AV. HARUN YÜKSEL: ÜNSAL’DA, AKINCI VASIFLARININ HEPSİ VARDI

AV. HARUN YÜKSEL: ÜNSAL’DA, AKINCI VASIFLARININ HEPSİ VARDI

25 Mart 2015 tarihinde dergi büromuza düzenlenen bombalı saldırıda şehîd olan gönüldaşımız Ünsal ZOR hakkında hazırlanan belgesel çalışması için Av. Harun YÜKSEL’in verdiği röportajın görüntülü kaydı ve yazılı metnini sunuyoruz.
ADIMLAR Dergisi

 

“Ünsal Zor” deyince, bir şehîdden bahsediyoruz her şeyden önce… Resûllerden sonra ve Resûlullah Efendimizin Ashâbından sonra insanoğlunun varabileceği en büyük makamlardan birine varmış olan birisinden bahsediyoruz.

“Ölüp te ölmeyenler”, “ölmeden önce ölenler”… Birisi şehîdlik şehâdet, diğeri velâyet. Şimdi burada, Allah, şehîdlik nasib ettiği kullarına aynı zamanda sevgisini de izhar ediyor. O makamı ona vermekle… Yani, Allah’ın sevdiği bir insandan bahsediyoruz!

Şimdi Allah’ın sevdiği bir insandan bahsedince gerisi hep ufak meseleler kalıyor, ayrıntı kalıyor. Yani Allah ona şehâdet nasib etmekle en büyük makamı verdi. Biz de onu tanımakla “Allah’ın sevdiği bir insan”ı tanımış olduk.

Çok genç yaşlarda tanıdım ben Ünsal’ı. O zaman biz de gençtik, o bizden daha gençti. Şöyle bir “Ünsal” imajı var bende: Akıncı, bildiğimiz tarihî “Akıncı”nın 20. yüzyıldaki tezahürlerinden bir tânesi diyeyim Ünsal için. Akıncının vasıfları nedir? Allah rızası için canını vermeye hazır, gözükara, şehâdet arayan, fedakârlık ahlâkına sahip insan tipi. Akıncı o… Ünsal’da bu vasıfların hepsi vardı! Yani, gözükaraydı, yiğitti, dava ahlâkına sahipti, fedakârlık ahlâkına sahipti.

Onlar, (Ünsal ve Nuray Zor) eşiyle birlikte, benim için çok özel insanlar. Gelecek nesillere de, bugünkü nesillere de örnek olması gereken insanlar. Örnek bir hayat yaşadılar. Bu açıdan da onlar etrafında yaptığınız bu şeyler, onlara bir faydası yok ama kalanlara çok faydalı olacak şeyler. Onlar zaten Allah’ın lütfuna, rahmetine ermiş durumdalar. Kıyamete kadar diri bir hayat içerisinde yaşayacaklar. Ölmeyecekler yani kıyamete kadar.

Bu çerçevede Halk Edebiyatımızda Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, Leyla ile Mecnun –gerçi Leyla ile Mecnun sonra Fuzulî tarafından Divan Edebiyatına da dahil edildi- örnek teşkil edecek, örnek teşkil etmesi gereken, örnek olabilecekleri bir hayatları vardı. Bu çerçevede düşünürken Hakan Yaman geldi benim aklıma. Tanıdıklarım içerisinde Edebiyata vakıf tek insan o. Belki başkaları da vardır, onlara da söylüyorum: Yani Halk Edebiyatı formatında, söylediğimiz hikâyeler formatında biraz şiir, biraz destan, biraz hikâye, biraz roman bir tür hâlinde günümüze taşıyabilecek birisi olursa, çok olağanüstü bir eser çıkabilir bu çerçevede diye düşünüyorum.

Onların cezaevi içinde de dışında da faaliyetleri ayrıca Mücâdele Tarihi’ni yazacak insanlar tarafından ayrıntılarıyla değerlendirilmesi lazım. Yazılması lazım… İlk operasyonda (1 Şubat 1991) gözaltına alındık. O gözaltı süreci, çok şey bir süreçti. Bugünkü gibi değildi o zaman işler. 15 gün süre alıyorlardı. O 15 günün bir haftasını işkenceyle geçiriyorlardı, kalan bir haftasını da işkence izlerini yok etmek için ilaçlar sürüyorlardı, izler kaybolsun diye. Duruşmaya çıkarmadan. Çok yoğun işkencelere tanık olduk orada. Meselâ Ali Osman’ın (Zor) o Şubat soğuğunda “tazyikli su” işkencesine tâbi tutulduktan sonra hücrelere getirildiğinde. Nefes almakta insanlar zorlanıyorlar, o soğuk dolayısıyla damarlar filân daralıyor herhâlde. Saatlerce, o zorla nefes aldığı sesler halâ zihnimde benim. Meselâ insanlar yürüyerek götürülüyorlar sorguya, ondan sonra iki tâne işkenceci kollarına giriyor, getirip hücresine çuval gibi atıyorlar.

O dönem öyle bir dönemde ve bu risklerine rağmen Ünsal dönmedi! Ünsal’ın en güzel özelliklerinden bir tânesi de o; yani, maddî ihtiyaçları olmasına rağmen kendisini satmadı! Davasından dönmedi! Son nefesine kadar da davasının askeri olarak kaldı. Bunların hepsi güzel ahlâkın getirdiği vasıflar. Örnek vasıflar yani bunlar. Ve kolay taşınabilir yükler değil. Tâ o zamandan günümüze kadar…

Dava adamı olduğunuzda, davanıza sahip çıktığınızda, dava ahlâkının gereğini yerine getirdiğinizde bir çok şeyden kendinizi mahrum ediyorsunuz, bir çok riski göze alıyorsunuz, bir çok acıya katlanıyorsunuz… Resulullah Efendimize bir Sahabî geliyor, “Sizi çok seviyorum Yâ Resûlallah!” diyor.  O da diyor ki, “o zaman yoksulluğa hazırlan!” Ondan sonra başka bir Sahabe geliyor, “Allah’ı çok seviyorum Yâ Resulallah!” diyor. O da diyor ki, “belâlara hazırlan!” Şimdi burada, “imtihan dünyası” olduğu için Allah, bizi varlıkla da yoklukla da, belâyla da, hoşluklarla da imtihan ediyor. Yani, sadece bizim başımıza belâ gelmesi imtihan değil. Sadece yoksulluk imtihan değil. Sadece sevdiklerinden ayrı kalmak imtihan değil. Yani, varlıklı olmak da imtihan.

Ben onları (Ünsal Zor) Ali Osman’la yapışık ikizler gibi görürdüm. Onları hiç ayrı düşünemiyorum, ikisini. Bir nevi Ali Osman’ın yardımcısı gibiydi. Ali Osman’ın yetişemediği yerlere gider, onun işlerini görür bilmem ne yapar filân. Böyle bir abi-kardeşlikten öte bir bağları vardı onların. Dava arkadaşlığı diyelim ona biz… Böyle bir portre var yani; Ünsal aklıma geldiği zaman Ali Osman da aklıma geliyor, Ali Osman aklıma geldiği zaman Ünsal da aklıma geliyor. Ayıramıyorum yani ikisini birbirinden. Aileleri de öyle, aile bağları da öyle. Rahmetli Nuray hanım destanlık bir hayat yaşadı, gitti.

Hiç şikâyetçi olduğunu görmedim ben ikisinin de. Sıkıldıklarını görmedim yani dava yükünden filân. Enteresan bulunan insanlardı. Zor bulunan insanlardı. Ve güzel insanlardı… Yani, ahlâk insanı güzel kılar. Allah, bizi ahlâkımızla seviyor, gerisini zaten O yarattı. Yani biz O’nun ahlâkına tâbi olacak mıyız, olmayacak mıyız? Güzel ahlâk sahibi insanlardı.

Rahmetle anıyorum! Allah’ın rahmetine gark olduklarını zaten zannediyorum da… İnşallah hepimize örnek olurlar!

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: