NEW YORK’LU KADIN: “KOCAMI FETHULLAHÇILARA KAPTIRDIM OĞLUMU ASLA VERMEYECEĞİM!”-1- / Oğuz Gürses (Harun Yüksel)
TAKDİM:
Rahmetli Harun Yüksel Ağabey’in
çeşitli müstear isimlerle yayınlamış olduğu yazıları
sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz:
NEW YORK’LU KADIN:
“KOCAMI FETHULLAHÇILARA KAPTIRDIM
OĞLUMU ASLA VERMEYECEĞİM!” -1-
Oğuz Gürses (HARUN YÜKSEL)
Hürriyet’ten Ayşe Arman hayatında ilk defa okkalı bir röportaj yapmış…
İnsanların apışarası nahiyeleriyle yatak odası sırları üzerine konuşmaktan özel zevk aldığı bilinen Arman, bu röportajıyla “kedi kedi olalı ilk defa bir fare tutmuş” dedirtiyor herkese…
“Kocamı Fethullahçılara kaptırdım oğlumu asla vermeyeceğim!” başlığıyla Hürriyet’te yayınlanan (1) bu röportajdaki muhatabını kısaca şöyle anlatıyor Arman:
“Leyla T., New York’ta yaşayan 36 yaşında bir reklamcı. İstanbul’da halkla ilişkiler yaparken bir ressama aşık oluyor ve onun peşinden New York’a gidiyor. Evleniyorlar, bir de oğulları oluyor. Ama günün birinde peri masalı bir kabusa dönüşüyor…”
Leyla T’nin hikâyesi ise kendi ağzından kısaca şöyle:
“- Ben Leyla T. 12 yıldır Amerika’da yaşıyorum. 24 yaşındayken, New York’ta yaşayan bir Türk ressama âşık oldum. Annemlere “Amerika’ya tatile gidiyorum” dedim, İstanbul’daki hayatımı geride bıraktım ve buraya yerleştim. Kafa olarak mükemmeldi. Türkiye’de ya erkek arkadaşınız olur ya sevgiliniz. Bir türlü, ikisi aynı insanda birleşmez. Ben şanslıydım, hem en yakın arkadaşım hem sevgilimdi, gözüm kapalı geldim Kafa olarak mükemmeldi. Türkiye’de ya erkek arkadaşınız olur ya sevgiliniz. Bir türlü, ikisi aynı insanda birleşmez. Ben şanslıydım, hem en yakın arkadaşım hem sevgilimdi, gözüm kapalı geldim.”
Hemen evleniyorlar…
Sonrası…
Leyla T.’nin anlatımıyla şöyle:
“İyi bir sosyal hayat, sanatçı bir çevre, sergiler, davetler enstelasyonlar… Rüya gibiydi her şey. Evliliğimizin 3. yılında bir de oğlumuz oldu. Ne kadar mutluyuz diyor, sürekli şükrediyordum ki kâbus başladı. Eşim 5 vakit namaz kılan bir adam oldu. Ramazanda içki içerdi, dinden uzak dururdu ama Fethullahçılarla tanışınca, inanılmaz bir değişim yaşadı. New York’ta yaşayan pek çok Türk, Fethullahçılardan rahatsız. Eşim dahil hepimiz, ‘Bunlar ne yapmaya çalışıyorlar? Neden kapı kapı dolaşıyorlar? Karşı bir dernek mi kursak? Öyle mi yapsak, böyle mi yapsak?’ derken; biri eşime, Sen savaş açtın ama bu insanları tanımıyorsun, gel bir gör!’ demiş. Gidiş o gidiş. 1-3-5 derken, ‘Çok iyi niyetli insanlar, ben yanılmışım’ demeye başladı, toplantılarına düzenli gider oldu. Ruhunu dinlendiriyormuş, yoga yapıyor gibi hissediyormuş, bir tür meditasyonmuş, insanın kendi dinini öğrenmesinin nesi kötüymüş. Evin içinde Fethullah Gülen’in dergilerini, kitaplarını okuyor, DVD’lerini izliyor…”
Başlangıçta bir nevi “Lale Devri çocukları”ymışlar…
Hani, İmparatorluk çatır çatır çökerken “Varalım Göksu’ya bir alem-i ab eyleyelim” diyenlerin bugünkü versiyonu gibi…
***
Bir grup müslüman fedai, sömürgeci ABD İmparatorluğu’nu kendi ininde alnının çatısından vurarak cezalandırmış…
Paniğe kapılan “kâğıttan kaplan”, kendini ulaşılmaz kılan okyanuslarla çevrili müstahkem kalesinden çıkarak önce Afganistan’ı sonra da Irak’ı işgale yeltenmiş…
Kadın-erkek, çoluk çocuk, yaşlı genç, hasta sağlıklı milyonlarca müslümanı katletmiş, milyonlarcasını sakat bırakmış her iki ülkeyi de harabeye çevirmiş ama beklemediği çapta inançlı ve inatçı bir direnişle karşılaştığı için evdeki hesapların hiçbirinin bu çarşıya uymadığını; sömürgeciliğinin en etkin araçları olan dev bankalar, dev sigorta şirketleri ve dev sanayi ve ticaret şirketleri kumdan kaleler gibi devrilmeye başlayınca ancak anlayabildiğinden, çöküşü kaçınılmaz hale gelmiş…
ABD çökerken “globalleşme” adı altında kendine bağladığı bütün dünya devletlerini de zorunlu olarak beraberinde sürükleyeceğinden, global bir kaosun da kaçıılmaz hale geldiği tarihi anlarda..
Bu ülkenin en büyük gazetelerinden birinin röportajcısına Leyla T. bakın neler anlatıyor:
“Kendinizi benim yerime koyun, birlikte Soho’daki bütün barların altını üstüne getirdiğiniz adam, dünyanın en bohem adamı, Kuran’ı elinden düşürmüyor, 5 vakit namaz kılıyor ve “Allah için yapıyorum” diyor. Kafayı yiyecektim! Tamam ben de Allah’a inanıyorum ama ondaki bu 180 derecelik değişim beni korkuttu, öfkelendirdi, üzdü. Bir de kendimi aldatılmış hissettim, hayatını dinin esaslarına göre yönlendiren bir adam isteseydim, gider bir imamla evlenirdim.”
ABD’de her ay 600-700 bin kişi işsiz kalıyor… İşsiz kalanlar morgıç kredilerini ödeyemediği için evlerinden atılıyor…
Krizden önce sokakta yaşayan Amerikalı sayısı zaten 30-40 milyondu…
Krizden sonra bu rakam çığ gibi büyüyor…
Bütün şehirlerde uçsuz bucaksız çadır kentler oluşmuş…
İnsanlar 1 tas çorba için sosyal yardım kuruluşları önünde uzun kuyruklar oluşturuyor…
Leyla T. İse, Fetullahçıların tarumar ettiği hayatını nasıl toparlayabileceğini düşünüyor…
Kocasınından ümidi çoktan kesmiş…
Annelik içgüdüsüyle oğlunu kaptırmamanın/kurtarmanın derdine düşmüş…
Bu çok mu anormal?
Leyla T. açısından bakarsanız hayır…
Çünkü o, bunu bir anne olarak hayat memat meselesi yapmış…
Dünya bir tarafa oğlu bir tarafa…
Gözü başka bir şey görmüyor…
Zaten kendilerine üç kişilik minik bir dünya kurmuşlar…
“Rüyâ gibiydi” diyor ya…
Dünyadaki diğer insanların çoğu kan ağlarken…
“İyi bir sosyal hayat, sanatçı bir çevre, sergiler, davetler İyi bir sosyal hayat, sanatçı bir çevre, sergiler, davetler enstelasyonlar (2)… Rüya gibiydi… Soho’daki bütün barların altını üstüne getir”erek vur patlasın-çal oynasın bohem bir hayatın bohem/entellektüel/hedonist zevklerinin ebediyyen süreceğini zannetmek…
Aslında rüyâ filan da değil; aptalca bir hayâl/varsayım…
Böyle bir hayâli/varsayımı işsizlik, parasızlık, kendisinden daha alımlı/işveli bir kadın, bir kaza veya başka herhangi bir belânın her an bir kâbusa kolaylıkla döndürebileceğini hiç hesap etmeden yaşayıp gitmenin neresi akıllıca?..
Nitekim bu aptalca hayâlini/varsayımını Fetulahçılar bir fiske ile tam bir kâbusa döndürüvermişler…
***
Buraya kadar okuduklarınızdan, Leylâ T.’nin derdinin Kocasının çılgınca bir bohem hayatı terkederek Kur’an okumaya, namaz kılmaya Fetullahçı gazete ve dergileri okumaya, Fetullah’ın zehirli vaazlarını dinlemeye başladığı ve onu da kendisi gibi olmaya zorladığı veya günün birinde zorlamaya başlayacağını zannederek bu kadar isyan ettiğini düşünebilirsiniz…
Arman da öyle zannetttiği için bu minvalde sorular soruyor:
[- Sizden dini kurallarına uygun olarak yaşamanızı istedi mi?
-Yok hayır. Ama ruhen iki ayrı uca yuvarlandığımızı hissettim. Bana, “Sana asla kapan demem. Dinde zorlama yoktur. Benim görevim bunları sana anlatmak, ister yaparsın, ister yapmazsın!” diyordu. Bir de, vaaz veriyor yani! Bilmem ne suresinde bu yazıyormuş, bilmem ne suresinde şu yazıyormuş.
Arkadaşları peki? Onlar ne dedi?
-Acayip dalga geçtiler. Her gittiğimiz yerde “Aaa sen Fethullahçı olmuşsun!” dediler. “Ne alakası var! Ben Fethullahçı değilim. Dinle ilgili bilgiler veriyorlar, gidip öğreniyorum” dedi durdu.
Kaç zamandır aynı şekilde devam ediyor?
-3 sene oldu. Ben tabii ruhsal çöküntü yaşadım, depresyon tedavisi gördüm. Anlamını kaybetti her şey. Bana kalkıp, “Atatürk alfabeyi niye değiştirdi?” diyor, “Bütün devrimleri neden tepeden inme yaptı, halk hazır değildi.” Sinir oluyorum. Çünkü evimde bu tür şeyleri tartışmak istemiyorum. Hala kızıyor bana, neden bu kadar tepki gösteriyormuşum, neden abartıyormuşum. Çok eğitimli tiplermiş…
Siz tanıştınız mı?
-Bir kısmıyla mecburen. Bizim oturduğumuz yerdeki derneğin ismi Tamef. 25 yaşlarında üniversite mezunu çocuklar çalışıyor. Hepsi eğitimli, İngilizceleri de çok iyi. Oğlum yaşındaki çocuklara yöneliyorlar…
Nasıl yani?
-Forma veriyorlar, futbol oynattırıyorlar, yaz kamplarına götürüyorlar. E tabii 9- 10 yaşındaki çocuklar bu tür faaliyetlere deliriyor. New York dışında, 15 gün orman içinde kamp. Çocuğun umurumda değil Fethullah’ın kampı olması, gitmek istiyor. Benim oğluma da kafayı taktılar. Formalar, eşofmanlar, çantalar. Kesinlikle “Hayır!” dedim.]
Görüldüğü gibi Leylâ T. çılgınca bohem/hedonist bir hayat hülyâsından da, böyle bir hayatı bir süre birlikte paylaştıkları sevdiği adamdan da ümidini kesmiş…
O artık yalnızca annelik içgüdüleriyle bütün dikkatini oğlunu korumaya/kurtarmaya yöneltmiş…
Çünkü o artık, sadece bir anne…
Oğlunun açık ve yakın bir tehlike ve tehdide maruz kaldığını yüreğinin derinliklerinde hisseden bir anne…
Bu röportajı okuyan bir çok laik, aynı şeyin kendi başına geleceği korkusunu yüreğinde hissederek “kadın haklı canım, insan, evlâdının göz göre göre çağdışı bir yaşama doğru kayması karşısında nasıl sessiz kalabilir?” diyecektir…
Bu röportajı okuyan bir çok Fetullahçı da “Bak hele orospuya, Allah’tan belânı mı istiyorsun? Kocan da oğlun da cehennemde yanmaktan kurtulacak… Kızıp köpüreceğine sen de onların yolundan gitsene” diyecektir…
Ama mesele bu kadar basit değil…
(devam edecek)
Dipnotlar:
1-) Hürriyet,11 Nis 2009.
2-) Enstelasyon: 1- Modern sanatta büyük bir sanatsal düzenlemeye verilen ad. Yerinde sanat. Yerleştirme. 2-Yerleştirme sanatı olarak dünya genelinde kabul görmüş bir sanat aktivitesidir. Pek çoklarına göre klasik anlayışları kemiren bir gelişimdir. Ama bu sadece görüntüdedir. Zira enstalasyon sanatçıları, sanatsal duruş ve mesajlarını uzaktan değil, doğrudan doğruya eserin içinden hareket ederek sanatsever veya diğer ilgililere duyururlar. Yani bu hal, heykel ve mimari arasındaki kopmaz ilişki gibidir. Çünkü mimarî yapılar aslında içinde gezilebilen heykellerdir. Yerleştirme de seyircinin eserin içine girip gezebildiği bir sanat eseridir. Bu yönüyle çok değerlidir. (İtü Sözlük)
Kaynak: Baran, http://entellektuel.s4.bizhat.com/entellektuel.html 3 Şubat 2009
Not: Merhum Harun Yüksel ağabey, Baran dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini Sayın Ali Osman Zor’un yaptığı dönemde kendisi de Baran dergisinin Yayın Kurulu’nda bulunmuş ve yazılarını Baran dergisinde yayınlatmıştı.