DİZİ ERTUĞRUL, SANAT MUHAFAZAKÂR, TÜRKÇE AKP, FELAN…

DİZİ ERTUĞRUL, SANAT MUHAFAZAKÂR, TÜRKÇE AKP, FELAN…

Dizi Ertuğrul mu? O da ne? Hiç böyle b..tan bir Türkçe olur mu? Ertuğrul dizisi dersin, olur. Oturmadı mı, yakışmadı mı? Ertuğrul adlı dizi dersin, o da tamam. Ama Dizi Ertuğrul ne demek? PKK’lılar bile bu kadar saçma bir Türkçe konuşmuyor.

Şeklinde bir tepki beklediğim için yukarıdaki başlığı attım. Gerçekten de PKK’lıların Türkçesi çok b..tan. Kürtlüklerinden dolayı değil. “İdeolojik bilinç”leri gereği kastıkça kasıyorlar, kastıkça kasıyorlar ve ortaya “PKK’lı Türkçesi” adlı o garabet çıkıyor.

Ama daha garabeti de var. O da “muhafazakâr Türkçesi”. Veya öyle demeyelim. Eski muhafazakârlar böyle değildi; onlar Türkçe’yi gerçekten çok güzel konuşurlardı. Bu, şimdiki “AKP Türkçesi”… Gelmiş geçmiş en b..tan, en özensiz Türkçelerden biri.

Bakın:

“Fetih 1453”

“Payitaht Abdülhamid”

“Diriliş Ertuğrul”

“Mehmetçik Kut’ül Amâre”

“Kanal İstanbul”

Böyle uzayıp gidiyor. Az buçuk Amerika görmüş müteahhit Türkçesi bu. Onların b..tan beton yığınlarına verdiği isimler, ruh hali ve zihniyet olarak pek farklı olmayan yeni muhafazakâr iktidarın resmi Türkçesi. Gelmiş geçmiş en b..tan Türkçe.

“Dizi Ertuğrul” da işte o b..tan Türkçe’nin bir tür sarkastik izdüşümü.

*

Şimdi gelelim diziye…

Öncelikle şunu belirtelim ki, bu iktidar dönemindeki tarihî dizilerin hemen hiçbiri tarihî dizi değil. Bize yutturuyorlar. Bizi kandırıyorlar. Bu diziler, tarihî dekor içinde son derece güncel diziler.

Ertuğrul’u, Abdülhamid’i, Kut’ül Amare’yi falan değil, basbayağı bugünü anlatıyorlar. Siz Ertuğrul’u izliyorum zannederken Reis ve onun Türkiyesi üzerinde oynanan oyunları izliyorsunuz. Dış güçleri izliyorsunuz, içerideki hainleri izliyorsunuz. Ama kesinlikle Ertuğrul’u izlemiyorsunuz.

Şimdi çizilen Abdülhamid portresine bakın. Ben gerçi çok izlemedim, herhalde toplasan bir bölüm etmez. Aslında çok meraklıydım, izleyecektim. Ama Abdülhamid İngiliz büyükelçisine “Osmanlı tokadı”nı aşkedince benim devreler yandı. Daha da bu diziyi izleyemedim. Niyetlendiğim her seferinde ciğerim sızladı.

Kut’ül Amare konusuna hiç girmeyeyim. Ben çünkü konu olarak çok ısınamıyorum ona. Mustafa Armağan’ın bize durduk yerde böyle bir zafer armağan etmesine biraz içerlemiş olabilirim. Tarihimizde böyle bir zafer olduğunu inkâr ettiğimden değil; o zafer üzerinden son yıllarda Ortadoğu’daki ahval-i perişanımız üzerine gaz verilecek yerlerim pek olmadığından. En azından benim tahminim bu yönde.

Diğerleri bir tarafa, yalnız yıllardır dönüp duran “Dizi Ertuğrul” üzerinde bir hayli fennim vardır. Yani toplasan belki on, belki onbeş bölüm etmiştir izlediklerim. Maalesef onun da çok bağımlısı olamadım; ihtimâl, her dönem Ertuğrul bir kere kaçırılıp kavmi tarafından öldü diye yası tutulduğu için olacak. Takdir edersiniz ki, bizim gibi insanlar reji hilelerini kolay yemiyor.

Neyse, Türkiye’nin en çok seyredilen dizisi olma özelliğine sahip böyle bir prodüksiyona, isminin garabetinden başka kusurlar yakıştırmak pek istemem. Hiç yoktan iyidir, onun yerine Brezilya dizisi izleseydik daha mı iyiydi, muhafazakârlar yerine sosyal demokratlar çekse daha çok muz izlerdin diye tepki gösterecek olanlara da şimdiden saygılarımı belirteyim.

Yalnız ben tarihi olarak bazı şeylere dikkat çekmek istiyorum.

*

Ertuğrul dizisinde Ertuğrul Gazi’ye o kadar çok şey yaptırdılar ki, Osman Gazi’ye yapacak bir şey bırakmadılar. Bütün akınları o yaptı, bütün oyunlar onun üzerinde oynandı, Papalık’la, Moğollar’la başa çıktı; yetinmedi Selçuk Sarayı’ndaki gizli dolapları ortaya çıkardı.

Bakın arkadaşlar, tarihçilerden öğrendiğimize göre, Ertuğrul Gazi zamanında bu tür şeyler yoktur. Hatta fetih de yoktur. Karacahisar ve diğerleri hep Osman Gazi’nin fetihleridir.

Papalığın, Moğolların, Selçuklu Sarayı’nın Osmanlı üzerinde oyunlar oynamasını ise hayal gücüyle bile doğrulamak zordur. 

Ertuğrul Gazi, Allah ona rahmet eylesin, bölünmeler sonunda 300 çadırlık bir kuvvet halinde Söğüt taraflarına gelmiş. Bazen akınlarda bulunduysa da genellikle sulh içinde, Bizanslılar’la iyi ilişki içinde bir hayat geçirmiş.

Bakın, haşa bunu küçümseyemeyiz, yanlış anlamayın: Bu stratejik akıldır. Bugün olmayan şeydir. Ertuğrul Gazi, o küçücük cüssesiyle Osman Gazi’nin ve bütün Osmanlılar’ın temelini hazırlamış.

Bugünün siyasi çerçevesinde Ertuğrul Gazi’deki stratejik aklın zekâtı olsaydı, ne doğalgazlarla, ne tornistanlarla, ne de tarihi aldanışlarla meşgul olurduk. Kuvvet dengeleri arasında hesap yapardık, hissettirmeden hazırlık yapardık.

Öyle anlıyoruz ki, Ertuğrul Gazi büyük bir idealistti. Sürülerini doyurmak davasında olan Kayı obalarına bir idealizm getirmek istedi. Onlara gaza ve fetih fikrini benimsetmek istedi. Ama onu anlamadılar. Yalnız bıraktılar.

Ertuğrul Gazi, kendilerini önemli bir geleceğin beklediğine inanıyordu. Ama bu gelecek için aksiyon imkânı bulamadı. O da Bizans sınırına oturup kendinden sonrakilere imkân hazırlamaya çalıştı.

Görünüşte ticaret yapıyordu ve tehlikesizdi. Sürülerini yazın yaylağa, kışın kışlağa götürüyordu. Göç ederken Bizanslılara vergi ödüyordu. Selçuklu’ya ve bölgedeki diğer güçlü Oğuz beyliklerine tabi idi. Ne bir tehlike, ne de bir gelecek vaadediyordu.

Ertuğrul Gazi’nin iş bu sessizlik içindeki hazırlığını, Fatih’in İstanbul’u fethetmeden önceki hazırlığına benzetebiliriz. Fatih, ilk başta munis bir portre çizdi. Bütün düşmanlarıyla üç seneliğine sulh yaptı. Düşmanların en azgın taleplerine bile olmaz demedi. Bu sükûneti içinde de fetih hazırlıklarına başladı.

Bu üstün siyasî zekâ, Ertuğrul Gazi’de nüve halini gördüğümüz basiretin ta kendisiydi. Ertuğrul Gazi güçsüzdü, ersizdi, siyasî çalkantılar tam bir sessizlik içinde gelişmeyi gerektirecek kadar büyüktü. Ve bu sessizlik içinde kendisinden sonraki büyük patlamanın fitilini ateşledi.

*

Osman Gazi ise yepyeni bir hava getirmiştir. Sadece Kayıların değil, bütün Türkmenlerin, hatta Ermeni ve Rumların “kurtarıcı namzedi” olmuştur.

Osman Gazi’nin bir anda ortaya çıkışı ve herkesin cazibe merkezi oluşu, Osmanlı tarihi üzerine yazan bütün yerli ve yabancı tarihçileri hayrette bırakan ve deli deli tartıştıran bir hadisedir.

Osmanlı Devleti, 300 çadırlık Kayı Aşireti içinde vücuda geldiği bilindiğine göre, bir anda o büyük patlamayı vücuda getiren sebepleri iyi anlamak gerekir. Bu küçük aşiretin bir cihân devleti kurmaya dönük motivasyonu nereden gelmişti?

Selçuklular yıkıldıktan ve Anadolu Moğol çizmeleriyle baştanbaşa ezildikten sonra Anadolu Türkleri çok zahmetler çekmişlerdir. Moğollar Anadolu’da öyle bir katliam yaptılar ki, anlatıldığına göre Türk olmak dünyanın en büyük suçu sayılmaya başlandı. Onbinlerce masum Türkmeni kılıçtan geçirmekle kalmadılar, tüm Türkleri köleleştirmeye çalıştılar. İran’dan getirdikleri Farsları Anadolu’ya efendi yaptılar.

Hani Karamanoğlu Mehmet Bey anlatılır ya, Türkçe için ferman yayınlamış. Eksik anlatılır. Anadolu’da Türkçe konuşmak, Türkçe yazmak, Moğollar ve onların Farsları eliyle yasaklanmıştı. Ferman bu baskı ve zulme karşı yayınlandı.

Moğollar Selçuklular’ı yıktıktan sonra Anadolu’daki tüm Türkmenler, Moğollar’ın tâbileri sayıldı. Osman Gazi’nin ilk dönemlerinde bile, Osmanlı Beyliği dahi Moğollar’ın bağlısı sayılıyordu.

Moğollar, Memlükler’le savaşa giderken, Osmanlı Beyliği’nden de asker istemişler, Osman Gazi de oğlu Alaaddin’i bir grup kuvvetle göndermek zorunda kalmıştı. Ancak iklim şartları yüzünden bu kuvvet hedefine ulaşamadan geri döndü. Zaten de Memlüklüler, Moğollar’a hayatlarının hezimetini tattırdılar.

İki kuvvetin yenilgisi çok acı olmuştur: Biri Moğollar, diğeri Safevîler. İkisi de Allah tarafından görevlendirildiklerine ve yenilmez olduklarına inanıyorlardı. Yenilgiyi tadınca büyük bir buhran geçirdiler. Şah İsmail’in son yılları büyük bir bunalım içinde ve adeta alkol komasında geçmiştir. Hülagü’nün ve çocuklarının cinneti de buna benzer, ilk yenilgiyi tattıktan sonra dağılmışlardır.

*

Moğolların Anadolu üzerindeki baskısı kalktıktan sonra Karamanoğulları Selçuklular’ın mirasçılığına soyundular. Fakat birçok şeyhler, gaziler ve ahiler (esnaf), bir anda onu ve diğer beyliklerden yüz çevirip Osman Gazi’ye biyat etti.

Gerek Konya’dan, gerekse Horasan’dan göç eden büyük kitleler hep Osman Gazi’ye katıldılar. Şeyh Edebali, Ahi Evran, Hacı Bektaş-ı Veli gibi büyükler, hatta Mevlevîler Osman Gazi’yi desteklediler. Birçok kahraman akıncı, hatta Rum olup da ihtida eden beyler, tümden Osman Gazi’nin arkasında saf durdular.

Ve Osman Gazi, kısa bir zaman içinde büyük fetihler yapmaya başladı. Eskişehir’in batısını, Bilecik’i, Adapazarı, Düzce taraflarını, İznik, İnegöl’ü peşpeşe fethetti. Bursa kapılarına dayandı. Yeni bir toprak düzeni (tımar sistemi), yeni bir teşkilât düzeni (akıncılar) getirdi. Müslümanlar ümitle, gayrımüslimler de güvenle ona tâbi oldular.

Ama ne yazık ki bizim dizilerde bu mânâları verecek kimse yok. Bir siyasî dehâ olan Abdülhamid, bizim dizilerde adeta “otopark mafyası” kılığında gösteriliyor. Ertuğrul Gazi’yi oynayan sanatçının beğeneni çok olduğu için, seyirciyi ekrana bağlayacak bütün hadiseler ona yaptırılıyor. Osman Gazi’ye yapılacak bir şey bırakılmıyor.

Güya gelecek sezon dizi Osman Gazi ile devam edecekmiş. Ama burada göreceğimiz Osman Gazi, Ertuğrul Gazi’nin sürekli bir tekrarı olacağı için (çünkü orijinalitesi öldü) diziye şimdiden “ölü yatırım” gözüyle bakabiliriz. Hele başrol artisti de değişeceğine göre…

Neyse, ticarî şeylere girmeyelim. Kısacası meramımız anlaşılmış olmalı: Reji her ne kadar AKP Türkçesiyle (Türkçe AKP mi demeliydik?) “Diriliş Ertuğrul” diyorlarsa da, dirilişin mimarı Osman Gazi’dir. Osman Gazi sadece Kayıları değil, bütün Türkmenleri diriltmiştir ve nihayet bütün Müslümanları dirilten iradeyi ortaya koymuştur.

Selim GÜRSELGİL

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: