BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ!
Çocukluğumuz, Şehrazad’ın dilinden anlatılan masallar âleminde yolculuğun ya da Beydaba’nın konuşturduğu hayvanların hikâyelerinde nasihatin izindeki çizgi karakterleri izlemekle geçti. Kah denizlerde Simbad ile gezdik, kah sihirli lambadan çıkan cini aradık. Kelile’yi sevdik; bilge, doğruluk ve dürüstlük timsali. Dimne’den nefret ettik; cehalet, yalan, yanlış, çıkarcılığın timsali. Beydaba’nın Kelile ve Dimne’si Padişah Humayun Fal ile veziri Haceste Ray arasında geçen bir konuşma ile başlar. O konuşmadan bir kesiti hatırlamakta fayda var.
“Padişah: İnsanlar, birbirinden apayrı kişilikte yaratılmıştır, diyorsun. İnsanda hırs denilen bir duygu var. Gözü kolay kolay doymuyor. Bu durumda, daha fazlasını elde etmek için, güçlüler zayıfları ezmez mi?
“Vezir padişahın amacını kestirmişti:
“Padişahım, dedi. Bunu önlemek, ancak adaletli bir yönetim ile olanaklı olur. Bunun için de öncelikle güçlü yasalara ihtiyaç var.
“Padişah, adaletin ne demek olduğunu biliyordu. Fakat vezirin düşüncelerini kanatlandırmak için, yeniden sordu:
“Peki, bu yasaları nasıl gerçekleştireceğiz?
“İçinde yaşadığımız dünyaya bakın. Her şey, bir kurala bağlı… Hiçbir şey başıboş değil. En küçük varlıktan en büyük yaratığa değin, her şey bir düzen içinde. Yüce Yaratıcı, evrenin işleyişini bazı yasalara bağlamış. Bununla da kalmamış, insanların uyması gereken birçok kural koymuş. İnsanın mutlu olması, bunlara uymasıyla olanaklı…
“Bu kuralları nereden öğreniyoruz, diye sordu padişah.
“Yüce Allah, dedi vezir. Elçileri aracılığıyla peygamberlerine bildiriyor. Onlarda bize duyuruyorlar.
“Peki, dedi padişah. Bu yasaların korunması nasıl gerçekleşecek?
“Toplumu yönetenler tarafından, dedi vezir.
“Padişah konuyu istediği noktaya getirmişti.
“Yöneticilerin ne gibi özelliklere sahip olması gerekir sence, diye sordu.
“Öncelikle bilgili olmaları, dedi vezir. Yetenekli insanları çevresinde toplamalı. Onların düşüncelerinden yararlanmalı. Çıkarcı kişileri de yönetimden uzaklaştırması gerekir.
“Çıkarcı kişiler mi, diye sordu padişah.
“Evet, dedi vezir. Çıkarcılar, yalnızca çıkarını düşünenler… Biliyorsunuz saltanat güç demektir. Bunu elinde bulunduran bir insanın çevresinde, çıkarcılar olur. Bunlar, gerçekte olmamış şeyleri, olmuş gibi padişaha bildirirler. Yalan söylerler. Çıkar sağlamak için yapmayacakları yoktur. Bazen padişah yanılabilir. Çevresindekilerin, onu uyarması gerekir. Çıkar düşkünleri, padişaha dalkavukluk yaparlar. Padişah onların yanıltmasıyla adaletsiz işler yapabilir.
“Çok doğru, dedi padişah.
“Eğer padişah, diye sürdürdü konuşmasını vezir. Uyanık davranırsa, bu çıkarcıları yanından uzaklaştırabilir. Yalanla doğruyu ayırabilir. Böylece haksızlığı önlemiş olur.”
*
İşte Padişah Humayun Fal ile Vezir Haceste Ray arasında geçen böyle bir konuşma sonrasında Beydaba’nın hikâyeleri başlar. Bugün bu konuşmayı tekrar tekrar okuyup ahvalimizi düşünüp durdum. Güçlülerin zayıfları ezdiği, kuralsızlık, başıboşluk, hukuksuzluğun kol gezdiği, adaletin yalnızca sözlükte karşılığının kaldığı ve çıkarcıların makamları işgâl ettiği gerçeği ile hüzünlendim. Sonra dedim ki Dimne’lerin egemen olduğu bir toplumda Kelile’lerin yeri ya mahpus olur ya da mezar!
Her yeri işgal etmiş Dimne’ler. Radyoyu açıyorsun Dimne’ler başlıyor konuşmaya, kapatıyorsun. Gazete okuyayım diyorsun, manşet zaten Dimne’lerin atelyeden basmakalıp aldığı elbise. Köşelerde ayrı ayrı Dimne’ler. Çıkarları için atmayacakları yalan yok, herşey tozpembe. Televizyon ekranları haberci, yorumcu, düşünür, akademisyen kılıklı Dimne’lerin dalkavukluk sahnesi. Dimne olmayanın yeri zaten yok oralarda. Sonra düşünüyorsun bu kadar Dimne’yi istihdam eden sistemin sahipleri Kelile olabilir mi? Kelile’lerin yeri mahpus…
Gözünü açıyorsun yeni güne, bir Kelile daha dört duvar arasında. Dimne’ler yine aynı, yani Anadolu lisanı ile “aynı tas, aynı hamam.” Güç, Dimne’lerin elinde. İdareciler Dimne’lerden hoşlanıyor. Kelile’ler doğruyu söylüyor, doğru idarecilerin hoşuna gitmiyor. Neden gitsin, yalanlar sayesinde idare edebiliyorlar toplumu. Kelile, “şöyle yapılmamalı” diyor, bir Dimne çıkıveriyor, “en güzelini yaptınız, şak şak şak” alkışlıyor, slogan atıyor, pohpohluyor. Sonra Kelile’ye, “vay efendim sen nasıl böyle dersin” diyorlar. Sonuçta Kelile’nin uyardığı başa gelip çatıyor. Dimne’ler başlıyor bir ağızdan “biz dedik, biz şöyle dedik, böyle dedik.” Bir Kelile çıkıyor, “tamam hatanızı gördünüz, düzeltin, şunu şunu yapmamalıyız artık’” diyor. Dimne’ler hep bir ağızdan, “en güzelini yaptınız, şak şak şak, poh poh poh” aynı tas aynı hamam. Hatalar düzeltilmiyor, yeni hatalar için kullanılıyor. Dimne’ler çıkarcı, “buradan payıma ne düşer, ihale mi rant mı köşe mi makam mı?” diye iç geçiriyorlar. Her duruma ayak uydurmakta üzerlerine yoktur. Mesela bir Köşe yazarı kılıklı Dimne çıkar, “şunu diyen hain” der. Döner dolaşır, çıkarını “’şunu demekte” gördüğünde “bunu diyen hain” der.
Dimne’ler çıkarcıdır dedik. Hani Kelile’ye diyor ya, “İnsan, elde ettiği şeyle de yetinmemeli. Söz gelimi, bir aslan bir tavşan avlasa… Sonra, bir yaban eşeği görse, tavşanı bırakıp onu avlamalı. Tavşan mı büyük yaban eşeği mi? Bir köpek kendisine verilen bir kemiğe bağlanıp kalmamalı.” Sürekli isterler, doymak bilmez iştihaları ile memleketi yerler, doymazlar, en çok insan etinden hoşlanırlar. Elde etmek istedikleri çıkarları için pervasızca saldırırlar. Bir kemiğe bağlanıp kalmazlar!
Dimne’ler biraz daha azgın, biraz daha pervasızlaşmıştır çağımızda. Kendi çıkarlarını sözüm ona memleketin çıkarlarını dillendirerek gizlerler. Hani Kelile Dimne’deki hırsı görür de ürker, Öküz Şetrebe’nin konumuna göz dikişinden korkar da Dimne, “Benim Şetrebe’ye karşı olmam, sadece kendim için değil, ülkenin ve sarayın çıkarı söz konusu.” diye çıkarcılığını perdeler ya. Şimdi bu hırs ve çıkarcılığa itiraz eden Kelileri dinleme cehdi dahi yok Dimne’lerin. Evvela işe çıkarlarının önünde engel gördükleri Kelileri yok etmek ile başlıyorlar. Kendi menfaatleri ile çelişen Kelileri ülke menfaatleri aleyhine hareket etmek ile suçlar, susturana kadar bu pervasız saldırılarına devam ederler. Şimdi her yeri sarmış bu Dimne’ler birbirlerini yok etmek için de aynı dili kullanırlar. Arada olan memlekete, memleket insanına olur. Söz gelimi iki tüccar Dimne ihaleyi kapmak için yarışırken birbirlerini “ülke çıkarlarını gözetmemekle ya da ülke çıkarları aleyhine olmakla” suçlar ve menfaatlerini elde edene kadar böyle devam eder. Memleket insanı da bu iki çıkarcı Dimne ile bölünür, “vay efendim filan ne kadar memleketini düşünüyor!” diye. Ya da filan televizyon için, “ne kadar ülke menfaatlerine yönelik yayın yapıyor” derler. Ya hu sahipleri olan Dimne’ler bu sayede memleketi yiyip tüketiyor görmez misiniz? Onların ülke çıkarı dediğinin arkasında, koca bir memleket yağması var!
Ne demişti vezir Haceste Ray, “adalet ve güçlü yasalar.” Ne demiştik; Kelile’ler ancak mezarda ya da mahpusda yer bulabiliyor. Bakın yine bir 28 Şubat yıl dönümü yaklaşıyor. Soruşturma yapan savcı kılıklı Dimne fetöcü (!), yargılayan hâkim kılıklı Dimne fetöcü (!), bir de ortada adına “28 Şubat” denilen bir dava var. Ne ilginçtir ki mahkûm edilen mazlumlar da hâlâ tutuklu. Şimdi bu fetöcü (!) Dimne’lerin, yıllardır ceza evlerinde haksız ve hukuksuz yere özgürlüklerini gasp ettiği Keliler hâlâ içeride! Neden acaba, dışarıdaki Kelileri yok etmenin derdinde olan “Dimne’ler düzeni”, içerideki Kelile’leri çıkarıp bir de onlarla mı uğraşsın? Dimne’ler çıkarları için her haltı yiyedursun, biz yine “bir varmış bir yokmuş” deyip Kelile ve Dimne’leri anlatmaya devam edelim.
Suat KÜRŞAT