SAVAŞIN KAYBEDENİ VE KAZANANI!
Yıl 1862… “Adam Opel” adında bir Alman, inek ahırında dikiş makineleri üretmeye başlar. Dikiş makinelerinin ardından 1886 yılında yüksek tekerlekli bisiklet üretir ve satar. 1888 yılında ahırdan üretimi daha uygun bir mekâna taşır. 1899 yılında ilk otomobil üretimi yapılır, fakat başarılı olunamaz. 1901 yılında yeniden otomobil üretimine geçilir, 1902’de Hamburg’da sergilenen otomobiller ile 1906 yılında üretime devam edilir. 1920’lere gelindiğinde kendi markası ile seri araba üreten ilk markadır Opel. İkinci dünya savaşı yıllarında Alman ordusuna hizmet eder. Almanya savaşı kaybeder. İngiltere galipler arasına adını yazdırır.
Opel ikinci dünya savaşı yıllarında İngilizlerin hatıralarında olumsuz yönü olduğu için savaş sonrası farklı bir isim ile İngiltere’de satılır. Bu yıkıcı savaşın kötü hatıralarını canlandırmak istemeyen İngiliz bu marka ile satılmasına müsaade etmez; Opel, Führer Almanya’sının bir sembolüdür İngiliz için…
12 Eylül 1980… Türkiye, radyo ve televizyonlardan yankılanan sesi pürdikkat dinlemektedir. Ekranda beliren yüz Genel Kurmay Başkanı Evren’den başkası değildir. Konuşmasını, “…tesüsü üçün yönetime el konulmuştur.” ibaresi ile neticeye erdirir. ABD Başkanı Jimmy Carter’a darbeyi, 1974-77 yıllarında Türkiye CIA istasyon şefi olan Paul Henze’nin, ”bizim çocuklar başardı” diye haber verdiğini gazeteci Mehmed Ali Birand’a anlatacaktır. Darbenin Amerikan mutfağında hazırlandığı itirafıdır bu açıklama, ya da malumun kısmen ilanıdır.
28 Şubat 1997… İktidardaki Refah Partisi malum çevreleri rahatsız eder. Özellikle D8 gibi uluslararası projeler ve ülke içerisindeki iktisadi hamleleri kendisine tehdit olarak algılayan küresel baronlar, emperyalist ve Siyonist şebekeler ve bunlara bağlı yerli işbirlikçiler durumdan rahatsızdır. 1996 yılı Haziran ayında Türkiye’ye gelen işgal çetesi İsrail Cumhurbaşkanı Weizman, Refah Partisi’nin muhtemel iktidarı ihtimaline istinaden yaptığı açıklamada; “Türkiye’ye daveti kabul etmemin bir sebebi de bu konuları (Refah Partisi iktidarını) soruşturmak. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i çok iyi tanıyorum ve onun, elindeki bütün gücü kullanarak, böyle bir gelişmeyi önleyeceğine inanıyorum. Ordunun da kenarda bekleyeceğini sanmıyorum. Dolayısıyla şu anda, korku üzerine değerlendirmeler yapmanın hiç bir anlamı yok.” sözleri İsrail basınında yer bulur. Weizman’ın dediği gibi ordu kenarda beklemez, 28 Şubat 1997’de ”bin yıl sürecek” dedikleri darbeyi gerçekleştirir. Darbe, bir İsrail-ABD ortak yapımıdır. “Onların çocukları” yine iş başındadır…
28 Şubat çetesi Refah Partisi’ni iktidardan uzaklaştırmak ile kalmaz, hafızalara kazınan başörtüsü yasağı, meşhur ikna odaları, İslamcı dernek, vakıf ve hareketlerin baskı, işkence ve tutuklamalar ile sindirilmeye çalışılması ile devam eder. Devlet Güvenlik Mahkemeleri “irtica” ile mücadelenin adresi olur.
Darbeler tarihi bitti denilirken, Türkiye, 15 Temmuz akşamı gelen haber ile yeni bir darbeyle yüzyüze kalır. 250 insanın katledildiği o gecenin ardından, iktidar, darbenin arkasında isim vermeden ABD’nin olduğunu işaret ederken, iktidara yakın medya ise açıkça ABD’nin darbenin arkasında olduğunu gazetelerinde yazıyor, televizyonlarında anlatıyordu. Darbede İncirlik üssünün nasıl kullanıldığı, ABD büyükelçisinin darbede nasıl rol oynadığı tüm ayrıntısı ile medyada işleniyordu. 12 Eylül, 28 Şubat gibi 15 Temmuz’da da “onların çocukları” iş başındaydı!
12 Eylül darbesinin ardından ilk seçimlerde Özal iktidarı iş başına gelmiş, ekonomiden askerî konulara kadar ABD’nin çıkarları ve ödevleri gözetilmiş, ABD’nin Irak’a ilk müdahalesinde İncirlik Üssü’nün kullanılması ve Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının kapatılması gibi ABD çıkarları için memleket seferber edilmişti. “Onların çocukları” sadece asker miydi? Özal ekonomide liberalleşmeyi öngören 24 Ocak 1980 kararlarının hazırlanmasında önemli rol oynamıştı, 12 Eylül darbesinin ardından Ekonomik İşlerden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak atanacak ve “Gelen yönetim 24 Ocak Kararları ile başladığımız işe devam etmemi istedi. Zannediyorum Türkiye’de varılan noktanın ana sebeplerinden biri bu kararın verilmiş olması” diyecek ve kaldığı yerden devam edecekti…
28 Şubat’ın kasvetli havası henüz memleket üzerinde iken Refah Partisi’nden ayrılan “Yenilikçiler”, Erdoğan liderliğinde 3 Kasım 2002 seçimlerinde aldığı oy ile tek başına iktidar olmak için kollarını sıvıyordu. Hatırlanacağı üzere, bu galibiyetten aylar öncesinde Erdoğan’ın, Ocak 2002’de ABD’ye giderek dönemin Amerika Savunma Bakan Yardımcılarından Richard Perle ve başka isimler ile Cüneyt Zapsu bağlantıları aracılığıyla Irak müdahalesi dâhil bazı konuların görüşüldüğü bir ziyaret tertip edilmişti. Erdoğan, 1 Mart Irak Tezkeresi’nin ardından 9 Mart Siirt seçimleri ile milletvekili olmuş, 14 Mart’ta hükümeti kurarak Başbakanlık koltuğuna oturmuştu. 1 Mart tezkeresi mecliste reddedilmesine rağmen yine hatırlanacağı üzere İskenderun’dan Habur sınır kapısına uzanan ABD araçlarının geçişi gerçekleşmişti. 20 Mart’ta gerçekleşen Irak işgâlinde Türkiye hava sahası ABD uçaklarına açılmış, Meclisten geçmeyen tezkere bir anlamda delinmişti. 8 Haziran 2005’de ABD’ye bir ziyaret gerçekleştiren Erdoğan, “Amerikan Karşıtlığı” iddialarını “Asıl anti Amerikancı CHP’dir” diyerek CHP’nin üzerine atacak, Irak ve Afganistan işgâlcisi Bush’dan övgüler alacak ve “Irak’daki işgâle” verdiği destekten ötürü bir teşekkürü hak edecekti.
Bakınız; İkinci Dünya savaşı galibi İngiltere mağlup olan ve artık Führer’in değil NATO’nun olan Almanya’nın ürettiği Opel markasına dahi tahammül etmezken, 28 Şubat mağduru olduğunu söyleyen ve 28 Şubat’ı bitirmekle övünen bir siyasî yapı döneminde, Irak’ın işgâline destek ve Cargill yasası gibi ucube hadiseler yaşandı. İktidar medyasının alenen, iktidarın ise örtülü olarak 15 Temmuz’un arkasında ABD var dediği halde, 15 temmuzdan sonra Coca Cola fabrikası açılışında Rabia işaretli konuşmalar yapıldı, ABD ile milyar dolarlık uçak alımı anlaşması imzalandı, bir de üstüne bugünlerde Şeker Fabrikaları özelleştiriliyor. Ve hâlâ 28 öncesi ve sonrası mağdurları ceza evlerinde, aileler ise dışarıda acı çekmeye devam ediyor.
Eğer 28 Şubatçılar(!) iktidarda olsaydı, Cargill tarım arazisine kurulur, toplumsal tepki neticesinde Irak’ın işgaline fiili katılım olmasa dahi, gizli ve örtülü desteklenilir ve Bush’dan övgüler alınırdı. Yine Coca Cola fabrikası açılır, milyar dolarlar uçak alımı anlaşmaları ile ABD’ye akıtılır; İncirlik ve Kürecik gibi üslerin kullanımına devam edilir, Türk Telekom gibi stratejik kurumlar özelleştirilir, Cargill istemediği için Şeker Fabrikaları satılırdı. 28 Şubatçılar(!) iktidarda olsaydı, bu darbeye ve sürecine karşı öncesi ve sonrasında direnen insanlar cezaevlerinde hürriyetinden alıkonulur, aileleri dışarıda acılar çekerdi. 28 Şubatçılar(!) iktidarda olsaydı Sırbistan’dan et, Arjantin’den mısır, Rusya’dan buğday, Bulgaristan’dan saman ithal edilir, ülke ekonomisi ABD ve Avrupalı küresel şirketlerin inisiyatifine terk edilirdi. Burada sormamız gereken soru şu: 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz ABD işi ise ve neticede ABD mağlup olduysa, biz neden Cargill’e tahammül ediyoruz?
Suat KÜRŞAT