PUTPEREST NESTORİUS / NESTURİLER

PUTPEREST NESTORİUS / NESTURİLER

HEPSİ MUSA’YA DÜŞMAN, FİRAVUN’A DOST OLDULAR…

Nakşî ekolünün çiçeği, Türk milletinin bahçıvanlarından olan Seyyid Emir KÜLÂL işte böyle buyurdu. Özgürlük ve hürriyet kavramlarının muhtevasında yürüyen, Emir Külâl yolunu istikamet eyleyen İBDA / Adımlar kadrosu olarak bizler, Emir Külâl hazretlerinin bulunduğu mihrabın hemen arkasında saf tuttuğumuz gibi, Timurlenk Han gibi ayak izlerinde de yürüyeceğimizi peşinen söyleyeyim. Yürüme şevkimiz soluksuz, mücadele azmimiz hesapsız ve küfür ile olan kavgamıza hayatın her sahasında son nefesimize kadar devam edeceğiz.

Nesturî, Rafızî, Budist… Maniheizm, Mezdekizm ve benzeri isimler altında kendini pazarlayan küfrün bütün cerbezelerine / söz hilelerine karşı Seyyid Emir KÜLÂL’ın himmeti ile hakikat boyalı sözümüzü söyleyeceğiz; şimdilik! Küfrün-kâfirin üzerine yaptığımız bu yürüyüşte, Seyyid Emir KÜLÂL önderimiz, münadi sofiler yoldaşımız, yoksullar sırdaşımız olsun.  

Anlaşılır, yalın ve sade ifâde ile bir Türk olarak, düşünce sistematiğimizin sonucu vardığımız hüküm, Mutlak Fikir, İslâm, âyet, Müessir Eser-Allah Resûlü, Ehli Sünnet silsilesine mutabık yürüyen Büyük Doğu-İBDA ideolocyasına uygun ise mantıklıdır diyebiliriz. Bu terkibe uygun değilse, kesinlikle ve kesinlikle mantık dışı, akıl dışı, izan dışı kabul etmeliyiz.

Evet, konumuz, aşağılık Nesturi ve Rafızi kâfirleri olduğuna göre, düşünce sistematiğimize mutabık yürüme adına, yarın değil, hemen şimdi prensibimizle, küfrün üzerine, üzerine yürüyelim ve gözünü çıkartalım.

Nestorius-Nesturi, dönem itibariyle Roma toprakları olan Germanicia kasabasında doğmuştur. Her ne kadar Suriye’nin Germanicia kasabası doğumlu olsa da dini eğitimini ve yetişmesi Antakya’dır. Nestorius-Nesturi, sesinin güzelliği ve hitabet sanatında becerikli olması dolayısıyla kısa zaman diliminde genç keşişler ve geniş bir muhit içinde tanınmaya başlandı. Doğum tarihi tam olarak tespit edilemese de 428 yılında Bizans patriği olduğunu biliyoruz. Suriye’den çıkmış olan Nestorius-Nesturi, geniş bilgisi olmasına rağmen, zapt olunamayan hırsı, başına bela olan varlığının başına daha büyük belalar açmasına sebep oldu.

Bizans patriği olduğu dönemde bütün emeli, o sıralarda önlenemez şekilde yükselen Rafızîliğe karşı amansız bir savaş açmak iken kendisi Rafizî olmuştu. Tahrif olan İncil takipçisi olan Hıristiyan kilisesi dahi Nestorius prensiplerini hemen reddetti ve 431 yılında ise aforoz etti. Dört yıl sonra da sürgün kararı alan Hıristiyan kilisesinin dayatmasıyla 435 yılında Mısır’a gitmeye mahkûm edildi.

Ortadoğu toprağının fitne merkezi olan Kahire-Mısır dahi Nestorius-Nesturi sapkınlığına tahammül edememesi ve peşini bırakmayan aforoz sebebiyle cüzzamlı muamelesi görmekten kurtulamadı. Kitapları yakılan, toplumsal olarak dışlanan Nestorius-Nesturi, tam olarak bilinmese de tahminen 454 yılında öldü.

Beşinci yüzyılın son çeyreğinde, Ortadoğu ile bitişik olan Körfez ülkelerinin başka bir fitne merkezi olan İran topraklarında yeniden canlanan ve Nestorius akidelerini esas alan yeni bir Rafizî tarikatı kuruldu. Hıristiyan kilisesinin dahi tahammül etmemekte tamamen haklı olduğu, Nestorius-Nesturi sapkınlığı yeni Rafizî tarikatı vesilesiyle yangın hızıyla yayıldığı gibi komşu ülkelere de yayılmaktaydı. Kısa zaman diliminde Körfez ülkelerinin fitne merkezi olan İran’ın resmi dini haline gelen ve Acem topraklarında kök salmasının üzerinden iki yüz yıl geçmeden Orta Asya ve İç Asya’ya doğru bazen yavaş, bazen hızlı şekilde yayılmağa ve toplumları zehirlemeye başladı.

635 yılında A-lo-bın adlı bir Nestorius-Nesturi-Rafizî papazın faaliyetleri ile Çin’de yayılmaya başlayan bu öğretinin ilk manastırını da üç yıl sonra 638 yılında inşa etmeyi başardı. 845 yılına kadar hiçbir engelle karşılaşmadan yayılan ve gelişen Nestorius-Nesturi-Rafizî öğretisinin 845 yılında Putperest Budistler, yazımızda bahsetmeye çalıştığımız Tibetli paganların saldırısıyla birlikte Çin Nestorius-Nesturiliği-Rafizîliği de kökünden sarsıldı.

PAPAZ JOHANNES VE NETORUİS-NESTURLİK-RAFİZÎLİK

Çin insanları ile uyumlu bu öğreti her ne kadar Çin ve çevresinde sarsılsa da Orta Asya ve İç Asya bölgesinde papaz Johannes vasıtasıyla Onbirinci Asır ile Onikinci yüzyıl arasında Hıristiyan Tatarların yardımıyla yeniden canlandığını, güçlendiğini söyleyebiliriz. Bu aşırı yükselmeleri neticesinde Batı Hıristiyan dünyasının, bu sapkın ve azgınların yardımına güvenerek İkinci Haçlı seferini başlatması, bu sapkın ve azgınların ne kadar güçlendiğini anlamamıza yeterli olsa gerek.

Şu oldu, bu oldu derken Orta Asya ve İç Asya topraklarımızda Rafizî kâfiri denilen Nestorius-Nesturiler yetmezmiş gibi birde İsevîlik gibi vahdaniyetçi ve hak bir dini tahrif ederek Hıristiyanlığa eviren azgınların tahrif ettiği İsevîliği tekrar tahrif eden Hıristiyan kilisesinin Franciscus rahipleri denen baş belası başka bir musibeti peyda oldu.

Bütün bunları nerden biliyoruz?

İspanyalı Pascal’ın papaz arkadaşlarına yolladığı mektuplar ki bugün itibariyle bu mektuplar, Vatikan arşivlerinde bulunmaktadır. Franciscus rahipleri meselesi, ana temamız olmadığı için Nestorilere devam edelim.

Nestorius-Nesturi öğretileri, XVIII. Yüzyıl’da dahi Batı-Batılın sinik filozofları ile Voltaire gibi sanatkârların da arasında bulunduğu bir kısım insanın tartışmalarına sebep olması göz önüne alınacak olursa, bu sapkınlığın etki ve tesirinin nerelerden, nerelere uzandığını varın siz hesap edin.

Nestorius-Nesturilerin genel temel öğretisinin, Babasız Hak Peygamber olan Hazreti İsa efendimize iftira ve çamur atmak üzerine olduğunu söyleyebilirim. Överek dövme veya iltifat ederek sövme tekniğiyle hareket eden bu sapkın ve azgın güruha göre İsa’da iki ruhanî varlık gizlendiğini yaymakla kalmıyor, kendi akidelerine, öğretilerine göre kadını cinsel bir obje aracı ve İsa Peygamber’i de tanrılık ve insanlık diye iki şahsiyeti barındıran biri diye anlatmaktadırlar. Mide bulandırıcı bu temel öğretilerini numune babından yazdım ki diğer öğretileri ve uygulamalarını yazmaktan şahsen rahatsız olduğum için yazmaktan bilerek ve isteyerek imtina ediyorum. Sözün tamamı ahmağa söylenir düsturunca zeki ve donanımlı Adımlar okuyucusu için bu iki numune kâfidir, yeterlidir diye inanıyorum.

Putperest Budistlerle alâkalı ek notaya değinmeden, küfrün, bu alacalı, bulacalı, renksiz ve bulanık sularında niye yüzüyor ve niye anlattığımın izâhına girişmeden önce müsaadeniz olursa Esat KABAKLI Bey tarafından seslendirilen “Boraltan Köprüsü” adlı eser eşliğinde, yerli putperestlerin sebep olduğu Boraltan Köprüsü’nde işlenen zulme değinelim.

Türk olmanın dile getirilemediği 1944 yılları, karanlık zulmün hüküm sürdüğü ve Millî Şef adlı İsmet İNÖNÜ isimli diktatörce yönetilen bir Cumhuriyetti. Bu dönemde Rusya-Stalin, ana vatanımız Türkistan’ı bir baştan, bir başa işgâl ettiği gibi Azerbaycan da zulüm ve işgâl altındaydı.

1944 yıllarında CHP yöneticilerinin emri mucibince Türkiye’de sadece ve sadece Türk oldukları için, Türk çocukları tabutluklarda işkenceye maruz bırakılırken, Türkiye ile Rusya sınırında ise beklenmedik bir olay zuhur etti. Rus işgâline maruz kalan topraklarımızdan kaçan 146 Türk çocuğu, sınırı geçerek Anadolu topraklarına giriş yaptıklarında takvimler 1944 yılını gösteriyordu. Türk çocuklarını isteyen Rusya karşısında Ankara ile temasa geçen sınırdaki askerlerimiz, Ankara’dan gelen cevapla şaşkınlık ve hayrette kaldı. Ankara ile yapılan bütün yazışmalar, tek cümle ile karşılık buldu: “146 kişiyi ülkelerine iade edin!”…

Karakolda görevli askerler çaresiz şekilde 146 Türk çocuğunu Sovyet Rusya’sına teslim etti. Ruslar, teslim aldığı 146 Türk çocuğu teslim alır almaz, hemen oracıkta kurşuna dizdiler.

Evet, ne Boraltan Köprüsü’nü, ne de tabutlukları unutmadık.

Ne Kumandan Salih MİRZABEYLUĞU’na Telegram işkencesi yapılsın emrini veren işbirlikçileri, ne de Mürted ve avenesini zinhar unutmadığımız gibi.

Küfrün kaynağı olan iblis, her ne kadar kendini bezeyerek değişik renk ve çeşit çeşit kılıklara bürünerek Budizm, Nestorius-Nesturî, Maniheizm, Mezdekizm, Siyonizm, Kominizim, Emperyalizm ve Faşizm isimleri altında kendini gizlemeye çabalasa da hepsinin kaynağı iblistir.

Sonuç olarak, Batı, Batıl, küfrün farklı isimler altında bulunmasının tek ve biricik sebebinin Mutlak Fikre, İslâm, Müessir Eser-Allah Resûlü, Ehli Sünnet, B.D-İBDA anlayışına aykırı olmalarından kaynaklandığını ben değil, hazreti insan, “Mutlak Fikir’e tabi olmayan insanlığın payına düşecek olan sadece ilerledikçe parçalanmaktır’’ hikmetli sözüyle ifade etmektedir.

Evet, küfrün bu alacalı, bulacalı, renksiz, notasız safsatalarına karşı dün Türkistan çocuğu ALİSOLDA; nasıl gerekeni yaptı ve hemen ardından Timurlenk sultanım nasıl hadlerini bildirdiyse, bugün de “Dini içten yıkan kâfirler” Anadolu içinde veya dışında kendilerini çeşitli renkler altında gizleseler de bedel ödeme kaderlerinin değişmeyeceğini işitsinler. 

Bize düşen, şimdilik hazırlanmak ve “Sır İdraki” içinde suskunluk genimizle emri beklemektir.

Sahi ya, SIR İDRAKİ ne ola acep? Sualini siz düşüne durun, ben cevabını dillendirmeye ve herkesin Musa’ya düşman, Firavuna dost olduğu dönemde Allah Resûlü’ne imân eden, Musa’ya dost, Firavuna düşman olan babayiğidin kim olduğunu yazmaya çalışayım sonraki yazımızda. 

Burhan Halit KOŞAN

1-Salih MİRZABEYOĞLU Kültür Davamız sayfa: 59

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Adımlar Dergisi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et