseidon efsanelerinden çok Odisseus ve Gılgamış destanını andırır.
– En ilginç olanlardan biri de Maorilerin yaratılış destanıdır. Hemen hemen Theogonia ile Tevrat arası bir şeydir. Bu ilkel kabileden beklenmeyecek kadar gelişmiş bir kavram derinliği vardır. Şöyle:
-“Başlangıçta yalnız ‘fikir’ vardı ve ondan başka bir şey yoktu. Fikir hatırlanıyordu. Sonra ‘şuur’a dönüştü. Sonra ‘var etme arzusu’ hâline geldi. Zaman içinde bu yokluktan ‘boşlukta bile büyüme gücü’ çıktı.
Ve öyle oldu ki, bu yaşama ve büyüme gücünden derin, karanlık, uzun ve hüzünlü ‘gece’ çıktı. ‘Gece’, görünmeyen, boş âlemde, ‘görünmeyen ama hissedilen’ bir şeydi.
Ve öyle oldu ki, ‘gece’nin hayat bulduğu bu güçten, gökyüzü olan Baba Rangi doğdu. Baba Rangi, gül renkli şafağın ışığında yaşadı ve ay’ı yarattı. Sabahın daha sıcak altun ışınlarıyla yaşadı ve güneş’i yarattı. Sonra ay’ı ve güneş’i, âlemi aydınlatsınlar ve onun gözleri olsunlar diye, derin, karanlık ve hüzünlü gece’ye koydu. Şimdi ‘gece ve gündüz’ oldu.
Baba Rangi, sonra Anne Papa, yani toprakla yaşadı. Sevgiyle onun üstüne yatıp birlikte karayı yarattılar. Baba Rangi ve Anne Papa birçok çocuk yaptılar.”
Sonuç: “İnsanlık tarihi önce çok tanrılıydı, sonra tek tanrılı oldu, dinler mitolojilerden doğdu, sonra da doğal olarak tanrısız döneme geçildi…” şeklindeki görüş, gittikçe taraftar kaybeden bir 19.yy yanılgısıdır. Tek tanrılılık, çok tanrılılık ve tanrısızlık, insanoğlunun temel eğilimleridir; başlangıçta olduğu gibi bugün de vardırlar.
Ünlü Mu teorisinin sahibi James Churchward, “ilk din tek tanrılıydı” tezini ortaya atarken, belki ilk din’e dair hiçbir veriye sahip bulunmuyordu, ama temel bir gerçeğe işaret ediyordu. Çok tanrılılık ve tanrısızlık, tek tanrıcılığın ön ve arka basamağı değil, onun, ondan doğmuş antitezleridir.
Unutmayalım ki, birbiriyle alışverişi olmayan eski kültürler arasındaki benzerlikler, bu verdiğim örneklerle sınırlı değildir. Bundan başka “bütün diller bir kökten geldi!” tezi doğrultusunda da çok çarpıcı araştırmalar verebilirim. Veya başka yönlerde… Zira, çağlar ve medeniyetler arasındaki farklılıkların kolay açıklaması vardır ama, benzerliklerin “Peygamberler“den veya “ortak İlahî kaynak“tan başka hiçbir makul açıklaması yoktur.
7 Haziran 2011