ERDOĞAN BİR “YAPTIRIM” DA İŞKENCECİ SUUDÎ ZORBALARA UYGULAYACAK MI? Ali Haydar CAN (Harun YÜKSEL)
Merhum ağabeyimiz Harun Yüksel’in farklı müstearlarla kaleme almış olduğu yazılarını paylaşmaya devam ediyoruz. Bugün Ali Haydar Can müstearıyla kaleme almış olduğu bir başka yazısını paylaşıyoruz:
ERDOĞAN BİR “YAPTIRIM” DA
İŞKENCECİ SUUDÎ ZORBALARA UYGULAYACAK MI?
Ali Haydar CAN (Harun YÜKSEL)
02.12.2011
Konu, Kötülük İmparatorluğu AB-D’nin gözkoyduğu Libya, Suriye, İran gibi ülkeler oldu mu…
Arkadaşlar bülbül…
Meselâ…
[“SURİYE’DE HALKINA ZULMEDENLER AYAKTA KALAMAYACAK”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Şehitler Meydanı’nda Libya halkına seslendi.
Başbakan Erdoğan Trablus’ta bulunan Şehitler Meydanı’nda yaptığı konuşmada; “Kan dökmek bize yakışmıyor, bir olalım, beraber olalım değerli kardeşlerim halkın gücü ve iradesi önünde hiç bir yönetimin duramayacağını sizler gösterdiniz. . Dün Tunus’taydım, Yasemin devrimini yapanları selamladım, Mısır’daydım Arap Baharı’nı estirenleri selamladım. Bugün sizlerleyim, şunu unutmayın Suriye’de de halkına zulmedenler ayakta kalamayacaklardır. Artık otokrasi dönemleri bitiyor, totariter rejimler gidiyor, artık halkın iktidarı geliyor ve ben mücadelenizi tebrik ediyorum.” Dedi.]
16 Eylül 2011’de bunları söyleyen Erdoğan…
Çok değil…
8 ay önce…
Libya’nın Şehid Lideri Muammer Kaddafi’den ”Kaddafi İnsan Hakları” ödülünü aldığı törende neler söylediğini o günkü bir haberden izleyelim:
[Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, ”Kaddafi İnsan Hakları” Ödülü verildi.
Erdoğan, Radison Sas Oteli’nde gerçekleştirilen ödül töreninde yaptığı konuşmada, ”Kaddafi İnsan Hakları Ödülü”nü almaktan büyük memnuniyet duyduğu ifade etti.
1989 yılından bu yana her sene dünyanın dört bir yanından çeşitli şahsiyet, grup ve kuruluşlara verilen ”Kaddafi İnsan Hakları Ödülü”ne bu yıl kendisinin layık görülmüş olmasından dolayı Uluslararası Komiteye de şükranlarını sunan Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:
”Şahsımdan ziyade, ülkem ve milletim adına teslim aldığım bu ödülün, bölgesel ve küresel ölçekte, insan hakları noktasındaki mücadelemizi teşvik edeceğinden emin olabilirsiniz. Bu vesileyle bölgesel ve küresel ölçekte işbirliğinin geliştirilmesi yönünde gösterdiği gayretlerden ötürü Libya Lideri Muammer Kaddafi’ye şükran ve takdirlerimi ifade etmek isterim. Bu Ödül Töreni ve Avrupa Birliği-Afrika Zirvesi vesilesiyle bulunduğumuz Libya’da, bizlere gösterilen sıcak misafirperverlik için ayrıca müteşekkirim.
Libya, Kuzey Afrika coğrafyasında, ortak bir tarihi, ortak bir kültürü, ortak hassasiyetleri paylaştığımız kardeş bir ülke. Tarih içinde acıları, hüzünleri, kederleri, onlarla birlikte sevinci paylaştığımız Libya ile bugün de başta ekonomi ve ticarette olmak üzere bir çok alanda örnek bir işbirliği sergiliyoruz. Bu ödülün, Libya ve Türkiye arasında, Libya ve Türk halkı arasında yakınlaşmaya önemli katkılar sağlayacağını da burada ifade etmek istiyorum.]
Normal bir insan…
8 ay gibi kısa bir sürede…
Bu kadar değişebilir, dönüşebilir, 8 ay önce ak dediğine 8 ay sonra kara diyebilir mi?
Derse…
Kendine inanacak bir Allah’ın kulu bulunur mu?
Bulunursa…
Bu nasıl bir ahlâkî erozyondur?
Bu nasıl bir toplumsal hafıza kaybı…
Bu nasıl bir medyatik hipnozdur?
Diye düşünen, sorup sorgulayan bile olmaz mı?..
***
Haydi Erdoğan esnaf kökenli bir politikacı olduğu için…
“Piyasa”nın günü birlik değişmelerine alışık olduğundan, “reel politik”in günü birlik değişim ve dönüşümlerine (“Kısa günün kârı nerede ise tezgâhını orada aç” mantığıyla) kolayca adapte olabiliyor diyelim…
Ya “Stratejik Derinlik” gibi cafcaflı bir isim koyduğu tuğla kalınlığında bir kitap yazmış bir uluslararası ilişkiler hocası olan Davutoğlu…
Bu Haçlı saldırganlığının stratejik ve taktik değişim ve dönüşümlerine bu kadar kolay adapte olarak, nasıl sözcü / gözcü / tetikçilik yapabiliyor?
Bunu yaptığında vicdanını nasıl bastırıp susturabiliyor?
***
İnsan 10 yıl önce yazdığı kitaptaki şu önemli satırları nasıl unutabilir?
”…nehrin ruhuna ve kaderine yabancılaşmak ahlakî sorumluluk; nehrin akıntısına kapılmak bilimsel sorumluluk alanını daraltır. Ahlakî sorumluluk ile bilimsel sorumluluk alanı arasında anlamlı bir bütünlük kuramayan bir araştırmacının, düşünürün ya da akademisyen’in kendi içinde kişisel tutarlılık sağlayabilmesi de, sosyal ve kültürel bir aidiyet oluşturabilmesi, evrensel gerçeklik alanına nüfuz edebilmesi de çok güçtür.” (1)
Unutunca da…
“…nehrin ruhuna ve kaderine yabancılaş”arak “ahlâkî sorumluluk” alanını, “nehrin akıntısına kapı”larak da, “bilimsel sorumluluk alanını daralt”an bir akademisyenden ise ancak Davutoğlu gibi “Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına” şarkısını söyleyen oportünist / fırsatçı / ilkesiz bir politikacı çıkar:
[Bir televizyon kanalına demeç veren Dışişleri Bakanı Davutoğlu, yüzbinlerce kişinin şiddetten kaçması durumunda ise uluslararası toplumun, Suriye’de bir tampon bölge oluşturulmasını düşünmek zorunda kalabileceğini belirtti.Davutoğlu, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ı kastederek, “Kendi halkına işkence eden bir rejimin yaşama şansı olmaz” dedi.]
29 Kasım 2011’de bunları söyleyen Davutoğlu…
2001 yılında kaleme aldığı Stratejik Derinlik isimli kitabında şöyle diyor:
“Bütün bir dünyanın karşılıklı etkileşim süreci içine girdiği bir dönemde özgüvenini ayakta tutabilen toplumlar yeni güç merkezlerinin nüvelerini oluşturacaktır. Bunun aksine, özgüvenlerini kaybederek başka toplumlara çevre unsuru olmayı kabullenenler ise psikolojik bir yıkımdan sonra stratejik bir çözülüşü de yaşama tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardır.” (2)
Ne kadar doğru bir tespit değil mi?
Ama 2001’den 2011’e gelinceye kadar aradan 10 yıl geçmiş…
Köprülerin altından çok sular akmış olmalı ki…
Bu çok doğru tespitin sahibi…
Nedense?
“Özgüvenini kaybetmiş” bir halde…
“Başka toplumlara çevre unsuru olmayı kabullene”rek…
“Psikolojik bir yıkımdan sonra stratejik bir çözülüşü de yaşama”ya başlamış görünüyor…
Bu “Başka toplumlara çevre unsuru olmayı kabullen”me haline…
Cengiz Çandar…
Hani bir zamanlar yazdığı okunur bir dış politika yazarıyken…
“Psikolojik bir yıkımdan sonra” Pentagon’a haber vermeden tuvalete bile gidemez hale düşen Cengiz Çandar bile bütün cesaretini toplayıp…
ABD’den Türkiye’ye bakınca Türkiye’nin bir “sub-contaractor=taşeron= alt-yüklenici” olarak görüldüğünü yazıyor…
Daha ne desin?
***
ABD’de iyi ilişkilere sahip Cüneyt Ülsever’in yazısının başlığı ise vaziyeti özetler gibi:
“AHMET DAVUTOĞLU’NA SORUYORUM: SON ALTI AYDA NE OLDU DA BU KADAR DEĞİŞTİNİZ?” (3)
Ülsever, Davutoğlu’nun son altı aylık başdöndürücü “dönüşümü”nü özetlediği yazısının bir yerinde şöyle diyor:
“İran’a genişletilmiş ambargo uygulanmasına karşı BMGK’de Brezilya ile birlikte direndiğinizde ve bu uğurda ABD’ye kafa tuttuğunuzda dünyada güçlü devletlerin bazen haddini aşanları “merdiven altına çektiklerini” de yazmıştım.” dedikten sonra yazısını şöyle bitiriyor:
[Ben son 6 aydır Türkiye’nin tehlikeli bir şekilde:
i)Ortadoğu’da hasımlar kazandığını ve
ii)tamamen ABD’nin yörüngesine girdiğini görüyorum.
Ayrıca gözlemliyorum ki; Türkiye’de bazı Davutoğlu yanlısı gazeteciler bile ve dahi ABD ve Arap dünyasında bazı aydınlar artık Türkiye’yi Ortadoğu’da ABD’nin taşeronu/bayisi olarak görüyorlar.
Ne oldu size Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu?
Yoksa, sizi gerçekten merdiven altına mı çektiler?]
***
Ülsever’in yazısındaki şu cümle ise her şeyi apaçık gözler önüne seriyor:
“6 ay önce can kardeşiniz olan Esad neden sizden ve Erdoğan’dan “ikide bir telefon açıp Obama şöyle istiyor, Obama böyle istiyor diyorlar”, sözleri ile şikayette bulunuyor.”
Durum bu kadar açık…
Ve bu kadar vahimken…
Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’na…
BBC’nin dün (01.12.2011) şu haberi gösterip…
[‘Suudi Arabistan’da muhaliflere terörist muamelesi’
Suudi Arabistan yönetimi, ülkede reform talep eden muhaliflere karşı yeni bir “baskı dalgası” uygulamakla suçlandı.
Uluslararası Af Örgütü tarafından yayınlanan bir raporda, ülkedeki insan hakları örgütlerine dayandırılarak verilen öne sürülen iddialara göre binlerce muhalif kendilerine suçlama bile yöneltilmeden tutuklandı.
Raporda, Suudi Arabistan’daki tanınmış reform yanlısı birçok isim uzun hapis cezalarına çarptırılması ise Af Örgütü tarafından “büyük adaletsizlik” olarak tanımlandı.
Örgütün yetmiş üç sayfalık raporunda Suudi yetkililer yüzlerce insanın siyasi ve toplumsal reform talebi ya da tutuklu yakınlarının salınmasını istemeleri sebebiyle gözaltına alınmaları eleştirildi.
Af Örgütü, ülkede Şubat ayında ortaya çıkan ve ülkedeki seçim yasağının kaldırılmasının talep edildiği gösteriler özellikle eylemlerin yoğunlaştığı doğu bölgelerinde sert bir biçimde bastırıldığını belirtti.
Raporda şiddet içermeyen gösterilere katılan en az üç yüz kişinin tutuklanmış olduğunun altı çizildi..
Geçen hafta ise aralarında tanınmış reform yanlılarının da bulunduğu on altı kişi beş ile otuz yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldılar.
Terör bahanesi
Af Örgütü Suudi hükümetinin binlerce kişiyi terörizm suçlarına karışmak sebebiyle tutuklamaya devam ettiğini, tutukluların ise işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını bildirdi.
Örgütten yapılan açıklamada hükümetin taslağını hazırladığı yeni terör yasasıyla muhalifleri terörist olarak yargılamasının daha da kolay olabileceğine dikkat çekiyor.]
Sorsak…
Otokrasi ise, otokrasi…
Despotluksa, despotluk…
Diktatörlükse, diktatörlük..
Zulümse, zulüm…
İşkence ise işkence…
Haksız tutuklama ve mahkûmiyet ise…
Daniskası…
Suud’lu zorbalarda var mı?
Var…
Eee?
Kaddafiye, Esad’a yaptığınız terbiyesizliklerin binde birini Suud’lu zorbalara niçin yap(a)mıyorsunuz?
Kim tutuyor elinizi ayağınızı?
***
Yazıya…
“Mevzu Kötülük İmparatorluğu AB-D’nin Göz koyduğu Libya, Suriye, İran gibi ülkeler oldu mu… Arkadaşlar bülbül…”
Diye başlamıştık ya…
Şöyle bitirelim:
Mevzu Kötülük İmparatorluğu AB-D’nin, -şimdilik- göz koymadığı Suudî Arabistan, Yemen, Ürdün, Körfez Emirlikleri gibi totaliter ülkeler oldu mu…
Arkadaşlar dut yemiş bülbül…
Dipnotlar:
1- Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, (sh. VI), Küre Yayınları, 9. Basım, Eylül 2002, İstanbul.
2- Age. Sh. 559.
3- Cüneyt Ülsever, “AHMET DAVUTOĞLU’NA SORUYORUM: SON ALTI AYDA NE OLDU DA BU KADAR DEĞİŞTİNİZ”, 16.11.2011, http://www.odatv.com/n.php?n=son-alti-ayda-ne-oldu-da-bu-kadar-degistiniz-1611111200